İnsanlar Neden Bu Kadar Duyarsız?

'Benimle ilgili olsun olmasın her tür acı, aşağılama karşısında duyarsız kalamıyordum, sanki yüreğimin derisi soyuluyordu.”

-Maksim Gorki, Çocukluğum

"SOKAK ORTASINDA... İNSANLARIN GÖZLERİ önünde bir kadın 38 defa bıçaklandı, kimse gıkını çıkarmadı."

Bugünden baktığınızda da tanıdık geliyor mu bu cümle?

Tarih, 13 Mart 1964; yer, New York’un Queens Bölgesindeki Kew Gardens. Kitty Genovese adlı kadın, gece 3.15’te işten döner ve yaşadığı apartman dairesinin 30 metre ilerisine arabasını park eder. Arabadan indikten sonra yanına birinin yaklaşmakta olduğunu görür. Korkar. Hızla yaşadığı apartmanın kapısına doğru koşmaya başlar. Daha apartmanın kapısına gelmeden katili kendisini apartman önüne doğru köşede yakalar. İki defa bıçaklar. Zavallı kadın var gücüyle bağırır ve yardım ister.

İlk bakışta New York şehri için sıradan olarak kabul edilecek cinayetlerden biri gibi görünmektedir. Zaten olay kayıtlara da bir tecavüzcünün saldırısı ve cinayet olarak geçer. Winston Moseley ismindeki katil kısa sürede yakalanır.

Ancak olay hiç de sıradan değildir. Olayı gören tam otuz sekiz kişi vardır. Olay tam bir saat sürmüştür. Sonraki mülakatlarda anlaşılmıştır ki, tüm bu sürede sadece komşulardan bir tanesi katile 'kızı rahat bırak' diye seslenmiştir. O da polis çağırmamıştır. Katil ilk bıçaklamasının ardından arabasına binip uzaklaşmıştır. Kitty ise sürünerek arka kapıya gidebilmiştir. Bu kadar insanın gözü önünde katil on dakika sonra tekrar gelmiştir. Bu sefer siyah geniş bir şapka ile yüzünü gizlemiştir. Kadını, parkta, tren istasyonunda ve apartmanında aramıştır. Bilinci kapalı halde bulmuştur. Onu tekrar, bu sefer defalarca bıçaklamıştır. 

Zavallı kadın kendini hala savunmaya kalkmış ve elleri kesik içinde kalmıştır. Katil, kadının kendinden geçtiğini görmüş ve kadına bir de bu kadar tanık önünden tecavüz etmiştir. Bu safhada gerek bulaşmak istemediklerinden gerek başkalarının aradığı yanılgısına düşerek duruma müdahale eden olmamıştır. Tüm bunlardan sonra sadece Karl Ross isimli bir adam polisi aramış, polis olay yerine gelmiştir. Kitty Genovese ise hayatını kaybetmiştir.

Olayı takiben Times’ın Pulitzer ödüllü yazarı A.M.Rosendal, olayı detayları ile öğrenip gazetesinde yazar. Cinayet, Amerikan kamuoyunda infial yaratır. Tüm mecralarda ilk haber olur. Başlıklar, Amerikan toplumunun duyarsızlığını, aymazlığını sorgulamaya ilişkindir. Nasıl olmuş da, 38 görgü şahidinden hiç biri, olayı telefonla polise bildirmemiştir? Tartışmalar alır başını gider. Cinayeti kamuoyu ile paylaşan Rosendal, şahitlerin ihbarda bulunmamasını; yabancılaşmaya, kayıtsız kalmaya bağlı kalarak değerlendirir. Oysaki olayın başka bir yüzü vardır. Vaka sosyal psikolojiye kapı açan önemli bir varsayımı ortaya koymuştur.

KAVRAM TÜRKÇEYE "BYSTANDER"DEN yola çıkarak, “seyirci etkisi ya da görgü tanığı etkisi” olarak çevrilmiştir.

Kitty Genovese’den hareketle 'Genovese sendromu' adlarıyla da bilinir. Buna seyirci apatisi de denir. Kişilerin civarda başkaları varken acil durumlara müdahale etmemeleri, kayıtsız kalma durumlarını açıklayan bir psikolojik bir olgu olarak değer bulmuştur. Bu durum zihnin doğasından kaynaklanmaktadır. Pek çok nöropsikoloji araştırmasına göre yalnız insanların durumlara müdahale etme potansiyel, topluluk içinde olduğundan çok daha fazladır. Diğerinin varlığının kişinin yardım etme davranışını engellemesi durumu burada açıkça söz konusudur. 

Bunu unutma: “İnsanın içinde bir canavar var olduğunu biliyoruz fakat bu “zalim” insanoğlu, zaman zaman vicdanına yenik düşer. Ruhunun kirlendiğini düşünmek, bedenini arındırma arzusunu tetikler. Bu “Lady Macbeth Etkisi” adı verilen bir güdüyü doğurur. Arındırma faaliyeti, bedenin bir günaha bulaşmış kısımlarına özgüdür.”

