Bu Yıl Okumadığınıza Pişman Olacağınız 2015'in En İyi 50 Romanı

Idefix ve Sabitfikir, 2015'in en iyi romanları listesini açıkladı. 5 senedir bu listeyi hazırlayan ekip, listenin nasıl oluştuğuna dair şöyle bir açıklama yaptı: ' Bu yıl, örneğin Barlas Özarıkça’nın Ters Adam, George Orwell'in Boğulmamak İçin, Stanislaw Lem’inGelecekbilim Kongresi, Witold Gombrowicz’in Ferdydurke romanları da bu listeye katkıda bulunan kimi isimlerin aklına gelen romanlardan bazılarıydı; ama bu kitapları listemizde göremeyeceksiniz. Çünkü biz sadece Türkçede ilk kez basılan kitapları listeye dahil etmeyi tercih ettik. Aynı şekilde, Harper Lee’nin akıllara sıklıkla gelen Tespih Ağacının Gölgesinde isimli romanı da Kasım 2015 tarihinde yayımlanmış olduğu için bir sonraki yılın listesine kaldı.

Kasım 2014 ile Kasım 2015 tarihleri arasında yayımlanmış 50 romanı, 56 isim belirledi. Herkes kendi 10 kitabını önerdi ve ortaklıklar üzerinden, ortaya bu liste çıktı. Yani seçicilerin her biri, tüm listeden sorumlu değil. Hatta, belki de, bir seçicinin hiç mi hiç beğenmediği bir kitap bu listeye en tepeden girmiş olabilir. Ne ki, bu bizim gözümüzde, kaçınılması gereken bir durum değil.'

Listeyi kimler seçti?

A. Ömer Türkeş, Ahmet Ergenç, Ali Bulunmaz, Arzu Erol, Asuman Kafaoğlu-Büke, Aysu Önen, Bâki Asiltürk, Behçet Çelik, Behlül Dündar, Berrak Göçer, Burcu Arman, Burcu Bayer, Bülent Usta, Can Semercioğlu, Cenk Gündoğdu, Ceyhan Usanmaz, Derviş Şentekin, Egem Atik, Elif Tanrıyar, Eray Ak, F. Cihan Akkartal, Faruk Duman, Ferhat Uludere, Fırat Demir, Gökçe Gündüç, Hakan Bıçakcı, Halil Türkden, Hande Gürses, Hande Öğüt, Hasan Cömert, Hayati Roman, Hikmet Hükümenoğlu, Hilmi Tezgör, İpek Şoran, Kaya Genç, Kıvanç Koçak, küçük İskender, Levent Cantek, Mehmet Said Aydın, Melisa Kesmez, Meltem Gürle, Mert Tanaydın, Mustafa Çevikdoğan, Müge Karahan, Nazan Maksudyan, Nilay Kaya, Nurduran Duman, Oylum Yılmaz, Sabri Gürses, Seda Ateş, Sibel Oral, Şima İmşir Parker, Tanıl Bora, Tülin Er, Yankı Enki, Yenal Bilgici

Not: Kitaplara dair notlar Pandora'dan alınmıştır.

50. Thomas Bernhard / Kireç Ocağı

“İnsan insanlarla sadece kirlenir.”

Konrad, beş yıl boyunca kendini ve tekerlekli sandalyeye mahkûm eşini hapsettiği, metruk kireç ocağında tuhaf işitme deneyleri yürütürken İşitme başlıklı sanatsal-bilimsel-yazınsal başyapıtını yazmaya hazırlanır. Sonunda, kaç kurşunla olduğu bilinmemekle birlikte, karısını öldürür. Gün geçtikçe karanlığa gömülen bir ses labirentini andıran, dış dünyadan yalıtılmış kireç ocağının öyküsü bu “bilinmez son”la başlar...

Thomas Bernhard, en vurucu romanı Kireç Ocağı’nda, gözde temalarından biri olan kusursuz başyapıt tasarısıyla yaşama eylemi arasındaki çatlağı gösteren zihinsel çalışmanın kâğıda dökülmesindeki imkânsızlığı, saplantı, öfke, delilik eşiklerinde gidip gelen insanın karanlık, sakatlanmış, tekinsiz karakterini açığa çıkaracak “vuruş”larla araştırmaya girişiyor. Belki de yazar en can alıcı işitme deneyini okurla yaparken en dehşet verici cümle yine okurun kulağında çınlıyor: İnsan insanlarla sadece kirlenir.

“Dünyamızı, bilim dünyamızı birdenbire kaplayan netlik bizi dehşete düşürüyor, bu netliğin içinde donuyoruz ama onu biz istedik, biz çağırdık, dolayısıyla şu anda hüküm süren soğuktan şikâyet etmeye hakkımız yok. Netlik arttıkça soğukluk da artar.” - Thomas Bernhard

(ilk romanı Don ile aldığı Bremen Edebiyat Ödülü konuşmasından)

“Soğukluk olmadan netlik olur mu? Thomas Bernhard’ın Kireç Ocağı bu soruyu cevaplamıyor. Ancak bu soru, Kireç Ocağı olmadan cevaplanamaz.”

- Ernst-Wilhelm Händler, Frankfurter Allgemeine Zeitung

“Bernhard’ın düzyazısı hipnotize edici, durdurulamaz, düşüncenin kendisi kadar hızlı. Bütün büyük yazarlar gibi her an her şeyi söyleyebileceği düşüncesi uyandırıyor.” - The Washington Post Book World

'Bernhard'ın kahramanları ne kadar kaçmaya çalışırlarsa çalışsınlar dış dünyaya fazlaca açıktırlar; zihinlerinin içine çekileceklerine dış dünyanın anarşisini kucaklarlar (…) hastalığa, yenilgiye, haksızlığa teslim olmazlar, sonuna kadar çılgın bir öfke ve hırsla mücadele ederler. Sonunda yenilmişlerse eğer bizim okuduğumuz onların yenilgisi ve teslimiyeti değil hırslı kavgaları ve mücadeleleridir.' - Orhan Pamuk

49. Andrey Bitov / Puşkin Evi

Andrey Bitov, çağdaş Rus edebiyatının dönüm noktalarından biri olan Puşkin Evi romanında, klasik Rus edebiyatının temel eserlerinden yola çıkarak “Puşkin’in yarattığı Rus edebiyatı nedir?” fikrinin özünü sorguluyor. Rusya’da postmodern romanın ilk örneği olarak bilinen Puşkin Evi, yıllarca ülkesinde yasaklıydı.

Genç filolog Leva Odoyevtsev’in, Puşkin Evi adıyla anılan Rus Edebiyat Enstitüsü’nde görevli olarak nöbete kaldığı bir Ekim Devrimi kutlaması gününü merkeze alan roman, onun yaşamöyküsüyle birlikte polisiye bir 20. Yüzyıl Rusya Tarihi gibi gelişir. Votka, düello, tütün ve edebiyattan aşka, bürokrasiden antisemitizme dek bolca entelektüel tartışma...

“Puşkin Evi parlak, dizginsiz, cesur bir roman... Leningrad denen şehri canlı ve simge yüklü bir varlığa dönüştürüyor ve yaşanan olayları başdöndürücü metaforlarla yerle bir ediyor... Neresinden bakarsanız bakın; küçük sürprizler kristal gibi çoğalıyor.” John Updike, New Yorker

“Ateşli bir zekânın ürünü... Bu eser en çok Dostoyevski’yi getiriyor akla.” New York Times Book Review

“Bitov’un sıradan sebep sonuç fikirlerine yaklaşımlarla ilgili betimlemeleri genellikle çarpıcı, bize Andrey Belıy, Nabokov ve Yuri Oleşa’yı hatırlatan imgeler kuruyor... Puşkin Evi sık sık Sterne’ün Tristam Shandy’sini getiriyor akla...” Nation

“Bitov’un romanı anlatım ve deneyimler açısından Pasternak’ın romanı kadar zengin ve yüksek bir sanatsal başarı.” Washington Post

48. Colson Whitehead / Bölge Bir

“Titreyip kendine gelmeye muhtaç, dibe vurmuş günümüz toplumuna dair zekice kurgulanmış bir metin.” – The Seattle Times

Amerikan edebiyatının en iddialı isimlerinden Colson Whitehead, Bölge Bir’de, büyük bir salgının ardından yerle bir olan dünyada, yaşayan ölülerle ölmeden yaşamaya çabalayanların öyküsünü anlatıyor. Bir zamanların şaşaalı New York şehrinde, kurtlar sofrasında sağ kalmanın tüm incelikleri ve uygarlığın bağırsaklarında verilen amansız savaşın öyküsü... Bölge Bir, çivisi çıkmış dünyada kaybedecek hiçbir şeyi kalmamış olan leşleri, kopukları ve medeniyet adıyla bilinen hastalığın son safhasını gözler önüne seren, dehşetli bir çağdaş yaşam alegorisi.

Devası bulunmayan bir salgının öyküsü bu, yaşam da dedikleri.

“Umut en tehlikeli uyuşturucudur, sakın kullanma.”

47. Peter Stjernström / Dünyanın En İyi Kitabı

Dünyanın en iyi kitabını yazmak mümkün mü?

Titus Jensen, alkol problemi olan bir yazardır.

İçinde bir çok-satana yakışan her türlü konuyu barındırması gereken ?Dünyanın En İyi Kitabı’nı yazma fikri ortaya çıktığında, Titus’tan istenen alkolden uzak durması ve binlerce sayfaya ulaşabilecek bir

potansiyel barındıran bu kitabı 250 sayfaya sığdırmasıdır.

Titus’un bu fikri beraber geliştirdiği şair arkadaşı Eddie X ise Titus’un arkasından birtakım işler çeviriyor gibi gözükmektedir. Titus, Eddie’nin kendi fikrini çalmış olabileceğinden şüphelenir.

