Hollywood Tarihine Damga Vuran 7 Husumet

7. Marilyn Monroe vs Laurance Olivier

Her ne kadar İngiltere'nin yetiştirdiği en büyük aktörlerden biri olsa da Laurance Olivier'i tanıyanlar kendisinden 'kaba saba, kötü bir insan' diye bahsediyordu. Orson Welles ise Laurance Olivier'e karşı acımazdı. 'Gerçekten aptal bir adam' diyordu.

Gerçekten ne kadar aptal olduğunu bilemiyoruz ama Olivier'in Marilyn Monroe'ya duyduğu düşmanlığın gerçekten büyük bir aptallığın göstergesi olduğunu söyleyebiliriz. Olivier'in hatıralarına göre Monroe 'beceriksiz', 'sarsak', 'utangaç', 'gergin' bir kız çocuğuydu. 

Oysa aynı filmde çalışan Jack Cardiff'e göre durum böyle değildi. Olivier genç yıldızı sürekli aşağılıyor ve Monroe'dan 'o...spu' diye bahsediyordu. Monroe bu yüzden Olivier'i asla affetmemişti.

6. Orson Welles vs William Randolph Hearst

Yurttaş Kane filmi 1941 yılında yayınlandığında Orson Welles Hollywood'un en önemli aktörlerinden biriydi. Hearst ise Amerika'nın en güçlü medya baronuydu. Öyle ki dönemin en önemli haber fotoğrafçılarından Frederick Remington bir keresinde 'Küba'da haber yapmaya değer bir çatışma yok' dediğinde, 'sen  fotoğrafı çek ben savaşı  çıkartırım' dediği söyleniyordu. Yurttaş Kane filmini izleyenler bu diyaloğun filmde de olduğunu biliyor. Söylentiye göre zaten filmin ana karakteri Charles Foster Kane esasında William Randolph Hearst'ı temsil ediyordu. Hearst da durumdan haberdardı. Filmden o kadar mutsuz olmuş ve Orson Welles'e düşmanlık bağlamıştı ki, 18 yaşının altında bir hayat kadını bulmuş, bir fotoğrafçıyla birlikte Orson Welles'in kaldığı bir otel odasına göndermişti. Welles odaya geldiğinde fotoğrafçı  içeri girecek, küçük kız çocuğu ile fotoğraflarını çekecek, kariyerini tarihe gömecekti. Bereket bir polis memuru durumu Orson Welles'e haber verdi de, Orson Welles odaya hiç gitmedi kariyeri kurtuldu. İntikam insana gerçekten neler yaptırıyor.

5. Charlie Chaplin vs Louis B. Mayer

1918 yılında Charlie Chaplin sinemanın en büyük yıldızlarından biriydi, Louis B. Mayer ise Hollywood'un en büyük yapımcısı. İkisini karşı karşıya getiren ise küçücük bir kız çocuğu oldu.

Mildred Harris Charlie Chaplin ile 16 yaşında evlenmişti. Ancak zamanla Chaplin Mildred Harris'ten soğumuş, kızcağızın 'entelektüel olarak' kendi seviyesinden aşağı olmasından şikayet etmiş ayrıca 'gençliğini kaybettiğini' de söylemişti. Gebeliği sırasında çiftin çocuklarını kaybetmesi, Harris ile Chaplin arasındaki ilişkiyi de sonlandırdı. 

Mayer fırsatı görmüştü. Chaplin ile ilişkisi nedeniyle şöhrete kavuşan ve bu ilişki sırasında herkesin gündemine oturan Harris ile ortak bir proje yapmak, bu şöhretten yararlanmak istiyordu. Gazetecilere çiftin boşanması hakkında bir yorum yaptı ve Chaplin'in sapık olduğunu söyledi. Chaplin de Mayer'in kendi ismini ve ailevi problemlerini kullanarak kar etme amacı olan bir kan emici olduğu yönünde bir cevap verdi. İkili bir vesile bir araya geldiğinde konu açılınca tansiyon arttı. Chaplin Mayer'e bir yumruk salladı ama Mayer başarılı bir şekilde kaçarak yumruktan kurtuldu, söylentiye göre sallanan bu yumruk bir saksıyı kırmıştı. Velhasıl ikilinin birbirine duydukları kin ve nefret hiç bitmedi. Hollywood'un en büyük yapımcısı ile en önemli yıldızı hiç çalışmadılar.

4. Sophie Loren vs Jayne Mansfield

Bir dönem herkesin gözlerini yuvalarından çıkartan bir fotoğraf varsa o da Mansfield ile Sophie Loren'in bu fotoğrafıydı.. Loren Avrupa'yı sallamış, Amerika'da tahta çıkmak istiyordu. O dönem pek moda olduğu gibi bütün Beverly Hills yıldızlarına evinde bir parti verdi. Sahnelere çıkmaya hazırdı. Mansfield ise bu tip olayları kaçıran tipte bir kadın değildi. Gündeme kendi gelmek istiyordu. Son derece açık bir kıyafetle partiye katıldı, ağır ağır yürüdü ve Sophie Loren'in yanına oturdu. Herkes kendisini konuşacaktı, eğer Sophie Loren bu bakışı atmasaydı.

