Hüsamettin Oğuz Yazio: Zamanda Seyahat Eden Kadın Hikâyeleri

Sosyal medyada ilkokul ya da çocukluk arkadaşınızı bulabilirsiniz. Bu mümkün. Hadi buldunuz diyelim; misketleri, teneffüs aşklarını, “öğretmenimizi”, fişleri mi konuşacağız? Belki de çocuk dünyamızın en güzel yıllarını mı yoksa Marshall Planı ile gelen süt tozunu mu tartışacağız? Sanmam. 

Ben hikâyeleri severim, içinde yolculukların olduğu hikâyeleri…

Joseph Campbell, kahramanın yolculuğuna şöyle bakar; her hikâyenin bir başı, ortası ve sonu vardır. Başlangıçta kahramanınızın hikâyesini kurarsınız, sonra ona büyük bir çatışma kaynağı olan bir yol çizersiniz ve onu hayatla baş başa bırakırsınız. Birçok olayla karşılaşan ve çeşitli engellerin üstesinden gelen kahraman günü kurtarır ve mutlu sonla birlikte kahramanın hayatı yoluna girer.

Sosyal medya ise daha renkli ve sürprizlerle dolu…

Sosyal medya platformlarında birbirinden harika insanları tanıdım pandemi süresinde… Uzun uzun sohbet ettik, moral vermeye çalıştık birbirimize… Ve bu dönemin karakterlerini, kahramanlarını zaman zaman yazmaya karar verdim. İlki, masaya döktüğü kahve ile farklı bir resim anlayışını başlatan Giulia Bernardelli’ydi… Her kahve içişimde gülümsüyorum hâlâ…

İkincisi, Ebru Ceylan Çap… Ebru ile masallar ve hikâyeler üzerine sohbet ederek başlayan bir dostluğumuz oldu.

Sıkı bir Odin hayranıydı. Bilgelik, şifa, ölüm, kraliyet, darağacı, bilgi, savaş, zafer, büyücülük, şiir, çılgınlık ve runik alfabeyle ilişkili Odin’i Ebru’dan dinlemek gerçekten keyif veriyordu. Bir süre görüşemedik. Sonradan “git-gel” bir zaman parçacığını yaşadığını uzun uzun bana anlattı. 

“Sahi Ebru sen kimsin?” diye sormuştum bir sohbetimizde.

Şimdi, kimsin sen diye sorulduğunda hayata neşeli, iyimser bir bakış açısıyla bakarken kendine çok yakından bakmaya çalışan gölge yanlarına dahi teşekkür eden bir kadınım diyelim. böyle bir cevap vermişti bana.

Sonra devem etti, soluk soluğa anlatmaya:

2001 yılında çok âşık olarak evlendim gözüm hiçbir şeyi görmüyordu. 2001 -2006 yılları arasında 5 yılı bomboş geçirdim. O kadar boş ki temizlik hastası olmama ramak kalmıştı, sıkıntıdan kapı önündeki paspası yıkayıp duran bir kadın olup çıkmıştım, örgü örmeyi bilmediğim halde sürekli yün ve şiş alıp bir şeyler yapmaya çalışıyordum çünkü yapacak hiçbir şeyim yoktu. Yaşlı komşularımın alışverişini yapıyor sonra da onların kısır partilerine katılıyordum.

Önce bir sanat merkezine resim öğretmeni olmak için kaydoldum, resim yapmaya başladım. Belli bir sene sonunda sınavı geçersek hoca olabiliyorduk.  Ben resme devam ettim, kursa gelen bir ressam beni fark etmiş tablolarımı çok beğenmişti. Onunla iş birliği yapmaya başladık ve tabloların reprodüksiyonlarını siparişle çalışmaya başladım. Kısa bir süre sonra ressam abimizi kaybettik, atölye kapandı, ben de evde çocuk odaları için tablolar tasarlamaya başladım. İki sene çocuk odası tabloları hatta çocuk odası duvarları boyadım. Gelinler ve bebek bekleyen anneler ile çalıştım ve o yıllarda hem yapmış olduğum tasarımlar, çizimler ile hem de insanlarla dürüst etkileşimler kurarak çevre edinmeye başladım.