Kim bilir, belki Eddie de Dünyanın En İyi Kitabı’nı yazıyordur…

Kitap içinde kitap” okumanın zevkini yaşatan Dünyanın En İyi Kitabı,

mizahıyla, akıcılığıyla ve yayın dünyasına getirdiği eleştirilerle her kitap kurdunun okuması gereken bir roman.

46. Javier Marias / Karasevdalılar

María Dolz her sabah işe gitmeden önce kahvaltı ettiği kafede adeta onun için bir mutluluk timsaline dönüşen evli bir çifti gözlemlemeye başlar. Bu, onun için, sabahlara neredeyse daha kolay başlamanın bir yolu olmuştur. Ta ki uzun bir süre bu gözlemlerine ara vermek zorunda kalıp adamın bir meczub tarafından öldürüldüğünü öğrendiği güne kadar... Derken kendiliğinden gelişen bir ilişki María’nın cinayetin ayrıntılarından haberdar olmasını sağlar...

Sarhoş edici bir sevda, birbiri ardına patlak veren kah sevindirici kah üzücü olaylar, cömertlik ve bencillik halleri, cezasız kalma, ölenlerin hayatımızda yer işgal etmeyi sürsürmesi, hafıza, mutlak hakikatin bilinemezliği: Marías’ın en oyunbaz romanlarından biri olan Karasevdalılar’ın muammalarından bazıları. İnsan ilişkilerinin görünenin altında yatan karmaşık yapısına işlenmiş muammalar...

“Ustalıkla yazılmış bir roman.”

Alberto Manguel

“Karasevdalılar, cinayet romanı gibi görünen metafizik bir keşif gezisi.”

The Spectator

45. Geoff Dyer / Venedik'te Aşk Varanasi'de Ölüm

İki yılda bir uluslararası sanat camiası Bienal’in açılışı için Venedik’e akın eder. Bunların arasında bıkkın ve umarsız gazeteci Jeff Atman da vardır. Gündüzleri enstalasyonların yani promosyon bez torbaların peşinden koşan sanatseverler, geceleri masrafların kurumlara yazdırıldığı alkol ve uyuşturucu dolu partilerin birinden diğerine giderler. Mesleğine ve kendine tamamen yabancılaşmış Jeff Atman, bu gecelerden birinde karşısına çıkan Laura’yla adeta yeniden doğar ve kaybettiği heyecanını tekrar kazanır. Kısa bir sürede alevlenen aşkları ve yakaladıkları uyum kalıcı olacak mıdır?

Her yıl binlerce insan, Hindistan’ın en kutsal kenti olan Varanasi’nin Ganj kıyısındaki basamaklarına akın eder. Bunlar arasında gazeteci olan gizemli anlatıcımız da vardır. Daha önce Venedik’te rastladığımız Jeff midir bu, yoksa bambaşka biri mi? Birkaç günlüğüne gelip de aylarca Varanasi’de kalan anlatıcımız, burada varoluşunu sorgulamaya başlar ve benliğini bulur. Yoksa kaybeder mi demeli? İsteyerek veya zorunluluktan geride bıraktığı tüm hazların bir yansımasını görür kutsal Ganj’ın kirli sularında. Dünyanın çok farklı köşelerindeki bu iki eski su kenti birbirine geçmeye, birbiriyle kaynaşmaya başlar. İki farklı kentte geçen iki farklı öykü, aslında tek bir öykünün iki farklı yüzü olabilir mi?

Çağdaş İngiliz edebiyatının en önemli isimlerinden Geoff Dyer hiçbir koşulda elden bırakmadığı ironik yaklaşımıyla modern dünyanın modern insanlarının açmazlarını, tatminsizliklerini ve çelişkilerini pırıltılı bir anlatımla işliyor.

44. İsmail Güzelsoy / Değmez

Kelimelerin gücüne, edebiyatın büyüsüne inancını koruyanlar için…

Benim için çizdiğin kader planını kabul etmiyorum!

“Tanrı, insanın ölümsüzlüğe varmış halinden başka bir şey değil” diye cevaplıyordu beni Selman Dermanî. “Ölüm ile kesilen bir hayatın hiçbir anlamı yoktur. Değmez... Bütün bu çabalara, sağalmaya, hasta olmaya, iyileşmeye, çalışmaya, mülk edinmeye, çocuk yapmaya, âşık olmaya değmez. Lisan öğrenmeye, şiir okumaya, saz dinlemeye, mutlu olmaya değmez.

Ancak ölümsüzlük varsa bu dünya hayatının bir anlamı olabilir. Kendimi yeniden, sıfırdan üretmeyi istiyorum. Bunu yapacağım. Hakkım! Kadere teslim olacaksak mağaralara dönelim, haydi!..”

İnsan yalnızca bir kez “Değmez” diyebilir, ikinci kez bunu tekrarlıyorsa sahtekârdır. İlk söylediği anda kalemini kırmıştır zaten.

Aras Nehri’nin dibinde buz tabakasının altında bir adam yatıyor: Bir edip. Faruk Ferzan. “Ne oldu bana? Öldüm mü?” diye soruyor kendi kendine… Öldü mü? Ölmediyse birinin onu kurtarması gerekecek. Yola devam etmesi gerekecek. Aşk yaşanmaya değerse bunu yapmalı…

El çabukluğuyla bizi efsunlayan bir yazar var karşımızda… Fennî Sihirler yapan bir sihirbaz!..

İsmail Güzelsoy Değmez’de hayatın en büyük iki sırrının, aşkın ve ölümün dansını koyuyor sahneye.

Kelimelerin gücüne, edebiyatın büyüsüne inancını koruyanlar için…

43. Jörg Fauser / Hammadde

Junky’lere ev sahipliği yapan ucuz otel odaları, sabahçı kahveleriyle Cağaloğlu; gitar çalan hippileri, dünyanın herhangi bir yerinde satmak için mal arayan ve bağlantı kovalayan uyuşturucu tacirleri, Avrupa turuna çıkmış savaş karşıtlarıyla Sultanahmet; kahvehanelerinde ağızlarından salyalar akarak torbacı bekleyen afyon bağımlıları, oto hırsızları, dolandırıcıları, gaspçıları ve sokaklarda kimliği belirsiz ölüleriyle Tophane... İşgal evleri, komünleri, öğrenci örgütleriyle Berlin; göçmen işçileri, meyhaneleri dolduran mutsuz müdavimleriyle Frankfurt...

Bugün Alman yeraltı edebiyatının en önemli temsilcilerinden sayılan Jörg Fauser, dünyanın dört bir yanından gelmiş Beatnikleri ve kolera salgınıyla başka bir İstanbul ile Baader-Meinhof’un yüreklerde devrim ateşini yakmaya başladığı Almanya arasında salınan otobiyografik bir kendini gerçekleştirme

mücadelesi anlatıyor. Var olmanın belki de ancak yazmakla, yazdıklarını yayınlatabilmekle mümkün olduğu bu mücadele, elbette o gün de farklı seslere kapılarını kapatan kültür-sanat camiasının yüksek duvarları tarafından sekteye uğratılmışsa da, elinizde tuttuğunuz Hammadde, Fauser’in bu mücadeleyi kazandığının en somut kanıtı.

42. Patricia Duncker / Foucault'yu Sayıklamak

Okurla yazar arasında, tutku dolu bir yolculuk…

Hep birlikte bekledik. Ellerim, Paul Michel’le görüşmemin engellenebileceği korkusuyla terden sırılsıklam olmuştu. Durgun, esintisiz havada ve yapay ışık altında oturup lekeli spor ayakkabılarımı izleyerek, kendimi sefaletin kollarına bıraktım. Sonra bir mucize oldu. Bir el usulca omuzuma dokundu. Başımı kaldırdım ve Paul Michel’in bana hınzırca sırıttığını gördüm; dünkü bembeyaz önlüklü hemşire de hemen arkasında duruyordu.

| 1997 Dillons İlk Roman Ödülü

| 1997 McKitterick Ödülü

Her şey bir doktora teziyle başladı. Öğrencinin, Fransız yazar Paul Michel üzerine hazırladığı tez, alelade bir akademik çalışmadan farksızdı. Cambridge Üniversite Kütüphanesi’nin tozlu rafları, profesörlerin bıkkın bakışları, metinlerin alışıldık incelemelerinden örülü bir yolda, anlamlar ve çağrışımlar arasında ilerliyordu.

Şikâyeti de yoktu, heyecanı da.

Oysa, birileri bu heyecanı fazlasıyla duyuyordu. Öğrenci, satırların ardındaki kişiye dokunmak üzere olduğunun ve benzerini tatmadığı duygulara doğru sürüklendiğinin farkında değildi... İngiliz yazar Patricia Duncker, metinle çıkılan özgün yolculuğun ve okurla yazar arasındaki saklı tutkunun izini sürdüğü ödüllü romanıyla ilk kez Türkçe’de.

41. Makul Bir Saatte Yeniden Uyansam / Joshua Ferris

Bir ucunda Tanrı’nın, bir diğerinde ölümün gölgesinin yer aldığı bir ringde kum torbasına dönen bir kahramanın yaşama tutunma hikâyesi: Makul Bir Saatte Yeniden Uyansam. Kendi adına kayıtlı bir hesaptan e-postalar almaya başlayınca Tanrı’yı aramaya koyulan tanrıtanımaz bir adamın absürt mücadelesi ya da ağızla başlayıp yürekle son bulan bir macera, bir çağın özeti.

Amerikan edebiyatının genç yeteneklerinden Joshua Ferris, Man Booker’a aday olan bu romanda aynayı bugünün insanlarına tutuyor ve hayli tanıdık bir mizansen dahilinde çağdaş yaşamın dibine vurmanın ne demek olduğunu esprili bir dille anlatıyor. Kendi aklından medet umacağına akıllı telefonuna sığınanlar, sıkıntıya düştüklerinde alışverişle avunanlar ve sürüden ayrılınca kurtlara yem olanlar Ferris’in kaleminde akla hayale sığmayacak noktalara savruluyor ve varoluş başlı başına bir komediye dönüşüyor. Makul Bir Saatte Yeniden Uyansam, kadim bir dine mensup olduğunu öğrenen bir ateistin Tanrı ve çağın saçmalığıyla imtihanından yola çıkarak zorlu bir soru soruyor: Eninde sonunda öleceksek eğer, niçin yaşıyoruz?

