Ken Loach’un The Angel’s Share filmi, bu sınıfsal farkları viski kadehinde gösteren güzel bir örnek sunar. İskoçya’da sabıkalı, işsiz, umutsuz gençlerle tanışırız. Bir tadım etkinliği sırasında içlerinden Robbie’nin olağanüstü bir damak tadı olduğu ortaya çıkar. Zengin koleksiyonerlerin milyonlar ödediği nadir bir fıçı keşfederler ve fıçıdan neredeyse fark edilmeyecek kadar az viski çalıp satarlar.
Viski dünyasında “angel’s share”, fıçıda yıllanırken buharlaşıp meleklere giden paydır. Loach bu kavramı ters yüz eder: Bu kez “meleklerin payı”, hayatın kenarına itilmiş gençlerin sisteme küçük bir oyun çekip kendilerine ayırdıkları paya dönüşür. Onlar için viski, üst sınıfın uzun uzun kokladığı bir hobi değil, yoksulluktan ve damgalanmış kimlikten kaçış bileti olur.
Filmin usulca fısıldadığı şey şudur: Zevkler doğuştan gelmez, öğrenilir; ama o zevke kimlerin erişebileceğine sınıf karar verir. Kimin damak tadı “gurme”, kimin damak tadı “ucuz içkiye alışmış” sayılacak, buna da biraz para, biraz eğitim, biraz da kader karışır. Aynı aromayı alan burun, bir sofrada “ne ince zevk” diye övülürken, başka bir masada “yıllardır aynı ucuzluğu içmekten böyle olmuş” diye küçümsenebilir.
Son Yudum: Kimin İçkisi, Kimin Bedeli?
Bütün bu tablo, alkolün sınıfsal ayrışmanın hem aynası hem de makyajı olduğunu gösteriyor. Aynasıdır, çünkü kim olduğumuzu, kimlerden ayrışmak istediğimizi, kime benzemek için çabaladığımızı yansıtır. Makyajıdır; çünkü bu ayrışmayı görünmez, hatta doğal kılar. “Ben bira insanıyım” cümlesi çoğu zaman “ben o şarapçılardan değilim” anlamına da gelir. “Biz rakıda sohbet ederiz” diyen, belirli bir kültürel kodu, bir sofra düzenini, bir dil ritmini sahiplenir.
Bu yüzden, alkolü konuşurken asıl mesele tek tek insanların iradesi değil, kimin hangi bedeli ödeyerek içtiğidir. “Gençler çok içiyor” ya da “insanlar eskisi kadar içemiyor” diye yakınmadan önce belki de şu soruları sormalıyız: Kim hangi bedel karşılığında içiyor? Kim içtiği için yargılanıyor, kiminki “tadım etkinliği”ne terfi ediyor? Aynı promil, bir elde “özgürlük” ifadesi, öbür elde “sorumsuzluk” olarak nasıl okunuyor?
Belki de en doğrusu, masadaki kadehi biraz da böyle okumaktır: İçinde sadece alkol yok, sınıf, ideoloji, yorgunluk, isyan, kaçış ve bazen de inat var. Kadehler tokuşurken, aslında hayatlarımız birbirine çarpıyor.