Sosyal medyada iyi ilişkiler ve sıkı bağlar kurulabiliyor. Bu karşılıklı dürüst davranışa ve samimiyete bağlı bir süreç ama… Ebru bu süreci iyi kullananlardan biri… Abartısız, yalın ve “neyse o” diyeceğimiz hikâyesiyle, takipçisiyle iyi ilişkiler kurmayı başardı. Instagram üzerinden kurduğu iyi ilişkiler sayesinde yeni işler alıyor, durmadan çalışıyordu. Çocuklara vakit ayırmakta zorlanıyordu. Ama iş beklemezdi. Sipariş beklemezdi. Sorumluluk terazisindeki dengeyi iyi kurmayı başarmıştı.

Ebru, senin bir ara “bride to be” tişörtü yaptığını biliyorum, kısaca anlatır mısın o süreci?

Tişörtlerin baskı olduğu yıllardı, ben de çocuk odası tablolarının yanına farklılık olması için tişört tasarımları ekledim. El emeği ürünler yeni yeni ortaya çıkmıştı, kafama göre tişört çiziyor, tasarımlar yapıyor, satıyordum. Bir gün yurtdışından gelen bir arkadaşım bana 'BRIDE TO BE tişörtü yapmanı istiyorum' dedi. Nedir o dedim?

Yurtdışında tüm gelinler hazırlık aşamasında bu tişörtleri giyiyor, Türkiye’de yok, senin çizmeni istiyorum dedi. Ona bir gelin tişörtü çizdikten ve satışa açtıktan sonra inanılmaz bir şey oldu. Bir gece telefonum çaldı ve evlilik hazırlığında olan bir genç kız 15 adet tişört istedi, 2 gün içinde hazır olmalı dedi. Nedimelerim ve ben giyerek bekarlığa veda partisi yapacağız! Şaşkınlık içinde idim. Önümde 48 saat var, mümkün değil hazırlayamam dediğimi hatırlıyorum. Telefonu kapattım bütün gece uyku tutmadı, sabah hazırlığa başladım. Tişörtü hazır edebileceğimi haber verdim ve başardım. Sonrası çok hızlı bir duyulma ve yayılma hali idi. Organizasyon firmaları bana ulaştı, hepsi benimle çalışmak istiyordu.

Birçok firmanın bekarlığa veda ürünlerini hazırlamaya başladım, gecem gündüzüm kalmadı 47 kiloya kadar düşmüştüm, yemek yiyecek vaktim yoktu. Birkaç dergide röportaj, bir iki haberde adım duyulunca bu işi biraz daha büyüttük. Kendi ofisimi açtım, ev hanımlarına iş vermeye başladım, kardeşimi, komşumu, annemi yanıma aldım ve birlikte çalışmaya başladık. Bazı ünlü isimlerin bekarlığa veda ürünlerini de hatta bebeklerinin ürünlerini hazırladım. Çok yorgun olduğumu hissettiğim bir günde ağlayarak ofisimin kapısını kapattım. Gidiyorum dedim.

Ve gerçekten de ofisin kapısını kapatıp gitti.

Nereye?

Büyükada’ya gittim dedi. 

Sadece kafa dinlemek için 2 günlüğüne gittim aslında ama ikinci günün sabahında orada yaşamamız gerektiğine kadar verdik ve 3,5 yıl bomboş işsiz güçsüz kafamıza göre doğa ile baş başa yaşadık.

Ada hikayesinin devamı daha da ilginçti. 

Neden o hayatı bırakıp geri geldin?

İlk seneler harikaydı. Biz 3,5 sene hiç hastalanmadık biliyor musunuz? Evimiz çam ormanının dibinde idi çünkü. Size o kokuyu tarif edemem. O sessizliği, o huzuru. Her güzelliğin bir doyumu var. ‘Bir Küçük Eylül Meselesi’ filmini izlediniz mi? Bir sabah ben de ‘Eylül’ gibi aynaya uzun uzun baktığımda gördüğüm kadını yadırgadım. Sevmedim. Astrolojide Pluto karesi diye bir transit vardır. İnsanı dönüşmeye zorlar. Bir anda tatlı olan şeylerin tatsız geldiğini fark edersiniz. Büyümeniz gerekiyordur ama alıkoyulduğunuzun farkında değilsinizdir, Pluto sizi omuzlarınızdan tutar sarsar. Adeta “kendine gelecek misin, ben mi getireyim?” der. Yenilenmeye doğru sürüklenmeniz için olur olmaz şeyler yaşarsınız. Çok komik gelecek belki size ama bahar aylarıydı, evimize bir tarla faresi dadandı önce. Hayatımda fareden korktuğum kadar korktuğum şeyler sayılıdır.