Açıkçası bu insanlar yalnız olsaydı, yardım etme olasılığı artar diyen pek çok araştırma bulgusu vardır. Bu durumda bu tip olaylarda basit varsayım hatalarından bahsetmek gerekir. Tek cevabın “duyarsızlık” olmadığını bilmek lazım. Bu tip oluşlarda ortamda bulunan seyircilerin fazlalığı, oradakilerden birisinin yardım edeceğini düşüncesini ve dolayısıyla yanılgısını açıkça ortaya çıkarır.

“Bu nasıl bir duyarsızlık, ben olsaydım böyle yapmazdım “düşüncesiyle yola çıkmamanızı salık veriyoruz. Her gün “seyirci etkisi”nin onlarca örneğini yaşıyoruz. Etrafımızda, kazalar, savaşlar oluyor. Toplumun neredeyse tümü her geçen gün fosil yatırlarla daha da çok kirlenen gezegenimiz hakkında kayıtsız kalması da cabası. Peki, seyirci etkisine ilişkin zihnin arka planını irdelemeye çalışalım. İnsanın primativ zihni sıradan oluşları devamlı olarak “acaba şimdi güvenli miyim” şeklinde sorguluyor. Burada motor bir davranış olarak sürekli süregelen bir davranıştan söz ediyoruz. 

Kapitalist, sanayileşmiş, mevcut durumda dijitalleşmiş kapitalist zihinden de söz etmeliyiz. Sürekli olarak tetikleyici vazifesi gören medya imajları ve verileri, bilinçaltımızdaki sosyal düzen için belirlenen durumları ortaya çıkarıyor. Biz bu tür filmler, dizileri sürekli izliyoruz. Kişiler için benzer durum içerisine var olan korkuları yaklaştıran imgeler bunlar. “Karışırlarsa, ya kendileri de kurban olursa?” Görmemezlikten gelmek ya da “kendilerinden bile izinsiz” anlamazlıktan gelseler? Ne dersiniz, daha kolay ve güvenli değil mi? 

Bunu Unutma: “Görünen her şey görünmeyenden kaynaklanır! Hinduizm’de 5 ayrı yaşam ilkesi vardır ve bunlar varoluşu yansıtır: ahimsa (öldürmeme), satya (doğruyu söyleme), brahmaçarya (cinsel ölçülülük), mokşa (özgür olma) ve aparigraha (açgözlü olmama). Ve onlara göre tüm bu ilkeler evrelere bağlıdır. Üçümüzden gelir geçerler. Bazen de uzun süreli konaklarlar. Hep kaldıkları da olur! O nedenle bir insanda varoluşun tüm halleri vardır. İnsan sadece bu kadar hareketli halde olduğu için ilahidir.”

Açıkça kalıplara giriyoruz. İnsanın hayal gücü, duygular vb. hep zihnin içinde dolayısıyla tamamen kalıplara göre eylemlerimizi sergiliyoruz. Hatta imgelerin anlamlarını öğrenerek hayal gücümüzü zedeliyoruz. Endüstriyel-dijital gelişmiş bir toplumda var olan ortalama bir zihin pratiği, yaşamın rasyonel biçimde sürdürmek üzerindedir. Statü, kimlik, aidiyet peşinde koşan zihin, güven içinde bir yaşamı arzulayarak, asıl derdi olan “sergileme arzusuna” koşuyor. Kendine ve doğaya yabancılaşan zihin, artık bireysel olduğundan daha az sorumlu hissetme eğiliminde olur.

Öyle ki artık duyularımızdan bile sıyrılıyoruz.  Bakın Yuval Noah Harari, Homo Deus: Yarının Kısa Bir Tarihi’nde ne diyor: 

“Küçük bir nüfusla muhatap olurken işe yarayan burnumuz, Sapiens daha büyük gruplarla yaşamaya başlayınca önemini kaybetti, örneğin ABD’nin Çin’e duyduğu korkuyu koklayamazsınız; insanların koku duyuları böyle böyle etkinliğini yitirdi. On binlerce yıldır kokuya odaklanan beyin bölgeleri, yerini okuma, matematik ya da soyut düşünme gibi görevlere devretti. Sistem, sorunların üstesinden gelmek için nöronlarımıza komşularımızı koklamasını değil onları diferansiyel denklemler olarak ele almamızı önermektedir.”

Siz burunlardaki kaybın vicdanlarda olmadığını mı düşünüyorsunuz?

Popüler İçerikler

MHP, TikTok'un Kapatılması İçin Kanun Teklifi Hazırlıyor: "Ahlak Yok Olursa Gelecek Yok Olur"
Konya'da 14 Yaşındaki Öğrencisini Taciz Eden Lise Öğretmeninin Cinsel İçerikli Mesajları Mide Bulandırdı
Sonunda Bu da Oldu: Antalya'daki Bir Otelde Türk Müşteriden 120 Euro "Milliyet Farkı Ücreti" Alındı
YORUMLAR

Allah belanızı vermiştir umarım hepinizin

SEN DE YORUMUNU PAYLAŞ