Ne güzel söylediniz. Evet, müfredat da nota da aslında birer çerçeve. İkisi de tek başına anlam üretmez; içine konulan düşünce, duygu ve yorumla hayat bulur. Ders anlatırken bir konunun tarihsel bağlamını, neden-sonuç ilişkilerini ve insan hayatındaki karşılığını tartışırım. Müzikte ise aynı yolu, ses ve söz üzerinden yürürüm. Amfide kavramlarla kurduğum bağı, müzikte melodilerle ve imgelerle kurarım. İkisinde de amacım, karşımdakine sadece “bilgi” ya da “melodi” aktarmak değil; bir anlam alanı açmak, orada birlikte düşünmek ve hissetmektir. Farklı araçlar gibi görünseler de ikisi de bana aynı şeyi hatırlatır: Anlatmak, aktarmak, paylaşmak aslında bir davet çıkarmaktır. Dinleyiciyi ya da öğrenciyi, kendi hikâyesiyle buluşabileceği bir alana davet etmek… Sanırım bu yüzden, ders anlatırken de şarkı söylerken de aynı özeni göstermeye çalışıyorum.
Gençlerle olan temasın dönüştürücü etkisinden bu esnada söz edebilir miyiz?
Tabii. Ama şöyle, gençlerle temas, benim için tek yönlü bir aktarım değil; karşılıklı bir etkileşim. Onlar, yaşadıkları çağın ritmini, dilini ve duygusunu doğrudan taşıyorlar. Bu ritim bazen bana unuttuğum bir soruyu, bazen de hiç düşünmediğim bir ihtimali hatırlatıyor. Mesela derste anlattığım konu her neyse, onlarla konuşurken yeniden keşfederim; müzikte ise dinleyicinin dünyasından sızan imgeler ve duygular şarkılara karışıverir. Onlarla temas, bana kendi kalıplarımı fark ettirir ve gerektiğinde o kalıpları kırmam için yüreklendirir.
Belki de iktisat gibi sistemin tam odağında olan bir konuda bile eleştirel bir alan açabilmek mümkündür; bu alternatif alanı açarken “dönüşüm” sürecinde müziğinin rolü ne kadar büyük?
İktisat, çoğu zaman soğuk veriler ve sistem diliyle anılır. Ama o verilerin arkasında gerçek hayatlar, gerçek hikâyeler vardır. Eleştirel alanı açmak, tam da bu hikâyeleri görünür kılmakla mümkün. Ben akademik çalışmalarımda da derslerimde de bunu yapmaya çalışırım. Örneğin kadınların iş gücüne katılımı üzerine verileri tartıştırırken, sadece istatistikleri okumayız. Her sayının arkasında hayat hikâyeleri olduğunu anamaya çalışırız: Bir öğrencinin kendi çevresindeki kadın girişimcilerden, bir başka öğrencinin ailesinden örnekler getirerek sayıları somutlaştırırız. Böylece teorik kavramlar, günlük yaşamla buluşuverir.
Müzikte ise bu, başka bir düzlemde, ses ve söz düzlemindedir. Derslerimde eleştirel düşünceyi kavramsallaştırır; müzikte ise ona duygusal bir alan açarım. İkisinin birleştiği yerde, sadece zihni değil, kalbi de dönüştüren bir etki oluşur. O yüzden müzik, en azından benim hikâyemde, bu dönüşümün kalbinde yer alıyor.