Sahi, niçin yaşıyoruz?

40. Kazuo Ishiguro / Gömülü Dev

Romalılar Britanya’yı terk edeli çok olmuş. Viraneye dönmekte koca ülke. Neyse ki ortalığı kasıp kavuran savaş bitmiş.

Britonlar’dan Axl ile Beatrice yıllardır görmedikleri oğullarına kavuşmak için tehlikeli topraklarda zorlu bir yolculuğu göze alıyorlar. Başlarına türlü belanın geleceğini de biliyorlar, fakat üstü örtülmüş sırlarını aydınlatacak ateşten haberleri yok henüz. Bir de yollarının kesişeceği kişiler var: Sakson savaşçı, öksüz oğlan ve tıpkı Axl’la Beatrice gibi geçmişinde kaybolmuş, hatıralarının vaat ettiklerine ve alıp götürdüklerine yenik bir şövalye. Hep birlikte sürüklendikleri macera bir kurtuluş mu olacak, yoksa yeni bir felaketin habercisi mi?

Kazuo Ishiguro’dan unutuş ve anıların gücü üzerine zamanı aşan bir öykü; özenle korunmuş bir aşka, intikama ve savaşa dair bir mesel.

‘’Gömülü Dev’’, hüzünlü, gizemli, her satırı iz bırakacak bir roman.

“Dünyanın yaşayan en büyük yazarı Kazuo Ishiguro’dan yeni bir roman. Bir başyapıt.” - David Walliams

“Kazuo Ishiguro öyle tuhaf ve harika bir roman yazmış ki!.. Benzersiz, okuru esir alan bir roman.” - David Sexton, Evening Standard

39. Tahir Musa Ceylan / Kızböcekleri

Hayatta kalma uğraşı veren 'tutunamayan' bir erkeğin romanı…

Kadınlar yırtıcı hayvan misali, adamlar ise korka korka

ölüme giden sürüler…

Kızböcekleri gündelik dilin yavanlığına dilin sonsuz olasılıklarıyla başkaldıran bir metin.

Bir ayrıkotunun; düzenin dişlileri arasında hayatta kalma uğraşı veren bir “tutunamayan”ın; erkeğin kadınla imtihanını sorgulayan Bektaş Toztoprak’ın romanı.

38. Nihad Siris / Sessizlik ve Gürültü

Yazar Fethi Şiyn, ülkenin mutlak hâkimi olan Lider’in iktidara gelişinin yirminci yıl kutlamalarının yapıldığı sıcak bir güne açar gözlerini. Tıpkı diğer sabahlarda olduğu gibi, propaganda şarkılarının gümbürtüsü sloganların kükreyişine karışmıştır. Düşündüklerini baskı nedeniyle yazamayan ama istenildiği gibi yazmaya da yanaşmayan ve sessiz kalan Şiyn, ülkenin doğal gerçekliği haline gelmiş bunaltıcı karmaşadan bir parça uzaklaşabilme umuduyla kendisini sokağa atar. Ne var ki polis tarafından dövülen bir öğrenciyi kurtarmaya çalıştığında “uzun bir gün”ün başlangıcında olduğundan habersizdir.

Şiyn, “bilinmeyen” bir Arap ülkesindeki zamanın ruhunu ve baskının şiddetini gösteren acı olaylara tanık olur. Lider için yanıp tutuştuğunu sandığı halkın ona fısıldayarak anlattıklarını dinler. İktidarın propaganda faaliyetlerinin işleyişini ve onu kendi sessizliğinden çıkarma planlarını öğrenir. Sadece bir gün içinde, bir devrin sinsi zalimliğinin ne denli korkutucu boyutlara ulaşabileceğini görür ve gösterir.

Modern Arap edebiyatının aykırı yazarı Suriyeli Nihad Sîris’in, distopya ile gerçekliğin kesiştiği incecik bir çizgide zarafetle yürüyen romanı Sessizlik ve Gürültü’yü Rahmi Er, Arapça aslından çevirdi.

37. William Hope Hodgson / Sınırdaki Ev

Korku edebiyatının ustalarından William Hope Hodgson’ın en önemli eseri olarak kabul edilen Sınırdaki Ev, bilimkurgunun, gotik edebiyatın ve fantastik kurgunun iç içe geçtiği tekinsizbir öyküye sahne oluyor. Lovecraft’ın hayranlık duyduğu eserlerden biri olan bu kitap, yeraltı ile yeryüzünün,Dünya ile Kozmos’un, geçmiş ile geleceğin, gerçeklik ile fantastiğin arasında sıkışıp kalan bir münzevinin öyküsünü anlatıyor. Modern edebiyatın başlıca konuları arasına giren Zaman, Ev, Birey, Akıl gibi kavramlar hakkında yadırgatıcı birbakış açısı sunan Sınırdaki Ev, her zaman “sınırlar”la ilgilenmiş olan korku edebiyatının bize tuttuğu aynalardan biri. Hodgson’ın da gösterdiği gibi, sırlarımız sınırlarımızda gizli.

36. Joyce Carol Oates / İlk Aşk

Amerikan edebiyatının yaşayan efsanesi Joyce Carol Oates, edebiyat yaşamı boyunca iki ana çizgi üzerinde üretti yapıtlarını; gizemin, doğaüstünün araştırılması ve çağdaş toplumun eleştirisi... İlk Aşk, çok uzun bir süreden beri Nobel adayları arasında bulunan yazarın gençlik yapıtlarından biri. 'Gotik Bir Hikâye' alt başlığını taşıyan bu kısa romanın anlatıcısı, küçük bir kasabada, kısıtlı bir çevrede yaşayan on beş yaşında bir kız. Bir talihsizlik eseri (ya da aşkın gerçek anlamına uygun düşmesi bakımından bir şans olarak) genç kız, kara yılanlarla aşkı peş peşe tanır. Cinsel tutkuların keşfi böylece doğanın, coğrafyanın bilgisine karışmaya başlar. İlk Aşk, sağlam kurgusu, güçlü etkisi ve olağanüstü anlatımıyla küçük bir başyapıt. Yayınlamaktan heyecan duyduğumuz unutulmaz bir uzun öykü...

35. İlker Aksoy / Ölümden Beter Yaşamlar

Yaşamda var olma ve tutunma çabasının dayanağını oluşturan tüm koşullara gerçekçi, alaycı ve acımasız bir yaklaşım…

Yolları terk edilmiş bir komün evinde kesişen, geçmişleri, umutları ve doğruları bambaşka iki insanın; Âdem Ziya ve Diler’in tüm farklılıklarına rağmen bir arada yaşama “mecburiyeti”, başka bir ilişki biçimi yaratacak ve hayat mücadelesinden sağ çıkabilmenin anahtarını oluşturacaktır, en azından biri için.

İlker Aksoy, sınıfsal farklılıkları ve toplumsal rolleri deşifre ederek rekabet, esneklik, yaratıcılık gibi kavramlarla tasvir edilen yeni çalışma hayatının prangalarını gözler önüne sererken, kent yoksullarının, hırsızların, mavi yakalı işçilerin, ev kadınlarının, çoğunluğun “ölümden beter yaşamlar”ına tanık olmaya zorluyor. Çark işledikçe güçlenenlerin zafer addettikleri trajedi tüm çıplaklığıyla açığa çıkarken yakın görünen dostların, istenmeyen komşuların, kuşatıcı ailelerin etrafında baş döndürücü bir sarmal şekilleniyor.

Kara mizahın keskin dilinin başarıyla kullanıldığı Ölümden Beter Yaşamlar, her şeyin gerçeklik üzerinden tariflendiği ancak gerçeklik zemininin giderek kaydığı cehennemlerimizle yüzleştiren modern bir tragedya…

“Gökyüzünün rengi ne?

-Mavi.

-Olmadı.

-Neden?

-Sen en son ne zaman gökyüzüne baktın?

-Hatırlamıyorum.

-Gökyüzünün rengini ezberinden söylüyorsun. İşte bu yüzden cevabını kabul edemem.”

34. Chuck Palahniuk / Anlat Bakalım

Katherine Kenton, Houdini gibi yaşıyordu. Bir kaçış ustası gibi. Evliliklermiş, tımarhanelermiş, kaçarı olmayan Pandro Berman stüdyo sözleşmeleriymiş... fark etmez... Bayan Kathie kendini kapana kıstırıyordu çünkü son anda zincirlerinden kurtulmak ona muazzam bir başarı hissi veriyordu. Pek çok evlilik ve estetik operasyonundan sağ çıkmış Katherine Kenton, namı diğer Bayan Kathie, Altın Çağı’nı yaşayan 1960’ların Hollywood’unda yıldızı sönmekte olan bir aktristir. Hazie Coogan ise yaşlanan film yıldızının yardımcısı, sekreteri, hizmetçisi, aşçısı... her şeyidir. Hatta ona sorarsanız, Katherine Kenton’u o yaratmıştır. Bir gün Webster Carlton Westard isimli genç ve yakışıklı bir adam Katherine’in hayatına ve yatak odasına girince, Hazie için tehlike çanları çalmaya başlar. Ancak Hazie’nin hayatının başyapıtını korumak için yapmayacağı şey yoktur. Tabu konuları çarpıcı bir üslupla dile getirmesiyle nam salmış Palahnuik, bu sefer bizi Hollywood’un ışıltılı dünyasına ve bir o kadar da karanlık sahne arkasına götürüyor. Kısacık bir romana ustaca sığdırdığı çeşit çeşit senaryo ve zengin oyuncu kadrosuyla Palahnuik, eminiz, okuru yine zekâsına hayran bırakacak.

