Halil Paşa hatıralarında o günleri şöyle anlatmaktadır : ''Afrika topraklarından son Türkler olarak ayrılışımız çok hazin oldu. Arkada bıraktığımız topraklara uzun uzun baktım, çok müteessirdim. Bu kaybolan toprakları elimle selamladım ve gözlerim yaşararak inledim: Elveda Trablus, elveda! ''
30 Ekim 1918'de Mondros'un imzalanmasından kısa süre sonra Enver Paşa ve İttihat Terakki ekibi yurdu terk etmişti. Halil Paşa ise Enver Paşa'nın amcası olması sebebiyle hedefteydi, adına yakalama kararı çıkmıştı. Birkaç ay saklanmayı başardıysa da Bostancı'da bir yakınının evindeyken İngilizler tarafından yakalanarak Bekirağa Bölüğü'nde hapsedildi.
Halil Paşa burada idam cezasına çarptırılacaktı. Kendisine 300 bin Ermeni'yi, 60 bin Arap'ı, 13 Yahudi, 2 İngiliz ve 1 Türk'ü öldürttüğünü söyleyen İngiliz subayına şu cevabı verdi: ''Saymadım, fazla veya eksik olabilir. Nerede isyan ettilerse orada destek kuvvetlerimle uzaklaştırıp haddini bildirdim. Nerede isyanlar muhtemelse oralardan götürülmelerini sivil idare makamlarına emrettim.''
Neredeyse bütün ömrü cephelerde savaşarak geçen Halil Kut Paşa'nın hayatı, bir yakın çağ Osmanlı subayının en açık tasviridir. Gerçekten de bir insan hayatının çok zor tesadüf edebileceği birçok savaşı yaşayıp cepheden cepheye koşan bu nesil Halil Paşa'nın da tanımıyla ''gece gündüz savaşan'' bir kadere sahip olmuştu.
Bildiğimiz Burak Kut' un dedesi bu adam.
Aynı ailede bir kahraman bir hain. Çok garip.