İngiltere'nin Adeta Bir Distopyaya Dönüştüğü Victoria Dönemi'nden 16 Garip Günlük Aktivite

1. Kadınların iç çamaşırlarının arası yoktu. Gerçekten.

Her kadın kıyafetinin alt katmanında yukarıdaki gibi bir çift büzgülü pantolon bulunuyordu. Ama bu büzgüler “iç çamaşırı” olarak değil, sadece bacakları kapaması için tasarlanmıştı. Bu, kadınların tuvaleti daha rahat kullanmalarını sağlıyordu çünkü her şeyi kapatan birkaç katmandan oluşan bu kıyafetler aynı zamanda çok ağırdı.

2. Bu da o zamanlar regl dönemlerinin adeta bir kabus gibi geçmesinin nedenlerinden biriydi.

Birçok tarihçi, hijyenik pedlerin yokluğunda kadınların üst üste çok kıyafet giymeleri sebebiyle, bir şey yapmadıklarına ve çamaşırlarına kanın serbestçe sızdığına inanıyordu. Diğer “çözümler” arasında bebek bezinin bele kemerle tutturulması ve domuz yağı kullanarak koyun yününü vulvaya yapıştırmak bulunuyordu. Şükürler olsun ki şimdi ped ve tamponlarımız var.

3. Kadınlar tamamen kıllıydı.

Kadınlar için jilet gibi bir şey yoktu ve tüy dökücü kremler olmasına rağmen çok toksiklerdi ve sadece yüz, eller ve kollar için kullanılıyorlardı. Yani koltukaltları ve bacaklar oldukça kıllıydı. Kumaş parçaları altına gizlenmiş olduklarından bu o kadar da büyük bir olay değildi.

4. Londra’daki Thames Nehri kanalizasyon atığı ve ölü hayvan ile öylesine doluydu ki, üstünden yürüyüp geçebilirdiniz.

1860’lara gelindiğinde kanalizasyon için başka bir havuz olmadığından binlerce tonluk ham dışkı maddesi Thames’e dökülüyordu. Aynı zamanda nehir şehrin ana içme suyu kaynağıydı. Binlerce insan dizanteri, kolera ve tifodan öldü. İnsanlar onları hasta edenin kirli hava olduğunu düşünüyordu.

5. Sokaklar da inanılmaz biçimde tiksindiriciydi.

1891 yılında yazılan yazıda, Lady Harberton Londra'nın içinde çıktığı kısa yürüyüşü esnasında uzun elbisesinin iki puro izmariti, dokuz sigara, bir domuz turtası, dört kürdan, iki saç tokası, bir dilim kedi eti, bir bot tabanının yarısı, bir tütün (çiğnenmiş), saman, çamur, kağıt artıkları ve çeşitli sokak çöpünü (kaka) topladığını aktarmıştı.

6. 1860’larda elbiseler öyle genişledi ki kadınlar sık sık kapı aralığına sıkışıyordu.

1850’den 1870’e kadar süren “Kabarık Etek Dönemi” gerçekten kocaman kıyafetler yaratmak için ahşap bir çember üzerine artarak süslüleşen etekler geçirmeyi içeriyordu. Kapıları engellemenin yanı sıra, kabarık etekli kadınlar sıklıkla mumlara değerek kendilerini ateşe verdiler ve bu yüzden bu trend o kadar da uzun sürmedi. Hiciv dergisi Punch, kocalara eşlerine yangın sigortası yaptırmalarını tavsiye etmişti.

7. Kirletilmiş ve katkılı gıdalar yaygındı.

Pastörizasyon icat edilmeden önce, süt tüberküloz yayabiliyordu. Özellikle büyük şehirlerde, satın aldığınız şeylere güvenemezdiniz. Ahlaksız tüccarlar taze etin yağıyla kapladıkları çürük etleri satardı, fırıncılar ekmeği daha beyaz göstermek için şap ve tebeşir eklerlerdi. Diğer hilelerden biri de turşu ve diğer korunmuş gıdalara arsenik eklenmesiydi. Muhtemelen ölümle birlikte.

8. Kraliçe Victoria yemek yemeyi sever ve ışık hızında yerdi.

Victoria sıkı bir şekilde yetiştirilmişti ve çocukken çok fazla yemesine izin verilmezdi. Bu yüzden kraliçe olduğunda kaybettiği zamanı telafi etmek için yemin etti. Aynı zamanda yemeğini inanılmaz derecede hızlı bir şekilde yiyordu, bu da misafirleri için bir problemdi. Sadece bir lokma almış olsalar bile, eğer Kraliçe Victoria yemeğini bitirmişse misafirler de yemeyi bırakmak zorundaydılar. 1880'lere gelindiğinde Kraliçe'nin beden kitle indeksi 32’ydi, ki bugünün standartlarında bu onu obez yapardı.

9. Diş macunu kömür ve baldan yapılıyordu.

Bir dergi, “diş macunu” için bir reçete paylaşmıştı. Reçetede “bir macun haline getirilen bal ve kömür, dişleri temizlemek için mükemmel bir ilaçtır” diyordu. Mangal kömürü? Belki. Fakat bal? Hayır, bu sadece dişlerinizi daha fazla çürütür.