Yoksa fare yüzünden Büyükada’yı mı terk ettin? Peki nereden çıktı fare?

Sayılır... Takipçilerim bu olayı gün gün, saat saat bilirler, mesela nasıl ağladığımı, korktuğumu, psikologdan terapi aldığımı, o fareyi bulmak için neler yaptığımızı… Hem komik hem kötü günlerdi, sabah Snapchat'i açıyor akşama kadar fare maceralarımızı yayınlıyordum deliler gibi, izleniyordu… Bir sabah keyifle oturmuşum, dışarda bahar havası, şiir gibi kuş sesleri, keyfim yerinde, çayımı içip kitabımı okuyorum, ayağımın altından bir şey hızlıca geçti masanın altına girdi. Önce bir kuşun gölgesi evin içine vurdu sandım sonra aynı hızlı karaltı masa altından televizyonun altına kaçınca çığlık atarak mutfak tezgahına çıktım. Eşim, ev sahibim, bir komşu dâhil bütün gün beni sakinleştirmeye çalışıp fareyi aradılar. Yoktu.

Yakalayamadılar yani…

Ada’da pek çok kişiyle konuştuk, eve veteriner geldi, belediyeden adamlar geldi… Şimdi çok gülüyorum halime. Fareyi bulamıyorlar ama farenin kakaları her yerde... Yani biz yatınca geziyor bu hayvan belli ki. Bu arada eşim bir iki kere yüz yüze gelmiş fare ile… “Ebru, çok tatlı bir hayvan, minicik, öyle akıllı ki” diye anlattıkça ben daha fenalaştım. Ada’da konu komşu geliyor beni teselli ediyor; “Ada’da bunlar çok normal şeyler, ahşap evlerde bunlar olur, üzülmeyin, o ailesi ile birlikte köşede bir yerde yaşıyordur. Geceleri peynir, sucuk bırakın ortaya, alır gider” diyorlar. Aklımı kaçıracağım! Onu bırakın Ada’nın veteriner doktoru “yakın zamanda akrepler çıkabilir, 8 boğum akrep bile var, onu görseniz n’olcak, sakin olun lütfen” demez mi! Takipçilerim acil olarak kedi sahiplenmem gerektiğini söylediler ve acil olarak kedi sahiplendik… Kedimiz gelince ben fareyi unuttum, bir huzur geldi, bir daha da mevzusu açılmadı. Ama ben Ada’dan soğumuştum artık, bu bana yollanmış bir işaret diye düşündüm, eşim de iş için bir karaya bir adaya gitmekten yorulmuştu, geri dönmeye karar verdik.

Ebru, “O fareye minnettarım şimdi, iyi ki dönmüşüm.” dedi. Bir fare bir kedi, belki de Odin’in kardeşleriyle birlikte koruyucu gücü üzerindeydi. Pek astrolojiden anlamam ama bazı durumlarda astrolojinin dile getirdiklerini de şaşkınlıkla okuduğum olmuştu. 

Ebru belki de seni İstanbul’a Odin’in atı Sleipnir getirdi, kim bilir?

Peki dönünce ne yaptın o boşluktan sonra İstanbul’un karmaşası nasıl geldi?

Boş yaşamak bana göre değilmiş bunu anladım. Çok okudum, gece gündüz durmadan okudum. Yeni ilgi alanlarım oldu, yeni insanlar tanıdım, sosyalleşmeye aç kalmış gibiydim, gece gündüz geziyor eve girmek istemiyordum. Eğitimler almaya, akademilere gitmeye başladım. İlk etapta çizim eğitimi vermeye başladım ve kendi tasarladığım ürünleri başkalarına öğretiyordum, onlara yol açmak istiyordum, bu hoşuma gidiyordu ama çok kısa sürdü çünkü korona bizi evlere kapatınca yüz yüze vermiş olduğum eğitimleri iptal ederek bu sefer tamamen kendi içime, özüme odaklandım. Online eğitimler vermek tabi mümkündü ama istemedim. O andan itibaren kendi özümü keşfetmek isteği ile manevi basamakların ilkine adım atarak yola çıktım. Çünkü aradığımın kendim olduğunu fark ettim. Bu dengesizlik ondandı.

Peki şimdi ne yapıyorsun, bunca eğitimler aldıktan sonra nelerle uğraşmaya karar verdin?