33. Elena Ferrante / Yeni Soyadının Hikayesi

“Ferrante’nin benzeri yok ve bunun nedeni sadece yaratıcılığında değil, daha çok içgüdüsel, şiddetli ve ısrarlı dürüstlüğünde yatıyor.”

Mirrna Proctor, Bookforum

“Napoli Romanları”nın ikinci kitabı Yeni Soyadının Hikâyesi'nde Lila ile Lenu tüm zorluklara rağmen büyür, gelişir... Yeni evli, kocasıyla sorunlar yaşayan Lila, aile işinde çalışmaya başlar. Lenü ise hayatı ve kendisini sorgulayarak eğitimine devam ederken, doğup büyüdüğü tutucu ortamın dışına çıkmanın yollarını aramaktadır.

İki dostun bir adada geçirdikleri yaz tatilinde yaşananlarla tüm dengeler alt üst olur. Gözüpek ve tutkulu Lila için evliliğin dar kalıplarına sığmak gittikçe güçleşirken, Lenü, kendisini bulmak için köklerinden kopmayı göze alır. Aşk ve özgürlük; evlilik ve ayrılık; kıskançlık, sadakat, dostluk ve annelik… Genç­lik döneminden yetişkinliğe doğru yol alan iki genç kadın, dolu dolu yaşamayı seçmekle bu duyguların sarkacında gidip gelerek, onları en etkili, en şiddetli halleriyle tecrübe eder.

“Ferrante’nin romanları yoğun, şiddetli bir şekilde kişisel adeta itirafname gibi.”

James Wood, The New Yorker

“Bu öylesine aslına sadakatle anlatılmış bir kadın hikâyesi ki gözlemle değil, ancak hissedilerek yazılabilir.”

Amy Rowland, The New York Times

32. Mario Vargas Llosa / Hınzır Kız

Sadece ahmakların mutlu olduğunu söyleseler de, itiraf ediyorum ki kendimi mutlu hissediyordum. Günlerimi ve gecelerimi Hınzır Kız’la paylaşmak hayatımı dolduruyordu. Geçmişteki buz gibi soğuk tavırlarına kıyasla, bana karşı sevecen davranmasına rağmen, günün birinde, hiç beklenmedik bir biçimde maceralarına geri döneceği ve hoşça kal bile demeden çekip gideceği korkusuyla, beni daima huzursuz bir şekilde yaşatmayı gerçekten başarmıştı.

Sebatlı çevirmen Ricardo’nun tek kabahati gönlünü fettan mı fettan, bin bir surat Hınzır Kız’a kaptırması. İki sevgilinin imkânsız aşkının arka planındaysa 20. yüzyılın ikinci yarısında hem Peru’yu hem de dünyanın geri kalanını şekillendiren tarihî ve toplumsal dönüm noktaları.

Mario Vargas Llosa’nın, “Aşka dair ilk romanım,” dediği Hınzır Kız 1950’lerin Lima’sında alevlenip Paris, Londra, Tokyo ve Madrid’e uzanan, sönmez bir sevdanın öyküsü

31. Giorgio Bassani / Finzi - Contini'lerin Bahçesi

Giorgio Bassani’nin Proustvari bir titizlikle yazdığı, “yitik zamanın” izini süren bellek romanı “Finzi-Contini’lerin Bahçesi” YKY’den çıktı...

Şair, romancı, senaryo yazarı, çevirmen ve önemli bir faşizm karşıtı olan Giorgio Bassani’nin (1916-2000) savaş sonrası İtalyan yazınının başyapıtları arasında yer alan Finzi-Contini’lerin Bahçesi romanı 1962’de yayımlandığında büyük bir ilgi ve beğeniyle karşılanmış, Viareggio Ödülü’nü kazanmıştır.

Finzi-Contini’lerin Bahçesi , “yitik zamanın” izini süren bir bellek romanıdır: Hallice orta sınıftan gelme, aşk ve cinsellik işlerinde acemi “iyi aile çocuğu”, adı belirtilmeyen anlatıcı, malikânesine kapanmış, kendi âleminde, topluluktan kopuk bir yaşantı süren soyluluk heveslisi, zengin ve seçkin bir ailenin gözbebeği olan çok zeki, kültürlü, afacan, değişken huylu, züppe kızı Micòl’e tutulur. Ve bunlar, uğursuz 1938 yılında olur: Irk Yasaları yeni çıkarılmış, kent halkı arasına açılan uçurum giderek genişlemektedir.

30. Horacio Castellanos Moya / Yılanlarla Dans

İç savaştan henüz çıkmış bir ülke, sosyoloji mezunu işsiz bir genç, sarı Chevrolet’sinde yaşayan gizemli bir adam ve dört dişi yılan: Beti, Loli, Valentina, Carmela.

Tüm bunlar, Latin Amerika’nın son yıllarda çıkardığı en sert ve aykırı yazarlardan Horacio Castellanos Moya’nın grotesk hayal dünyasında gerçeküstü bir hikâyeye dönüşüyor.

Havalı cümleler ve ucuz benzetmelerden uzak akıcı anlatımıyla, çivisi çıkmış dünyanın karşısına ondan daha delirmiş bir dünya çıkaran Moya’nın en ilginç romanlarından Yılanlarla Dans'ı İlker Özünlü İspanyolca aslından çevirdi.

'Moya’yı okuyanlar, onu şehir meydanında asmak için bastırılması zor bir arzu duyarlar. Aslında, bir yazar için bundan daha büyük bir onur hayal edemiyorum.'

Roberto Bolano

29. Cynan Jones / Uzun Kuraklık - Kazı

Son yıllarda Britanya’dan çıkan heyecan verici edebiyatçılardan biri olan Galli yazar Cynan Jones’un iki kısa romanı bu kitapta bir araya geliyor.

Uzun Kuraklık, çiftçilikle geçinen bir ailenin bir ineğinin kaybolması tarafından tetiklenen ve bir güne sığan olayları her bir aile üyesinin gözünden sunuyor; sonunda da doğumdan ölüme, büyümekten yaşlanmaya birçok konuya değinerek bütün bir hayatı kapsayacak kadar genişliyor. Kazı’da ise, karısının ölümüyle yüzleşmeye çalışan bir çiftçi ile köpeklerle dövüştürmek için porsuk avcılığı yapan bir eski mahkûmun birbirine paralel ilerleyen hayatları yalnızlık, ölüm, şiddet ve erkeklik üzerine sarsıcı bir öyküye dönüşüyor. Galler kırsalının sisli, kasvetli atmosferine gömülmüş, hem insanların hem de hayvanların hayatlarına aynı dikkatle yaklaşan iki unutulmaz roman.

Uzun Kuraklık altüst edici güzellikte... trajik ve parlak bir roman... Le Monde

Kazı, şiddet, kayıp duygusu ve kapanda kısılı kalmanın çeşitleri hakkında… yükte hafif pahada ağır bir roman. New York Times

28. Mo Yan / Yaşam ve Ölüm Yorgunu

Mo Yan’ın epik romanı Yaşam ve Ölüm Yorgunu, Mao Zedong’un toprak reformu hareketiyle Çin kırsalının geleneksel düzenini altüst etmesinden yaklaşık iki yıl sonra, 1 Ocak 1950 günü başlıyor. Bu iki yıl boyunca Cehennemin Efendisi Yama, ırgatlarına iyi davranmasıyla nam salmış Ximen Nao’ya, iktidarı yeni ele geçirmiş köylülerin kendisini neden idam ettiklerini itiraf ettirmek için her türlü işkenceyi uyguluyor. Ama Ximen Nao, cehennem ateşinde yakılma cezasını çektikten sonra bile masum olduğu iddiasını sürdürünce Cehennemin Efendisi Yama pes ederek onun eski topraklarına dönmesine izin veriyor.

Ne var ki, Ximen Nao yeniden hayata geldiğinde insan olarak değil eşek olarak doğduğunu anlıyor.Çünkü Cehennemin Efendisi Yama kalpleri kinle dolu ruhların yeniden insan olarak doğmalarını istemiyor ve o ruhları hayvan olarak yeniden dünyaya gönderiyor.Romanın beş bölümü, kahramanımızın altı reenkarnasyonla eşek, boğa, domuz, köpek ve maymun kimliğindeki yaşamlarında, eski ailesinin, dostlarının, rakiplerinin, düşmanlarının yazgısına tanık oluşunu aktarıyor. Ximen Nao son reenkarnasyonunda da şaşırtıcı bir bellek gücüne ve dil öğrenme yeteneğine sahip olan koca kafalı bir oğlan çocuğu olarak dünyaya geliyor.

Roman bu farklı kimliklerin bakış açılarından Çin’in çalkantılı tarihindeki son elli yılın öyküsünü dile getiriyor.

27. Haruki Murakami / Uyku

Haruki Murakami’den tekrar tekrar okumak isteyeceğiniz, her okumada yeni keşifler vaat eden sarsıcı bir anlatı…

Uyuyamıyorum.

Tam on yedi gün oldu.

On yedi gündüz ve on yedi gece.

Çok uzun bir zaman.

Artık uykunun nasıl bir şey olduğunu bile tam olarak anımsayamıyorum…

Gözlerimi kapatmayı denedim.

Sonra uyumanın nasıl bir his olduğunu hatırlamaya çalıştım.

Fakat orada yalnızca uykuya yer olmayan zifiri bir karanlık vardı.

Bu, zihnimde ölümü çağrıştırdı. Ölecek miyim acaba, diye geçirdim İçimden. Eğer bu şekilde ölüp gidersem, benim yaşamımın anlamı ne olacak?

