İpek Kobaner'in Yeni Kitabı ''İstanbul'un Kayıp Adası Vordonisi''

İpek Kobaner ile Nemesis Kitap’tan çıkan tarihi kurgu kitabı “İstanbul’un Kayıp Adası Vordonisi” hakkında konuştuk.

-İpek Hanım, yeni tarihi kurgu kitabınız “İstanbul’un Kayıp Adası Vordonisi” okuruyla buluştu. Kitabınızın ortaya çıkışını sağlayan ilk fikir ne idi, böyle bir tarihi kurgu yapmak nasıl aklınıza geldi?

İçinde bir tutam gizem, az da olsa korku barındıran, ayrıca insana kaybolmuşluk hissi de veren ada hikâyelerini her zaman sevmişimdir. 

Adadaysan, sanki bu âlemin dışında, denizin ortasında, her an yutulabilecek bir toprak parçasında yaşarsın ancak dış dünyadaki istemediğin herkesten de uzaktasındır. Tıpkı romanımdaki adaya sığınmak zorunda kalan şifacı kâhin kadınların istediği gibi… Orta Çağ Avrupa’sından kaçan bu kadınların hikâyesini düşünürken Vordonisi Adası karşıma çıktı. Hem şaşırdım hem de uzun süre etkisinden kurtulamadım. Tabii sonrasında kendimi Vordonisi Adası’nı araştırmaya başlamışken buldum. O sırada “Göbeklitepe’nin Gizemi” bitmek üzereydi ve ben aklımdaki Ada’nın hikâyesini yazmaya çoktan başlamıştım. 

O günlerde Bostancı açıklarında batmış bu adanın varlığı çoğu kimse tarafından bilinmiyordu, halen de yeterince bilinmiyor sanırım. Halbuki günümüzden yaklaşık bin yıl önce adada yaşayanlar, üzerindeki manastırla, din adamlarıyla, şifacı kahinlerle ve şifayla karışık büyülü malzemeleriyle birlikte sulara gömülmüştü. Ancak bu trajik batış Orta Çağ karanlığında kaybolup gitmiş gibiydi.   

Ada ise o günlerin en önemli şifa-büyü merkezlerinden biriydi. Günümüzün modern insanına, şifa- büyü sentezi, paranormal olaylar inanılmaz gelir. Ama Ortaçağ insanının hayatının tam merkezinde bu olgular vardı ve yaşamlarını anlamlı kılardı. 

İşte bu nedenle, Ada’daki yaşamı ben anlatmalıyım, dedim. Hem İstanbul tarihini hem de Orta Çağ’ın büyülü dünyasını anlatmanın cazibesi de inanılmazdı. Hikâyenin kendi kendini yazdıracağına da emindim. İşte her şey bu düşünceyle başladı.

-Bir tarihi romanda Orta Çağ Avrupası’ndan günümüze uzanan süreci yazmanın, yazar için zorlukları nelerdir?

Evet, haklısınız karşımda böyle bir zorluk vardı. Hikâyem ana hatlarıyla belliydi ama detaylar nasıl şekillenecekti? Ne yiyeceklerdi, nerede yaşayacaklardı, nasıl giyineceklerdi? Dönem hikâyeleri hep zordur. Hele de binli yılların hemen öncesi ve hemen sonrasını yazacaksanız daha da zordur. 14. yy sonrası için adli kayıtları incelemek bir fikir verse de önceki yüzyılların yaşamını incelemek uzun zamanımı aldı. Her ayrıntı bir araştırma süreci gerektirdi. Ancak arkeolojik veriler çok işime yaradı.   

-Tarih ile fantastik kurgunun birlikte ilerlediği kitapta, hangisi arkeolog bir yazar için daha büyük bir keşif yolculuğu?

Her ikisi de aslında. Gerçek tarihi, fantastik bir kurgunun içine yerleştirmekten büyük keyif aldım. Nasıl derseniz, bir detayla açıklayım size; İmparator Justianus ve eşi Theodora’nın hikâyesini bize Prokopuis’un yazdığı “Gizli Tarih” kitabı anlatır. Hani şu Ayasofya’yı beş yılda tamamlatan imparator ve eşini anlatır ama her ikisini de acımasızca yerin dibine batırır. Ben de hep düşünmüşümdür, mümkün olup bu yazılanları görüp okusalardı ne hissederlerdi, diye.  Sonra bir baktım, onların itirazlarını dile getirmekten kendimi alamamışım.