Şimdi Spiritüal Astroloğum. Manevi Danışmanlık ve Grigori Grobovoi Alt Eğitmenliği yapıyorum. Kendime ait olan Primarima Akademi’de çeşitli eğitimler veriyorum. Bir de iki ortak; Nazan ve ben bakır takılar tasarlayıp üretip satıyoruz.

Spiritüalizm ile ne zamandır ilgileniyorsun? 

Uzun yıllar olduğunu söyleyebilirim. İlk çocuk sonrası bocalama döneminde manevi konularla yüzeysel olarak ilgilenmeye başladım. O yıllarda melekler hakkında yazılar, kitaplar okumak çok popülerdi. Manevi konulara girişim rahmetli Beki İkala ile oldu, çok severdim onu. Mal yazardım, danışırdım bazı konularda sonrası çok çeşitlenerek şifa astroloji, ruhsal ve manevi rehberlikler, semboller, radyestezi, kadim bilgiler olarak devam etti. Spiritüallik Okulunda uzun bir dönem eğitim aldım, Dsht ile ilgilendim, sonrası çorap söküğü gibi geldi. 

Bakır takılara olan ilgi nereden geliyor?

Bakırın şifası ile beni Nazan tanıştırdı. Onun sayesinde keşfettim ve adeta bakıra hayran oldum. Biz Nazan ile Pandemi öncesinde çok farklı bir konu hakkında konuşmak için bir araya geldik ve kısa süre içinde birbirini hiç tanımayan iki kadından ruh arkadaşlığına evrildik. Bizi birbirimize bağlayan en kıymetli şey ise sanırım çalışma aşkımız. Her an, her yerde, her şartta çalışabilen insanlarız ve tez canlıyız. 

Bakır takılar üzerinde sayılar ve semboller görüyorum nedir bunlar? Ve sembollere olan ilgi nereden geliyor?

Rune sembolleri ve Grabovoi sekansları görüyorsunuz farklı manevi semboller de var. Bir bakırın şifasını sembollerin frekansı ile birleştirdik. Sembollere olan özel ilgimden zaten sizinle yolumuz kesişti, dövme sanatı ile olan semboller paylaşmanız, Şamanizm ile ilginiz. Belki ortak bir çalışmamızda olur, hayatın paylaştıkça güzel olduğuna inananlardanız. Gönülden de böyle bir şeyi arzu ediyorum aslında.

Bakır şifası nereden geliyor?

Bakırın şifası saflığından geliyor. Saf bakır bilezik, demir ve çinko gibi mikro minerallere sahip oluyor ve derimizden ter ile birleşerek kan dolaşımımıza katılıyor. Sağlıklı bir vücut ve zihin için gerekli olan temel bir mineraldir bakır. İnsanlık tarafından yüzyıllardır şifa için kullanılmış. Anneannelerimiz eskiden takardı bu bilezikleri… Ne için takıyorlardı? Artrit ile ilişkili ağrı ve şişliği azaltmak için takıyorlarmış, eski bir çare olarak kullanılmış. Spritüal ve astrolojik olarak Bakır, ilahi dişiliğin sembolü. Kadınsı güzelliğin, sevginin, şehvetin, sanatsal yaratıcılığın, şefkatin, doğurganlığın ve dengeli düşüncenin özelliklerini temsil eden gezegen Venüs'ün metalidir bakır. Bu sebeple de ilişkilerimize şifa verir. Barışı teşvik eder, hayatımıza sevgi ve şefkati çeker. Bu güzel bilgilere sahip olduktan sonra “Bakırın Şifan Olsun” sloganı ile Primarimashop'u açtık.

Bilezik ve kolyelerin üzerindeki semboller nedir, bir anlamı var mıdır? 

Onlar ‘Kadim Rune’ sembolleri. İskandinav Rune’leri olarak da biliniyorlar. Benim bu konu hakkında bir de kitabım var. Rune Sembolleri ve Tılsımlar kitabım. 2021 Haziran’da yayınlandı ve 6 ay içinde 3. baskıya girdik. Rune Sembolleri ile 3 senedir yakından ilgileniyorum fakat İskandinav Mitolojisi ile daha uzun yıllardır tanışığım, gerçek bir Odin hayranıyım. Odin'in insanlığa hediye ettiğine inanılan bu kadim sembolleri araştırmak, yazmak, öğrenmek ve öğretmekten keyif alıyorum. Türkiye’de 3 sene önce çok az kişinin bildiği ve ilgilendiği bu semboller bu sene çılgınlar gibi yayılmaya başladı. Bunda kitabımın etkisinin büyük olduğuna inanıyorum. Rune Sembolleri Kartlarını ilk çıkartan ve satışa sunan ve bu konuda detaylı kitabı da ilk yazan kişi olmak biraz ruhumu okşuyor diyebilirim. 