Uykuları çalınmış bir kadının öyküsü…

Haruki Murakami’den tekrar tekrar okumak isteyeceğiniz, her okumada yeni keşifler vaat eden sarsıcı bir anlatı…

26. Toni Morrison / Merhamet

Afro-Amerikan edebiyatının gelişmesinde ve görünür kılınmasında büyük katkısı bulunan Nobel ve Pulitzer ödüllü yazar Toni Morrison, Amerika’da köle ticaretinin palazlandığı 1600’lü yılların sonuna çeviriyor bu kez gözünü; insan hayatının hiçe sayıldığı, özgürlüğün bir kavram olarak bile düşünülemediği bir dönemde, sefalet içindeki yolculuklara ve pazarlıklara konu olan insan bedeninin hayatla, doğayla ve kendisiyle ilişkisine odaklanıyor.

Her şeye rağmen kendini gerçekleştirme adına tutunacak bir dal bulan kadınların dünyasıyla, efendi ile köle, ticaret ile tarım, özgürlük ile kâr arasında ikiye ayrılan erkeklerin dünyası bir çiftlikte çakışıyor. Dini, kültürel, bölgesel, mezhepsel farklılıklar ve insanlığın kölelikle ilişkisi panoramik bir biçimde sunularak tablo tamamlanıyor.

25. Semih Gümüş / Belki Sonra Başka Şeyler de Konuşuruz

'Aşk, insanın mutluluk nedenlerinin aynı zamanda mutsuzluk nedenleri olması.'

Semih Gümüş, bu kez bir romanla okurunun karşısında. Belki Sonra Başka Şeyler de Konuşuruz, insanın içine yer eden, acı bir yalnızlık duygusunun hikâyesini anlatıyor. Sinan büyük acılar çektiği, işkenceler gördüğü kişisel tarihini geride bırakmıştır.Kendine yeni bir hayat kurmayı, tanık olduğu herkesi ve her şeyi de geride bırakmayı başarabilecek midir? Uzak bir deniz kıyısında, köyden uzak bir kır evine yerleşir ve geçmişiyle hesaplaşmaya başlar.Yazdığı roman, yaralarını onarmaya yardımcı olacak mıdır?

Belki Sonra Başka Şeyler de Konuşuruz, ülkemizin yakın geçmişinde izleri görülen derin yarıklara odaklanan, insanı doğa içinde, aşk içinde gözlemleyen, aydın ve kentli çevrelerin duyarlıklarını yansıtan bir eser. Yıllar içinde, damıtılarak yazılmış bir doğa ve aşk romanı.

(Tanıtım Bülteninden)

24. Rana Dasgupta / Tokyo Uçuşu İptal

Hava koşulları yüzünden başka bir şehre mecburi iniş yapan Tokyo uçağının yolcularının büyük kısmı otellere yerleştirilir, ama on üç yolcu yer sıkıntısından dolayı havaalanında sabahlamak zorunda kalır. Hiç tanımadığınız bir grup insanla kapalı bir alanda mahsur kaldığınızda, zamanın geçmesini sağlamak için yapabileceğiniz en eğlenceli şey nedir peki? Tabii ki hikâyeler anlatmak!

Boccaccio'nun Decameron'u ve Chaucer'ın Canterbury Hikâyeleri'ninkine benzer bir ruhla yazılmış olan Tokyo Uçuşu İptal, dünyanın farklı köşelerinde, birbirinden çok farklı karakterlerin başından geçen ilginç olayları anlatan on üç hikâyeden oluşuyor. Gerçekçiliğin katı kuralları yerine hayal gücünün kural tanımazlığının hüküm sürdüğü bu hikâyeler büyüklere yönelik modern zaman masalları olarak da görülebilir. Ama her şeyin tozpembe olduğu ve kahramanların sonsuza kadar mutlu yaşadığı masallar değil bunlar; aksine, tutkuları ve zaaflarıyla insan ruhunun karanlık yönlerini eşeleyen, olayların hiç de beklendiği gibi gelişmediği, kaderin cilve ve silleleriyle örülü masallar.

Daha önce Solo adlı romanını yayımladığımız Hint asıllı Britanyalı yazar Rana Dasgupta'nın ustalıklı bir dille kaleme aldığı bu eğlenceli kitap, tarihin kendisi kadar eski olan hikâye anlatma geleneğine de bir saygı duruşu...

23. Peter Esterhazy / Kalbin Yardımcı Fiilleri

Kalbin Yardımcı Fiilleri’nin ana izleği, anlatıcı-yazarın annesinin ölümünü en doğrudan, en saf haliyle aktarmasıdır. Altmetinse bu olayın yazarda yol açtığı duygusal tepkilerden, unutulmaz hatıralardan ve metne bir tür çeşitleme formatında eklemlenen edebi alıntılardan oluşuyor. Ağır hastalığından dolayı kasvetli bir hastaneye yatırılan anne, uzayan, acılı bir sürecin ardından ölür ve defnedilir. Ancak cenazenin ardından yazarın içdünyasında yeniden dirilerek, bir genç kız ve kadın olarak hayatını ve hastanede geçirdiği acılı, buruk günleri anlatır.

Çağdaş Macar edebiyatının tartışmasız en önemli, en yenilikçi yazarlarından Péter Esterházy, bu kısacık kitapta ana-oğul ilişkisinin boyutlarını, ölümle gelen yas sürecini, Macaristan’ın yakın tarihindeki gündelik yaşamdan çarpıcı kesitlerle aktarıyor. Yanısıra yavaş yavaş çökmekte olan bir bedenin kırılganlığını, ölümün mutlaklığını ve bir yerde de, bedenin acı dolu başkaldırısını taşıyor sayfalarına. Ancak yazarın gerçekleri en saf haliyle aktarmaktaki cesareti, gözlem yeteneği, hepsinden önemlisi de keskin duyarlılığıyla, Kalbin Yardımcı Fiilleri paradoksal olarak gerçekçiliği aşan bir metin haline geliyor.

22. Evelyn Waugh / Bir Avuç Toz

Lady Brenda Last, yedi yıldır evli olduğu Tony Last’ten ve aile yadigârı malikânelerindeki günlük hayattan bunalmıştır. Tekdüze yaşantısına Londra sosyetesine katılmakla teselli bulan Brenda, zamanla ailesine sırt çevirip yapmacık bir gençle, John Beaver’la kaçamak yapar. Karısının sadakatsizliğinden başka büyük sarsıntılar da yaşayan Tony Last, her şeyi ardında bırakma kararı alarak uzun, zorlu bir yolculuğa çıkar. Ancak gün geçtikçe kılavuzunu büsbütün kaybetme tehlikesiyle karşı karşıya kalacaktır.

Frank Kermode, Alexander Woollcott gibi önde gelen eleştirmenlerce yüzyılın en önemli romanları arasında gösterilen, Time dergisinin belirlediği “Yüzyılın İngilizcedeki En İyi Yüz Romanı” listesine dâhil edilen Bir Avuç Toz, benzersiz üslubuyla trajedi, komedi ve taşlamanın harmanlandığı bir roman. Yabancılaşmış bir neslin sorunlarını irdeleyen Evelyn Waugh, toplumu ve tek tek bireyleri bir arada tutan bağların çözülmesiyle gelen üstü örtülü barbarlığı, sakınmasız bir gözle betimliyor.

“İncelikli tarzıyla bir taşlama başyapıtı bu roman.

Komik de… Harikulade bir kitap.”

John BanvIlle, Guardian

“20. yüzyılın en ürpertici, en amansız,

en iyi romanlarından biri.”

NIcholas Lezard, Guardian

21. İbrahim Yıldırım / Alçıtepe Ailesinin Son Ferdi - Dokuzuncu Haşmet

Belki de yalnızca bir isyan tarihidir bu ülkenin tarihi…

2013 yılının Haziran ayında tuttuğu takımın formasını giyerek Taksim’e çıkan eski bir direnişçinin anlattıklarını merkeze alan, Türkiye’nin isyan tarihini hatırlayıp hatırlatan bir roman…

Dokuzuncu Haşmet, 2013 yılının Haziran ayında tuttuğu takımın formasını giyerek Taksim’e çıkan eski bir direnişçinin anlattıklarını merkeze alan, Türkiye’nin isyan tarihini hatırlayıp hatırlatan bir roman…

İbrahim Yıldırım son romanında, hem konak benzeri çok eski ahşap bir evde yaşayan unutulmuş şair Haşmet Alçıtepe’nin tutkularını, acılarını, pişmanlıklarını okurla paylaşıyor, hem de Alçıtepe ailesinin bitmekte olan öyküsüne odaklanıyor… Kısacası Dokuzuncu Haşmet, kayıplara karışan Türkiye’yi anlatan; futbol, şiir ve direniş anılarıyla dolu bir roman…

20. Milan Kundera / Kayıtsızlık Şenliği

Kayıtsızlık Şenliği, Milan Kundera’nın 2003’de yayımlanan Bilmemek’ten sonra kimsenin beklemediği bir anda çıkagelen yeni romanı.

Beş arkadaşın, kayıp annesiyle konuşan Alain’in, işsiz oyuncu Caliban’ın, mutluluğun peşindeki Ramon’un, bir kukla oyunu yazma hayali kuran Charles’ın ve narsisist D’Ardelo’nun hikâyesi. Gerçekle hayali, karakterlerin evreniyle yazarınkini, şimdiki zamanla tarihsel geçmişi üst üste bindirerek başka bir gerçeklik kurmayı hep başarmış bir yazarın, mizah anlayışını kaybetmiş bir yüzyıla bakışı.

Bir yandan en ciddi meselelere ışık tutup diğer yandan tek bir kesin yargıda bulunmamak, bir yandan çağdaş dünyanın gerçekliğiyle büyülenip diğer yandan tüm bu gerçeklikten kaçmak ancak Kundera gibi usta bir yazarın kalemiyle mümkün oluyor. Yapıtının tümünün şaşırtıcı bir özeti gibi de okunabilecek bu kısa roman XXI. yüzyılın klasikleri arasındaki yerini aldı bile.

