Hulusi Çakır Yazio: Nerede O Eski Oyunlar?

Çocuk deyince aklımıza hemen oyun gelir. Oyun deyince de çocuk. Çocuk olmayınca, oyun yine ritüelini devam ettirebilir ama oyun olmayınca çocuk olmaz, olursa da çocuk kalmaz. Onlar için doğada tek element vardır: Oyun. 

Oyun en basit haliyle; hayata tutunma, hayattan zevk alma ve hayatı öğrenmenin en eğlenceli yoludur.  Üstelik çocuklar için ekmek ve sudan bile önce gelir. Bebek aç kalıp ağladığında bir şekilde oyunla susturabiliriz ya da altına yaptığına yine onun hoşuna gidebilecek etkinliklerle durdurabiliriz. Mesela daha yeni doğmuş bir bebeğe bile “ceeee” yapmamız bu yüzdendir veya mamasını yedirirken kaşığı uçak yapmamız gibi... Ya da tuvalete götürdüğümüzde çiçekleri sulatır gibi yaparak, hayatlarındaki her öğrenme güdüsünü oyunlaştırırız

Çocuklar her şeyden oyun çıkarır. Hatta onların dünyasında yaşam, bir lunaparktır. Hayatla dans eder, oyunlar oynar, kendi diyarlarının kahramanı olurlar.

Oyun esnasında öyle büyülü bir dünyaya girerler ki bizi bile görmez gözleri, duymaz kulakları... Annemizin elli defa “yemekler soğuduuu” diye bağırması bundandır hep. Koca koca adamların bile otoritesini yıkarlar. Bıyıklı, koca göbekli adam yeri gelir dudaklarına ruj sürer, yeri gelir yerde takla atar, kaydıraktan kayar. Yanındakileri kendilerine benzetirler. Ve bu dönüşüm her yaşın en saf halidir. Özellikle bu dönemde bireysellikten ziyade, kendilerine eşlik edilmesine daha çok ihtiyaç duyarlar. Sosyalleşmenin gittikçe azaldığı teknoloji çağında pandeminin de etkisiyle iyice kabuğuna çekildiler.

Özellikle okul çağındaki çocuklar zaten pandemiden önce teknolojiye esir olmuşken, uzaktan eğitimle beraber saatlerce tablet, telefon, laptop, bilgisayara bağımlı kaldılar. Artık gün içindeki zaman dilimlerinin çoğunu teknolojiye pay ettiler. YouTube’dan bakmadıkları video kalmadı. Hepsini ezberlediler. Fakat birçoğu hareketli dünyalarında eğlenceli bir yer edinemedi. İşte tam bu esnada “Nerede o eski oyunlar” repliği geldi aklıma. Hani sokaklarda ezan okununcaya kadar bıkmadan oynadığımız, evde ıslak çamaşır damlalarının üstüne düştüğü, içinde patates üstünde kestane olan, ayaklarımız ısınsın diye yaslayıp çorabımızı yaktığımız, rüzgarda tütmesin diye geceden kömür atmayarak tir tir titrediğimiz, yemekleri üstünde pişirdiğimiz o güzel sobalı dört duvar odada oynadığımız oyunlar ne de kıymetliymiş…

Kaldı mı o sokak oyunları? Belki düşe kalka oynadığımız oyunlar artık yok fakat onlar, cebimizde birer ağırlık değil, hayatımıza yön oldular. Her biri kendi yolumuzun taşlarıdır artık…

“Sabır” kelimesinin anlamını, yedi kiremit (dalya) oyunu oynadığımızda, taşların yıkılmasını beklerken öğrendik.  

Annemizin oyun oynarken “en geç ezan okununca eve gel” demesiyle, ‘’sorumluluk’’ kavramını öğrendik. 

Yenilsek bile güle oynaya “bir dahakine siz görürsünüz” dedikten sonra da “umut etmeyi” öğrendik. 

Arkadaşımız yere düşüp dizini kanattıktan sonra koluna girerek çeşmeye götürdüğümüzde öğrendik “yardımlaşmayı”.  

“Paylaşmayı” oyun arasında annemiz ismimizi seslenip, elimize tutuşturduğu salçalı ekmeğin yarısını arkadaşımıza verdiğimizde öğrendik. 

Kazandıktan sonra olimpiyatları almış gibi birbirimizi kucaklayıp, sarıldığımızda öğrendik “sevgiyi”. 

Futbol oynarken sert vurmak yoktu. Burada “şefkat” duygusunu öğrendik. 

“Adaleti” iki taş arasını aynı kişinin ayaklarıyla ölçüp iki kaleyi kurduğumuzda öğrendik. 

Saklambaç oynarken sobelenen arkadaşımıza diğerlerinin nerede olduğunu sorup, bilse bile söylemediğinde öğrendik “dürüstlüğü”. 

Evcilik oynarken anne ya da baba olduğumuzda “sahiplik, birbirimize kol kanat germek” kavramlarını öğrendik. 

Meğer fark etmeden oyunlar ne çok şey öğretmiş bize. Bilişsel kazanımların yanında bilmeden hangi değerleri kazanmışız. Salçalı ekmek tadında ne çok mutluluk paylaşmışız. Ezan vaktine kadar ne çok sevgi barındırmışız. Hele de yere düşen arkadaşımıza pansuman yapan nice gönüllü doktor olmuşuz. 

Okumanın da yaşı yoktur, oyun oynamanın da. İçinizdeki çocuğu özgürleştirin, bırakın eşikten adım atarak hayat ile tanışsın. Üstümüz kirlenecek diye korkmadan, kimseden utanmadan yaşayın, yaşatın. Değerlerine, geleneklerine, örf ve adetlerine bağlı, özgüvenli, iletişim becerisi yüksek, hayata sıkı sıkı tutunan, merhametli bir nesil yaratmak tamamen bizim elimizde. Onların minik yüreklerine belki bir oyunla belki bir tebessümle dokunabiliriz. Haydi çok geç olmadan…

Popüler İçerikler

Rasim Ozan Kütahyalı’dan Atatürk Sözleri: “Şeytan Taşlamakla Anıtkabir'de Yapılanlar Benzer Eylemler”
Boks Tarihinin En Pahalı Maçı Öncesi Mike Tyson, Jake Paul'a Tokat Attı!
Ayliz Duman Çok Sade Kaldı: Miss Universe 2024'te Gelmiş Geçmiş En Çarpıcı Ulusal Kostümler Giyildi!
YORUMLAR
Pasif Kullanıcı
26.01.2021

Toprakla oynamayı özledik, göz göze muhabbet etmeyi çıkarsızca, teknoloji uzakları yakın ederken samimiyetle kurulan bağları da çekti aldı sanki. Kalabalık içinde yalnız hissedilmeler bundan hocam. İnstagramda da severek takip ettiğim bir öğretmensiniz, elinize emeğinize sağlık. Salçalı ekmek tadında günler dilerim :)

SEN DE YORUMUNU PAYLAŞ