Böylece, yüzlerce yıl sonra da olsa, kendilerini savunma fırsatı bulmuş oldular. Özellikle de okuyucularımın, Theodora gibi güçlü ve muktedir bir imparatoriçenin, bir kadın karakterin o devirde bile hazmedilemediğini, fark etmesini istedim.

-Vordonisi adıyla ilk kez karşılaşacak okurlar vardır. Vordonisi’nin hikâyeniz için anlamı nedir?

Hemen yanı başımızda bin yıl önce batmış bir ada var, varlığından daha yeni yeni haberimiz oluyor. Üstelik dönemin İstanbul Patriği’nin yaptırdığı bir manastır üzerindeki her şeyle birlikte batıyor. Üstelik Patrik bu adaya çekilmeden önce Ortodoks ve Katolik ayrımının temellerini atıyor. Sonradan da “Aziz” ilan ediliyor. Ortodoks dünyası ve İstanbul tarihi için önemli bir ayrıntı olduğunu düşünüyorum.   

-Kitapta cadılık, şifacılık, fitoterapi, kâhinler, tünel cinleri gibi unsurlar kullanmışsınız. Bu unsurları karakterlerle özdeşleştirirken okura yabancılaştırmamak için nelere dikkat ettiniz? 

Fantastik kurgunun en güzel yanı bu tarz unsurlar bence. Benim tarzımda olağanüstü olaylar ve kimlikler olağan bir şekilde anlatılır. Abartısız sanki her zaman karşımıza çıkabilecek gibidirler.  Onları öncelikle benim sevmem benimsemem gerekir. Ben seversem okuyucuma da sevdiririm diye düşünüyorum.

-Romanın başkarakteri Mara ile nasıl bir yakınlık kurdunuz, Mara sizin için gerçekte neyi temsil ediyor?

Mara öncelikle ismiyle ön plana çıktı. Bu tarihi kurguyu yazarken henüz Fatih dizileri yoktu. Ama Fatih Sultan Mehmet’in üvey annesi Mara Hatun karakteri, benim sevdiğim bir karakterdi. Onun Fatih’in arkasında durduğunu ve çok sevdiğini hep hissetmişimdir.  Orta çağ Avrupa’sından kaçan bu ailenin kızının adını verirken ilk aklıma gelen isimde Mara oldu. Çünkü romanımda iyi kalbîyle ve olağanüstü güçleriyle ışığın savunucusu o olacaktı.   

-Fantastik ögeleri olan tarihi bir kurgunun bunlara rağmen okurun gerçeklik algısına hitap etmesini neye bağlıyorsunuz?

Böyle bir gerçeklik algısı oluşturması beni mutlu eder. Okuyucumun, tarihi kısımları ve fantastik kurgu bölümleri net olarak anlamış, hikâyeyi yerli yerine oturtmuş olduğu anlamına gelir. Çünkü tarih anlatımlarım gerçeğe dayanırken, kitabın kurgu bölümlerinin de günümüz insanı için net bir mesajı ve sorusu vardır. Işık mı, karanlık mı, senin seçimin ne, hangi taraftasın? İyi ve kötünün binlerce yıllık savaşında sen nerede duracaksın?

-Hikâyenin bir ucu Ayasofya’ya kadar uzanıyor. Ayasofya’nın hem sizin için hem de romanınız için önemini anlatır mısınız?

Ayasofya’sız bir İstanbul tarihini hatta İstanbul’u düşünemem. O nedenle bütün düğümler bu kadim mekânda çözülür. Şimdi ve gelecekte bu her zaman böyledir.   

-Kitabın en zorlayıcı bölümü hangisiydi? Yazarken zorlandığınız ya da en çok uğraştığınız konu neydi?

Su gibi aktı desem, inanır mısınız? Parmaklarım yazmaya yetişmedi adeta. Sanki bu hikâye zihnimde hep vardı da onu yazmamı bekliyordu. Aynı duyguya Göbeklitepe’nin Gizemi’ni yazarken de kapılmıştım. Çok severek yazdım, umarım okuyucum da aynı duyguyla okur ve sever... 

Instagram

Bu makalede öne sürülen fikir ve yaklaşımlar tamamıyla yazarlarının özgün düşünceleridir ve Onedio'nun editöryal politikasını yansıtmayabilir. ©Onedio

Popüler İçerikler

Berfu ve Eser Yenenler'in 3. Kez O Ses Yılbaşı'na Katılmaları Tepki Topladı
Kızılcık Şerbeti'nin Görkem'i Özge Özacar'dan Pembe'nin Osmanlı Tokadına Yanıt
Kadınların Kırmızı Ruj Sürerek "Çiftleşme" Mesajı Verdiğini İddia Eden Uzman