Tozpembe masallarda kaybediyoruz onları. Kendisini özgür, özgüvenli, tek, özel hissetsin derken tamamen bambaşka bireylere dönüştürüyoruz, haberimiz yok! Biz çocuğu değil yaptığı davranışı takdir ettiğimizde asıl amacımıza ulaşırız. Yüzleşsin gerçeklerle. Tökezlesin, sendelesin, kaybetsin, fark yesin. Kaybettiğinde mahcubiyeti yaşasın. Sonra ne mi olacak? Hırsın ne olduğunu, mahcubiyetin ne anlama geldiğini sözlüklerden değil hayatın içinden öğrenecek. Tekrar kazanmayı bilecek. Rakiplerine saygılı olmayı öğrenecek, onların da birey olduğunu fark edecek. “Ya birinci olamazsan?” diye sorduğumuzda “İkinci olurum.” cevabını verecek.
Niye düştüm diye sormadan kalmak için düştüğünü bilecek.
“Aslanım; bu sefer yenemedin, her zaman yenemeyebilirsin de.”
“Bu sefer kazanamadın ama çabalarsan kazanabilirsin.”
“Benim kızım olsan da her şeyi bilemeyebilirsin, ben de bilemeyebilirim.”
“Bak gördün mü hep geçemiyorsun!”
“Bir dahaki oyunda yenebilirsin.”
Yukarıdaki kelimeler artık evrimleşti ve şimdi bu şekilde daha güzel olmadı mı?
Gökkuşaklarını severiz, çocuklar da sever. O halde pırıl pırıl gökkuşağını görmek için önce yağmuru yaşamak gerektiğini de biliriz, öğretiriz, gösteririz.
👏👏🌸
Yine harika bi konuya değinen mükemmel insan 👏🏻 mükemmel bi yazı 😊 tebrikler 🌸