Spirituel astrolog ne demek? 

Harita açtığım zaman daha manevi temellere dayanıyorum. Kişinin hayatına bedenine değil ruhuna odaklanıyorum. Burada yüzeysel bir yardım yok, daha derin konulardan bahsediyoruz. Amacım bireyin ruhsal olarak farkındalık kazanması ve ruhsal gelişime katkı. Dış kişiliğimizle ya da bu yaşamda bize ne olup ne olmayacağı ile ilgilenen bir astroloji değil. İnsanlar bu astrolojiyi çok sevdiler. Geri dönüşler o kadar güzel ki. Hep aynı cümleyi kuruyorlar. “Ebru Hanım sayenizde ruhumu keşfettim, ben sadece bedenime odaklanmışım, şimdi kendimi daha iyi anlıyorum” diyorlar.

Seninle Instagram’daki sayfan aracılığıyla tanışmıştım. Nasıl başladı, bu hesabın gelişiminden bahseder misin?

Instagram’da çok eskiyim, hani ‘buralar dutluktu’ derler ya tam olarak o zamanlardanım. 2011 yılından bu yana ismimi, tarzımı, kendimi değiştirmeden 2022’ye geldik. Geldik diyorum çünkü inanmazsın belki ama aynı takipçilerle beraberim hâlâ. Hatta ondan öncesi var, 2007-2010 arasında blog yazmanın çok popüler olduğu yıllarda çok okunan, sevilen bir anne çocuk bloğuna sahiptim. O zamandan bu yana takip edenler dahi var sayfamda. Kemik bir kitle :-)

Uzunca bir süre içimden geldiği gibi günlük rutin hayatımı paylaşırken bu kitle oluştu. Sanırım beni samimi buldular, yani gelen yorumlar ve mesajlardan anladığım ve hissettiğim kadarıyla öyle. Samimiyet ve güveni sevdiler diye düşünüyorum. İnanır mısın işi bırakıp 3,5 sene Büyükada’ya çekildiğim yıllarda her gün kapım tanımadığım insanlar tarafından çalınıyordu. Kapıyı açtığımda biz sizin takipçiniziz diyorlardı. O kadar tanıdık ki sokak, cadde, ev ve ailem, ezberlemişler, samimi bulmuşlar demek ki gelip kapımı çalacak kadar... Takipçilerim benim kıymetlilerim, ben onların gözünde 11 yıldır değişmeyen Ebru’yum. Güçlü bir bağ var aramızda. Kitapla gerçekten buna daha da emin oldum, kitabımın kısa süre içinde 3. baskıya girmesi beni takipçilerimin sevgisine ve ilgisine daha çok inandırdı. Allah utandırmasın.

Motton nedir?

Mottom “HER ŞEY MÜMKÜN”… Ben hâlâ sıkıntıdan kapı önündeki paspası yıkayan bir kadın olabilirdim. Ruhsal olarak sıkışmış, kendini keşfedememiş, değişime inanmayan biri olabilirdim. Kendine inanan sonunda içindeki altın madenine ulaşıyor. Çok çaba gerekiyor belki bunu inkâr edemem. Fakat sen ilerlemeye istekli isen önüne hangi sınır konulursa konulsun, hayat sana eninde sonunda ödülünü teslim ediyor. Bu yüzden düşseniz bile kalkın, gitmek istediğiniz yolda ısrarla ilerleyin, zaman alacak olsa dahi, fedakârlık gerekse dahi o yolun sonunda kendinize ulaşacağınız için buna değer unutmayın diyorum.

Ebru çok teşekkür ederim.

Instagram üzerinden bir sohbet ancak bu kadar oluyor. Daha konuşacak çok şey var; eminim. Sana kendi hikâyende başarılar dilerim.

Instagram

Twitter

Popüler İçerikler

Domuz Eti Skandalıyla Gündeme Gelmişti: Köfteci Yusuf Yeni Bir Sektöre Giriş Yapıyor!
İş Kadını Olan Eski Eşinden Aldığı Nafakayla Düğün Yapan Damat, Düğünden Sonra Nafaka İstemeye Devam Etti
Mauro Icardi'den Olay Wanda Nara Paylaşımı: ''Evimde 2 Saat Boyunca Beni Taciz Etti''