19. Zabel Yesayan / Meliha Nuri Hanım

Modern Ermenice edebiyatın en tanınmış yazarlarından Zabel Yesayan'ın, Çanakkale Savaşı günlerinde, iki erkeğe karşı beslediği duygular arasında sıkışmış bir kadının hikâyesini anlattığı kitabıMeliha Nuri Hanım, Aras Yayıncılık tarafından, Mehmet Fatih Uslu'nun çevirisiyle yayımlandı.

Türkçede 1909 Adana Katliamı'na ilişkin tanıklığını anlattığı ve yine Aras tarafından basılanYıkıntılar Arasındakitabıyla bilinen, uzun öykü ve romanlarıyla Ermenice edebiyatın en yaratıcı, yenilikçi kalemleri arasında yer alan Zabel Yesayan'ın 1920'lerde Paris'te kaleme aldığıMeliha Nuri Hanım, onun eserleri arasında Türk karakterlerin ağırlıkta olduğu tek yapıt olarak dikkat çekiyor.

Kitap, Birinci Dünya Savaşı'nın başlangıç döneminde, İtilaf devletleri donanması Çanakkale Boğazı açıklarındayken, vatanı savunmak için gönüllü sağlık hizmetinde bulunan Meliha Nuri Hanım'ın, yüksek düzey bir Osmanlı bürokratı ile hastanenin başhekimi arasındaki duygusal gelgitlerini konu ediniyor. Usta yazar Yesayan, Meliha Nuri Hanım'ın şahsında, hem değişen zamanlar içinde kadın olmanın getirdiği zorlukları, hem de Türk-Osmanlı seçkinlerinin zihniyet dünyasını irdeliyor.

Yazar, aynı zamanda, metnin akışı içinde bir görünüp bir kaybolan, Osmanlı ordusuna hizmet eden adsız bir Ermeni hekim üzerinden, Ermeni tehciri ve katliamlarının da gölgesini düşürüyorMeliha Nuri Hanım'a. Karakterlerin, Ermeni halkının başına gelenlere karşı gösterdikleri tepkilerdeki farklılık, onların iç dünyalarını anlamada bir anahtar rolü oynarken, Felaket'in Türk zihnindeki yansımalarına dair önemli ipuçları seriyor gözlerimizin önüne.

Meliha Nuri Hanım, bir döneme ve o dönemin insanlarına ayna tutuyor.

18. Ercan Kesal / Nasipse Adayız

Bu akşam da bilmem ne düğün salonundayım. Yemekli davet var. Her zamanki gibi çelengimizi önceden gönderdik, uygun saatte de yerimizi aldık… İçerisi çok kalabalık. İstanbul’da en çok sayıda kendilerinin olduğunu iddia eden bilmem nerelilerin dayanışma gecesi yapılıyor.

Uzun masalara karşılıklı oturmuş, yemek yiyen, konuşan, öpüşen orta yaş ve üzerinde erkekler doldurmuş ortalığı.

Kalın bıyıklı, koca kafalı bir yerel sanatçı sazıyla bir şeyler çalmış, sonra da ara vermiş, dinleniyor… Sahnedeki takım elbiseli, beyaz gömlekli, enine çizgili bordo kravatlı, kel kafalı, ortadan uzunca boylu, heyecanlı adam kim? Benim tabii ki.

Pazarlıklar, imaj operasyonları, anket dümenleri… Bağlamalar, ayarlamalar, gecelere katılmalar, “yukarıya” ulaşmaya çalışmalar… Oy ve ilişki peşinde delidolu bir uğraş… İnsana aklını yediren bir takıntı…

Arada, hayat ve anlam muhasebesi ve kırık bir aşkın tamirine dair solgun bir ümit…

Küçük ve büyük siyasetin deveranlarını, ikbal hesaplarını bütün hararetiyle anlatan trajikomik bir novella. Ercan Kesal’ın bilinen sahiciliğiyle, sıcak üslubuyla…

17. Herta Müller / Keşke Bugün Kendimle Karşılaşmasaydım

Nobel edebiyat ödüllü Herta Müller’den, faşizmin gölgesinde yaşayan ve yaşananlara dair sarsıcı bir roman: Keşke Bugün Kendimle Karşılaşmasaydım. Müller, sorguya çağrılı adsız kahramanıyla birlikte okurunu uzun bir tramvay yolculuğuna çıkarıyor ve camın dışında akan manzara, bütün bir yaşamın dökümü halinde sayfalara yansıyor. Tramvay hattın üzerinde dümdüz ilerlese de dünya yavaş yavaş rayından çıkıyor ve bir kadınla bir erkeğin arasındaki en kısa mesafe, sonsuzluğa uzanıyor.

Keşke Bugün Kendimle Karşılaşmasaydım, sürekli yeni çehrelere bürünen ve adına hayat da denen aldanışın, hayal kırıklıklarıyla hayatını inşa etmeye çabalayan bir kadının öyküsü. Herta Müller’in kahramanının yolculuğu, yaşamın yükünü, geçmişin acılarını, ilişkilerin imkânsızlığını kapsıyor; sevgi işkenceye, işkence bağlılığa, bağlılık yalnızlığa dönüşüyor. İhbarcılar her daim kapı önlerinde dolanıyor, herkes birbirini gözetliyor, sorgular bitmek bilmiyor. Bizi yere çalmaya yeminli bu dünyanın üzerinde, dilenecek tek şey var belki de:

Delirmeyelim.

16. George Orwell / Boğulmamak İçin

“Orwell’in ironik mizah anlayışı tazeliğini hiç yitirmiyor. Bu, kaçırılmaması gereken bir Orwell yapıtı.”

- The Observer

Göbeğinin çapı giderek genişleyen ve evinin taksitlerini ödemekle uğraşan George Bowling kırk beş yaşında, evli ve çocuklu –ve yeni aldığı takma dişleriyle kasvetli hayatından çaresizce kurtulmak isteyen– bir sigorta pazarlamacısıdır. 1939’da patlak verecek olan savaşın gelişini; yemek kuyruklarını, askerleri, gizli polisi ve zorbalığı görerek modern zamanlardan korkmaktadır. Böylece çocukluğunun dünyasına, huzur ve sükûn dolu bir yer olarak hatırladığı köyüne sığınmaya karar verir. Fakat köyünde aradığını bulabilecek mi, orası şüphelidir.

“Çok komik olmanın yanında hayranlık uyandıracak kadar gerçekçi... Bin Dokuz Yüz Seksen Dört’ü burada nüve haliyle görebiliyoruz. Hayvan Çiftliği’ni de... Hem zengin bir okuma keyfi sunan hem de iki klasiğin tohumlarını birden barındıran romanlara kolay rastlanmaz.”

15. İlhami Algör / İkircikli Biricik

“Yeni bir hayat kurmak... Nasıl oluyordu? Önce fikir mi geliyordu?

Yoksa bir tesadüf sizi fikrin önüne mi getiriyordu? Yeni bir hayat için

mutlaka, kuvvetli bir rüzgâr mı gerekiyordu? Önceki hayatınız artık

‘eski’ mi oluyordu? Eski olanın hükmü kalmıyor muydu? O vakte

kadar boşuna mı yaşamış oluyordunuz?”

Fakat Müzeyyen Bu Derin Bir Tutku, Albayım Beni Nezahat ile Evlendir

ve Kalfa ile Kıralıça adlı romanlarıyla edebiyatımızda kendine has bir

yer edinen İlhami Algör, yine bir romanla karşımızda: İkircikli Biricik.

İkircikli Biricik, yalnızlığın, arayışın, bulma ümidinin, şehirlerin,

caddelerin, şarkının ve şiirin romanı…

Titizlikle örülmüş bir kurgu; ustalıkla harmanlanmış, sarsıcı bir dil…

14. Jaume Cabre / İtiraf Ediyorum

Adria’nın derin bir suçluluk duygusuyla yaşadığı ömrü zihninin parça parça ölümüyle son bulurken, uzun zaman önce yitirdiği sevgilisine yazmaya başladığı mektup, bir günah çıkarmaya dönüşür ve bu kişisel itirafı Avrupa uygarlığının bir itirafına doğru yol alır. Roman boyu karşımıza çıkan nesneler, eserler, Avrupa’da yaratılmış bütün güzellikler ile bütün bu güzelliklerin üzerine düşen kötülüklerin ya da kötülüklerin üzerine düşen güzelliklerin gölgelerini gösterir.

13. Umberto Eco / Sıfır Sayı

Umberto Eco’nun yeni romanı kötü gazetecilik konusunda bir rehber.

Tam bir “kaybeden” olan Colonna (50), gazeteci Simei’den iyi bir iş teklifi alıyor: “Yazı işleri sorumlusu ya da benzeri bir şey” sıfatıyla bir yıl boyunca bir günlük gazete için hazırlanan 12 “sıfır sayı”yı yönetecek ve “asla çıkmayacak olan bir günlük gazetenin hazırlanışıyla geçen bir yılın öyküsü”nü anlatan bir kitap yazacak.

Patron Vimercate, bu gazete sayesinde “finans ve politika dünyasının güzel salonunu rahatsız edebileceğini kanıtladıktan sonra, olasılıkla bu güzel salon ona bu düşünceden vazgeçmesini rica edecek, o da Yarın tasarısını bir kenara kaldırıp güzel salona giriş yapma iznini koparmış olacak.”

Teklif sahibi Simei’nin de kendi planı var: “Her şey suya düşerse kitabı yayımlarım. Bomba gibi patlayacak ve yayın hakkı adına bana belli bir gelir sağlayacaktır. Ya da, olur ya, birileri yayımlamamı istemez ve bana bir total verir. Net.”

Olaylar böyle başlıyor ve Eco gözde konuları aracılığıyla İtalya’nın 50 yıllık tarihini yeniden yazıyor: Gladio, bir Papa’ya suikast, başka bir Papa’nın öldürülmesi, hükümet darbeleri, gizli servislerle terör örgütlerinin karmaşık ilişkileri… Ve bir soru: Acaba Mussolini sağ mı?