10. Kadınlar yüzlerine et bağlarlardı.

Bir güzellik tavsiyesi yazarı, kadınlara 'başlarını her gece ince bir dilim taze sığır eti ile bağlamaları' talimatını verdi, böylelikle 'ciltlerinin kırışmasını önleyeceklerini ve tenlerine genç bir tazelik geleceğini' söylüyordu. Tabii ki, köpeğiniz uykunuzda yüzünüzü yemezse.

11. “Köpek Suratlı Çocuk” 1870’lerde Londra ve Liverpool’daki en popüler atraksiyonlardan biriydi.

O Fedor isimli bir Rus’tu. O ve babası Andrian “şimdiki çağın en büyük insan gizemlerinden ikisi” diye tanımlanıyordu. Yüzleri kıllarla kaplıydı ve bu onları Skye terrierlerine benzetiyordu. Andrian alkolizmden kaynaklı sebeplerden öldü ancak onun ardından Fedor yıllar boyu “performans sergilemeye” devam etti.

12. Erkek çocukları okul çağına kadar elbise giyerlerdi.

Daha zengin aileler cinsiyete bakmaksızın çocuklarına çoğunlukla beyaz, fırfırlı elbiseler (varlık arttıkça fırfır ve dantel de artıyordu) giydirirlerdi. Hem kız hem erkek çocukları kurdeleli boneler takarlardı. Kulağa mantıklı bir fikir gibi geliyor.

13. Çocukların neredeyse %50’si 5 yaşından önce ölüyordu.

En kötü ölüm oranı gecekondu bölgelerindeydi, özellikle de Londra’nın çaresiz Seven Dial bölgesi ve Manchester’daki “yeryüzündeki cehennem” lakaplı gecekondu bölgesi Angel Meadow'da. Çoğunluğu İrlandalı göçmenlerden oluşan 30.000’den fazla işçi bu bölgelerde sadece bir buçuk kilometrelik bir alana sıkıştırılmıştı. Birçok Angel Meadow çocuğu kendi kaderlerine terk edildi, hurdaların arasında hayatta kaldı; bazıları sokak kedilerini bile yerdi.

14. Kederli aileler çoğunlukla yaşıyorlarmış gibi poz verdirdikleri çocuklarının cesetlerinin portrelerini çektirirlerdi.

Zengin insanlar fotoğrafı bir fotoğrafçıya çektirirdi ama daha fakir aileler sık sık eskiz sanatçılarına bel bağlarlardı. John Callcot Horsley isminde iyi kalpli bir sanatçı yakın zamanda ölmüş çocukların resimlerini ücretsiz çizmek için sık sık morgları ziyaret ederdi. Bu ölüm sonrası fotoğraf, ailelerin sahip olabileceği çocuklarına benzeyen tek şey olurdu.

15. Zengin insanlar her nedense dana kulağı çöreği yerdi.

Obur fakat tutumlu Victoria Dönemi'nde hiçbir şey ziyan edilmezdi. Bütün haldeki dana başları akşam yemeği için kaynatılırdı ve beyinleri meze olarak pişirildi; pembe topaklar tereyağlı bir sosun içinde yüzerdi. Danaların kulakları tıraşlanır, kaynatılır ve kızartılırdı. Hannibal Lecter’in evine akşam yemeğine gitmek gibi bir şey olsa gerek.

16. Darwin tuhaf hayvanları oburca yemeye bağımlıydı.

Nadir hayvanların üzerinde çalışmanın yanı sıra, Charles Darwin onları yemekten de keyif alırdı. Katıldığı “Obur Kulübü” denen bir Cambridge topluluğunda o ve arkadaşları şahin, sincap, kurtçuk ve baykuş gibi garip yemekler yerlerdi. Beagle’de keşif yolculuğundayken iguanaları, dev kaplumbağaları, armadilloları ve bir pumayı yedi. 

Ne yazık ki, “Bana timsahlı bir sandviç hazırla, bi' de hızlı ol.” dediğine dair bir kayıt yok.

Popüler İçerikler

"Aşk Solcudur..." Kızılcık Şerbeti'nde Deniz Gezmiş Anıldı
Müge Anlı'da Yeni Bir Fenomen Doğdu: Habibe Kendine Has Tarzı ve Tavrıyla Hepimizi Fena Gaza Getirdi!
Almanya’daki Saldırıyı Kim Yaptı? Noel Pazarı Saldırganının Kimliği ve Röportajı Ortaya Çıktı
YORUMLAR
04.12.2018

Şans eseri yaşamış insanlar.

04.12.2018

ingiliz medeniyeti diye tutturup duruyolar paçalarından pislik akıyormuş. dışarıya çok temiz görünenler evlerinde çok pis der annem çok haklıymış kadın

15- Hannibal Lecter'in evinde akşam yemeği gibi diyorsun ama o kelle kaynatma, beyin falan bizim corbacilarda her gün olan bir şey zaten. Kulak hariç. Sen hiç kelle-paca, işkembe, beyin çorbası icmedin mi editör? Bu arada ölü hayvanlı ve boklu suyu içtiklerini okuduğumda bir öğürme gelmedi değil.

SEN DE YORUMUNU PAYLAŞ