12. Tom McCarthy / C

Serge Carrefax hem gürültünün hem sessizliğin sarmaladığı bir dünyaya açıyor gözlerini. Babası kablosuz iletişim üstüne deneyler yapıyor. Sağır olan annesi aile işi olan ipek üretimini sürdürüyor. Serge ve ablası Sophie de telgraf cihazları ve böcekler arasında büyüyor.

Serge’le birlikte biz de Versoie’deki huzurlu yaşamından gözlemci pilot olarak katıldığı Birinci Dünya Savaşı’na, savaş sonrası Londrası’ndan sahte mezar odalarıyla dolu Mısır’a uzanan bir serüvenin içinde buluyoruz kendimizi.

McCarthy’nin tanımlamasıyla Serge: “Ulysses’teki Bloom gibi, dünyayı sünger gibi emip süzüyor: âdeta bir prizma. Gravity’s Rainbow’daki Slothrop gibi. Tristram Shandy gibi. Candide gibi. Etraflarında ne varsa yankılayan seslendirme kutuları onlar.”

11. Ersan Üldes / Hindi'nin Ruhu

Edebiyat dünyasında yok sayılmış, bütünüyle unutulmuş bir yazar: Hasan Cahit Doğanay. Ve onun mecalsiz yığınların insafına terk edilmiş romanı Hindi’yi anlamaya, anlaşılır kılmaya çalışan bir başka yazar. Roman içinde roman, yazar içinde yazar.

Ersan Üldes mizahın teskin edici diliyle insana, insan ilişkilerine, yaşama, ölüme ve yazmaya, yazar olmaya dair zorlu, sorgulayıcı ancak oldukça keyifli bir yolculuk vaat ediyor ve Doğanay’dan devraldığı düşsel mirası yenilikçi bir romana dönüştürüyor.

Hindi’nin Ruhu, pek zorlu bir metni, roman sanatını, beraberinde bir ülkeyi, bütün hastalıkları ve hasta insanlarıyla bir toprağı kavrama kılavuzu...

“Hasan Cahit Doğanay Hindi romanıyla edebiyatın göklerinde havai fişekler patlatıyor... Mesut Penyeci karakteri muhtemelen hiç unutulmayacak... Onun nezdinde gülerken eğlenmeyecek, eğlenirken gülmeyeceksiniz... Bu heyecan verici keşfinden dolayı Ersan Üldes’i naçizane tebrik etmek isterim!”

Murat Uyurkulak

10. Sema Kaygusuz / Barbarın Kahkahası

Hiçbir trajedi kişisel değildir: sirayet eder, bulaşır ve sonunda herşeyin rengini, kokusunu değiştirebilir.

Sema Kaygusuz yeni romanı Barbarın Kahkahası'yla bir motelde olup bitenlerle bir ülkeyi anlatıyor. Tatil, dinlenme, tembellik zamanının beklenmedik ve pek nahoş bir şekilde kesintiye uğraması motel ahalisi arasında gerginliklere, bastırılmış kişisel hesaplaşmaların gün yüzüne çıkmasına, dillendirilememiş acıların ortalığa saçılmasına sebep olur. Tüm bu olan bitene bir ergenin sert, zalim ve el yordamıyla giden 'erkek olma' uğraşları da eşlik eder.

Kaygusuz okurlarının iyi tanıyacağı kendine has üslubuyla ilerleyen roman, alttan alta sürdürdüğü polisiye roman gerilimini de final sahnesine kadar taşımayı başarıyor.

9. Burhan Sönmez / İstanbul İstanbul

“Bir çocuk karanlığa kalmış ve dar sokaklarda yönünü şaşırmışsa

orası İstanbul’dur. Eski sevgilisini bulmak için maceraya atılan gencin,

siyah tilki kürkünün peşine düşen avcının, fırtınada sürüklenen

geminin, dünyayı bir elmas gibi avucuna almak isteyen prensin, boyun

eğmemeye yeminli son isyancının, şarkıcılık hayaliyle evden kaçan

kızın, para babalarının, hırsızların ve şairlerin vardığı kent İstanbul’dur.

Her hikâye burayı anlatır.”

Pus dağıldıkça çoğalan renkleriyle, surları, kuleleri, kubbeleriyle

İstanbul… Kırmızı bir şal, siyah bir hırka, Berber Kamo’nun dükkânı,

Şerafet Bey’in saati, Küheylan Dayı’nın tabancası… Yerin üç kat

altında, küçücük bir hücrede dört adam, titreyip kıvranarak hikâyeler

anlatıyorlar birbirlerine. Kaygıyla ve kahkahayla… İstanbul’daki

zamanı, geçmiş ve bugün diye ayırmak yerine, yeraltındaki ve yer

üstündeki zaman diye ayırarak, anlatıyorlar.

Burhan Sönmez, acının ve her şeye rağmen umudun yörüngesinde

dönen bir kenti, büyük bir romanla yeniden yaratıyor.

İstanbul İstanbul... demir kapının paslı sesi… “acıda herkes yalnızdır,

sen de çözüleceksin...”

8. Carlos Maria Dominguez / Kağıt Ev

Bazı insanlar kitap okumaz, bazıları okur ve kimileriyse okumakla kalmayıp onlarla birlikte yaşar.

Kâğıt Ev, işte bu kitap tutkunlarından Carlos Brauer’in ve onun -bir edebiyat profesörü olan- Bruma Lennon’la olan gizemli ilişkisinin, bu ilişkinin gün yüzüne çıkmasına neden olan bir Joseph Conrad cildinin, kitap ve okuma aşkıyla dolu yaşamların hikâyesi...

Arjantinli yazar Carlos Maria Dominguez’in, yayımlandığı her ülkede büyük ilgi uyandıran novellasını Seda Ersavcı İspanyolca aslından çevirdi.

Peter Sis’in çizimleri ve Cem Ersavcı’nın kapak fotoğrafıyla, kalın ciltlerin arasında saklanacak bir mücevher...

7. Akif Kurtuluş / Ukde

Onun benden özür dilemesi, özrümü kabul etmek zorundasın anlamına

geliyordu. Sahtekârca, hiçbir samimiyeti olmayan bir özür, hani.

Onu affetseydim ben de aynı sahtekârlığı giyinecektim. Düşünsene,

affetmediğim için ben suçlu olacağım. Dönüp ona, seni affetmediğim

için beni affet diyeceğim neredeyse.

bir defter: İç döken, hatırlayan, nedamet getiren, anlamak ve anlatmak

isteyen satırlar... Nuru Gardaş, Benjamin Ağabey’i anlatıyor. Cavidan

okuyor, kadınlar konuşuyor. Gurbet yollara düşüyor. Utanan,

bağışlayan, özür dileyen hasbıhaller... Şüphenin, utanmanın ve yalanın

teşhiri...

Ukde kısacık, büyük bir roman. Ermenileri, Türkleri, kadınları, katilleri,

hainleri, eski defterleri deşeleyen kederli bir ses...

Akif Kurtuluş, kayıtsız kalınamayacak bir serinlikle kuruyor romanı.

6. Alejandro Zambra / Ağaçların Özel Hayatı

Şilili yazar Alejandro Zambra, İspanyolca yazan en iyi yazarlar arasında gösteriliyor. İkinci romanı Ağaçların Özel Hayatı’nda geçmiş ve geçmişin belkileri ile gelecek ve geleceğin getirebilecekleri üzerine bir hikâyeler zincirini takip ediyoruz.

Ağaçların Özel Hayatı, Verónica’nın resim kursundan dönmeyişiyle başlıyor. Öğretmen ve pazar günü yazarı Julián’ın önce küçük Daniela’yı uyutmak için anlattığı doğaçlama hikâyeler olarak. Bekleyiş uzadıkça Julián hikâyeleri istemsizce kendi hayatlarına döndürüyor. Anımsayışlarla, çağrışımlarla, gözlemlerle ve bunlardan yaratılmış bir gelecekle, Daniela’nın geleceğiyle dolu özel hayatlar Verónica’nın yokluğuyla şekilleniyor, her sözcüğünde onun dönüşünü bekliyor.

Kitap o dönene ya da Julián onun dönmeyeceğine emin olana dek sürüyor.”

5. Mahir Ünsal Eriş / Dünya Bu Kadar

Radyonun sesi duyulmaz, bağ evinin ışığı görünmez olunca ara ara

duyulan kesik inlemeler geldi kulaklarına. Fikret korktu. Bok vardı

gecenin bu saatinde bu saçmasapan şeylere kalkışacak, hem de iki

şişe büyüğü gözünün yaşına bakmadan bitirmişken. Sesi Hilmi de fark

etti. “Hocam, bu hayvan inlemesi mi, birileri iş mi tutuyor yoksa bağlık

arasını bulmuş da?” diye sordu. Hocam diyerek ikisini de ortalamaya

çalışmıştı. “Baykuştur,” dedi Koço. “Bazı baykuşlar böyle inler gibi ses çıkarır, korkmayın,” Hilmi bozuldu, “Yok Üstat, korktuğumuzdan değil de, olmadık bir şeye denk gelmeyelim şimdi gece vakti.

Bangır Bangır Ferdi Çalıyor Evde ve Olduğu Kadar Güzeldik kitaplarıyla sevdiğimiz Mahir Ünsal Eriş, bu kez bir romanla, başka bir dil deniyor.

Sesleri, hatıraları, tesadüfleri, yeşil ve alabildiğine geniş fındık

bahçelerini, deniz kıyısını, ipince ipeksi dantelleri, pervaneleri, hasreti,

haseti, heba edilmiş yılları… Kör kuyuları, bir nakkaş gibi birbirine

teyelleyerek hikâyeleri, ay karanlığını, defineleri, haritaları işliyor;

yavaş yavaş anlatıyor üstelik, gülerek kıkırdayarak, kıpır kıpır… Uzakta, bozkırın ortasında, bir kayısı bahçesinde birileri kafa çekip, tütün sarıyor…

Dünya Bu Kadar, çarpa çarpa geceye ışıl ışıl hikâyeler bırakıyor.

Yeni roman, işte gökyüzü…

4. Karl Ove Knausgaard / Kavgam Cilt I

Norveç Oslo’da doğmuş olan yazar Karl Ove Knausgaard, tüm dünyada edebi bir sarsıntı yaratan KAVGAM adlı 6 kitaptan oluşan romanlar serisi ile tanınmaktadır. Kavgam’ın ilk kitabı 2009’da basıldıktan hemen sonra beş milyon nüfuslu Norveçte büyük bir sansasyon yaratarak yarım milyonluk bir satış hacmine ulaşmıştır. Serinin etkileri dalga dalga yayılarak Amerika ve Avrupa’yı derinden sarsmıştır. Kavgam kısa bir süre içinde 22 dile çevrilmiş ve Knausgaard’ı dünyanın en sıradışı edebiyat fenomeni haline getirmiştir. Yazar şu an İsveç Österlen’de yine bir yazar olan eşi Linda Boström Knausgaard ve 4 çocuğu ile birlikte yaşamaktadır.

“Kalp için hayat basittir: Atabildiği kadar atar. Sonra durur.”

‘Karl Ove’nin kayda değer yeteneği ki bu yetenek bugünlerde ender bulunuyor, tamamen anda ve kendi varlığının farkında olması. Her detay süsleme ve gösterişten uzak bir biçimde ortaya konuyor, sanki yazmak ve yaşamak eşzamanlı oluyormuş gibi. Sizi tamamen içine çekiyor. Onun hayatını onunla birlikte yaşıyorsunuz.’

Zadie Smith, New York Review of Books

Kavgam’ın ilk iki cildinde sıtma ateşine tutulmuş gibi oldum. 4 gün boyunca okumaktan başka çok az şey yaptım, e-postalarımı cevaplamadım, köpeğimi yürüyüşe çıkarmadım, bulaşıklar lavaboda yığıldı. Anlatının ışıkları sizi olduğunuz yere mıhlıyor, tıpkı otobanın ortasında kalakalmış bir hayvan gibi.’

Dwight Garner, The New York Times

‘Kavgam, Knausgaard’ın sıra dışı 6 ciltlik romanı tüm bilinen ticari reklamları alt üst ederek yazarını bir rock yıldızı haline getirdi. Sadece Norveç’te 450.000 adet satıldı, her 9 yetişkinden biri Kavgam’ı okudu.’

Emma Brockes, The Guardian

‘Bırakamıyorum, bırakmak istiyorum, bırakamıyorum, sadece bir sayfa daha, sonra akşam yemeğini hazırlayacağım, bir sayfa daha…’

Västerbottens-kuriren – İsveç

‘Bu destansı maceranın ilk ilk bölümü, bıkkın ve yorgun okurları bile hayata bağlayacak.’

The Independent

‘Knausgaard’ı okumak Google Earth’e ilk kez bakmak gibi; uzaydan kıtayı, ülkeyi, sonra büyüdüğünüz kasabayı ve caddeyi yakınlaştırıp tıklıyorsunuz. Hepsi orada, sadece tıklamaya devam edin.’

London Review of Books

“Kavgam dürüst ve ustaca çekilmiş bir ‘selfie’”

John Powers

‘Kavgam şaşırtıcı bir biçimde büyülüyor – ayrıntılar ve içtenliğin birleşimi, başka birinin beynine girme illüzyonu yaratıyor. Kavgam, kavgaya değer.’

GQ

‘Ardı ardına gelen her kitapta Bay Knausgaard, günümüzün en önemli yazarlarından biri olma ününü pekiştiriyor.’

The Observer (UK)

‘Çok güçlü ve canlı… Nefis, kalıcı ve tanrısal paragraflar… Knausgaard son derece çarpıcı ve tamamen dürüst. Evrensel endişelerin sıradan, banal seslerinden korkmuyor çünkü bunlar zaten hayatın akışı ve hepsi farklı şekillerde de olsa herkesin başına geliyor. Knausgaard’ın kitabında, aralıksız, sonu gelmeyen bir tat var. Sonuç cümleleri sakin, yalın ve başarılı. Walter Benjamin’in ‘gerçeğin efsanevi yönü’ dediği şeye sahipler.’

James Wood, The New Yorker

‘Müthiş bir roman... Çaresiz bir halde devamını bekliyorum cümlesinden başka bir şey söyleyemeyeceğim.’

Dagsavisen – Norveç

‘Tamamen sürükleyici, şaşırtıcı bir içgörü ile aydınlanmış sayfaları ve yürek paraçalayıcı dürüstlüğü ile Kavgam dünya edebiyatına tek bir karakteri sunarak bizi insanoğlunun zihninin derinliklerine çekiyor.’

Phillip Lopate

‘Kavgam insanın bakış açısını değiştiren bir kitap. İncil gibi.’

Heather Mallick, The Toronto Star

3. Elena Ferrante / Benim Olağanüstü Akıllı Arkadaşım

'Sen benim olağanüstü akıllı arkadaşımsın, hepimizden çok daha başarılı olmalısın, bütün kızlardan ve erkeklerden.'

Benim Olağanüstü Akıllı Arkadaşım, İtalya’da bir kenar mahallede yetişen iki genç kızın çekişmeler, kıskançlıklar ve sırlarla örülü dostluklarını, zorluklarla geçen büyüme ve varoluş serüvenlerini anlatıyor.

“Napoli Romanları”nın ilki 50’lerde, fakir bir mahallede başlıyor. Bu unutulmaz dostluk hikâyesinde fazlasıyla akıllı ve duyarlı iki genç kız, Lenù ile Lila, boğucu erkek-egemen kültür, duyarsız, buyurgan aileleri ve yoksunluklar karşısında birbirlerinde teselli bulur. Ancak bu iki sıradışı arkadaş büyüdükçe, onlara dayatılan değerleri kabule yanaşmayacak, büyük fedakârlıklar da gerektirse, birer kadın olarak tutkularını yaşamak ve yaratıcı olmak için ellerinden geleni yapacaktır…

“Benim Olağanüstü Akıllı Arkadaşım sürükleyici, kalabalık, geniş bir 'olgunlaşma romanı.'” James Wood, The New Yorker

“Elena Ferrante: öfkeli kadın yazarların en iyisi!” John Waters, yönetmen

“Ferrante’nin genç kızlık ve arkadaşlık meselesini ele alışı olağanüstü etkileyici.”

Gwyneth Paltrow, oyuncu

2. Ayhan Geçgin / Uzun Yürüyüş

: 'Nedir bu, dedi kendi kendine, tüm bu olup bitenler nedir, niçin buradayım, niçin hâlâ yaşıyorum?

'Belki, diye düşündü, bir kazazedeyim, batan bir gemiden kurtulan son kişiyim. Ama bu dağlarda deniz yok. O zaman, dedi, belki gemisi batmış Nuh'um ben. Gemim selde dağlara çarpıp parçalandı, eşim, çocuklarım, kardeşlerim, hayvanlarım, hepsi öldü gitti. Felaketten bir işaret kalsın diye geride bir tek ben kaldım.”

Yola çıkarken bedeninin bir soğan zarı gibi tek tek soyulacağını sanan ama aksine bir ağaç kütüğü gibi kat kat kabuk bağlayan, katılaşan bir kahraman. İnsan sesinin olmadığı, işitilmediği bir yere ulaşmak için ülkeyi bir uçtan diğerine kat ediyor. Hiçbir şey arzu etmiyor sanki, hiçbir şey talep etmiyor. Böyle bir varoluş mümkün olabilir mi?

Uzun Yürüyüş Ayhan Geçgin’in dördüncü romanı.

1. Orhan Pamuk / Kafamda Bir Tuhaflık

Kafamda Bir Tuhaflık hem bir aşk hikâyesi hem de modern bir destan. Orhan Pamuk’un üzerinde altı yıl çalıştığı roman, bozacı Mevlut ile üç yıl aşk mektupları yazdığı sevgilisinin İstanbul’daki hayatlarını hikâye ediyor.

1969 ile 2012 arasında, kırk yılı aşkın bir süre Mevlut, İstanbul sokaklarında yoğurtçuluk, pilavcılık, otopark bekçiliği gibi pek çok iş yapar. Bir yandan sokakların çeşit çeşit insanla dolmasını, şehrin büyük bölümünün yıkılıp yeniden inşa edilmesini, Anadolu’dan gelip zengin olanları izler; diğer yandan ülkenin içinden geçtiği dönüşümlere, siyasi çatışmalara, darbelere tanık olur. Onu başkalarından farklı kılan şeyin, kafasındaki tuhaflığın kaynağını hep merak eder. Ama kış akşamları boza satmaktan ve sevgilisinin aslında kim olduğunu düşünmekten hiç vazgeçmez.

Aşkta insanın niyeti mi daha önemlidir, kısmeti mi? Mutluluk veya mutsuzluğumuz bizim seçimlerimize mi bağlıdır, yoksa bizim dışımızda mı gelişip başımıza gelirler? Kafamda Bir Tuhaflık bu sorulara cevap ararken aile hayatıyla şehir hayatının çatışmasını, kadınların ev içlerindeki öfke ve çaresizliklerini resmediyor.

Popüler İçerikler

Kadınlarla Kafayı Bozan Sözde Hoca Bu Kez de "Karını Bize de Evde Oynat" Sözleriyle Tepki Çekti
Melih Gökçek, Ankapark’taki Transformers'ları İhtiyaç Sahibi Ailelerin Hakkı Olan Sosyal Yardımlarla Almış!
Okullardaki Yılbaşı Kutlamalarına Gelen Yasağa Mustafa Sandal'dan "Onlara İnat 'Duble' Kutlayacağız!" Tepkisi