Daha sonra Sophie Loren'e bu an sorulduğunda 'Esasında biraz korkmuştum' diyecekti 'galiba Jayne Mansfield'in memeleri yerlerinden tabağıma fırlayacaktı.'

O fotoğraf Sophie Loren'in hayat boyu Mansfield'e karşı duyduğu hislerin de simgesi oldu. Bir tür tiksinti ve hakir görme.

3. Betty White vs Bea Arthur

Çocukluğunu 80'lerde yaşayanlar hatırlayacak 'Altın Kızlar' dönemin favori dizilerindendi. Herkes televizyon başında, yaşlılık günlerini türlü çeşit olayla geçiren 4 arkadaşın hikayesini izliyordu. Ancak sahne önünde süren bu dostluk, sahne arkasına asla sirayet etmedi. 

Betty White ile Bea Arthur (Ayaktaki beyaz saçlı hanımefendi Bea Arthur, sağındaki yeşil elbiseli Betty White) set dışında hiç konuşmuyorlardı. Arthur klasik ekolden yetişmiş bir tiyatro sanatçısıydı. White televizyonda yetişmişti. Seyirci ile flört etmek denilen metotlardan hiç kaçınmıyordu. Hatta öyle ki White ne yapsa Arthur çileden çıkıyordu. White'ın yediği yemek, işe büyük bir mutlulukla gelmesi veya canının sıkkın olması bile Arthur'un kızmasına neden oluyordu. Hiç iyi anlaşamadılar. Ancak yine de profesyonel insanlarmış, bunca husumete rağmen işlerini yapıp, dönemin en güzel dizilerinden birine imza atmayı başardılar.

2. Gene Kelly vs Debbie Reynolds

Sinema tarihin en neşeli filmlerinden biri 'Singing in the rain' olsa da filmin seti hiç de neşeli değildi. Debbie Reynolds film çekildiği zaman henüz 17 yaşındaydı. Ciddi bir sinema tecrübesi yoktu. Gene Kelly ise tam bir işkolikti. Ciddi, soğuk, çok çalışan ve herkesin de çalışmasını isteyen bir adamdı. Debbie Reynolds Gene Kelly'nin daha baştan kendisini istemediğini söyleyecekti. 'Günaydın' sahnesi için Gene Kelly Debbie Reynolds'ı tam 3 saat dans ettirmiş, kızcağız ayakları kanadığı için durduğu zaman da bağırmıştı. Eğer bir sahnede yeteri kadar neşeli değilse, Gene Kelly kendisine ağlayana kadar bağırıyordu. Çekimler bittikten sonra kızcağız soyunma odasına set elemanlarının kucaklarında taşınıyordu, çünkü ayakları kan içerisinde kalıyordu. Her gün. Bir gün Debbie Reynolds o kadar kötü olmuştu ki, bir piyanonun altına saklanarak ağlamıştı. O zamanlar Fred Asteire'ın kendisine şefkatle davranmasından duyduğu mutluluğu yıllar sonra anlatacaktı. Gene Kelly ise yıllar sonra şöyle diyecekti 'Debbie'nin bana hala nezaketle davranmasına şaşırıyorum. O sette yaptıklarım kötüydü.'

1. Brigitte Bardot vs Henri-Georges Clouzot

La Verite sinema tarihinin en büyük filmlerinden biri olabilir ancak filmin seti tam bir savaş alanıydı. Bardot Clouzot'un kendisi ve dünya ile sürekli kavga eden olumsuz bir varlık olduğunu söylüyordu. Clouzet'e göreyse Bardot bir acemiydi.

La Verite'nin bir sahnesinde Bardot başarısız bir intihar girişiminde bulunacaktı. Clouzet Bardot'nun sahneyi doğru düzgün canlandırabileceğine inanmadığı için kendisine gerçek uyku hapları vermişti. Daha sonra Bardot gerçekten kendinden geçtiği zaman sahneyi çekti. Bir başka sahnede ise Bardot'un karakterini iyi canlandırması için Clouzet kendisini viski içmeye zorlamıştı. Bardot gerçekten de sahneyi iyi canlandırdı. İçtiği viskilerden ve baskıdan gerçekten de duygusal olarak bitmiş gözüküyordu.

Ancak Bardot da Clouzet'in alıştığı tipte oyunculardan değildi. Kendisine hakaret edildiği zaman gülüyordu. Clouzet bir kere kendisine tokat atmaya kalktığında tokadı suratına yapıştırmış ve özür dileyene kadar sete dönmeyi reddetmişti. Clozet bir keresinde omuzlarından kendisini sallayıp 'bir amatöre değil bir oyuncuya' ihtiyacı olduğunu söylediğinde de cevabı yapıştırmıştı: 'Benim de bir yönetmene ihtiyacım var psikopata değil!'

İkili en iyi filmlerini birlikte yaptıklarını kabul etseler de, asla iyi geçinemediler. Bardot Clouzot'ten nefret ediyordu.

Popüler İçerikler

Galatasaray'ın Yıldızı Osimhen İçin Fenerbahçe Napoli ile Temasa Geçti
Üç Milyon Emekliyi Bekleyen Tehlike: 2025'te 12 Bin 500 TL Maaş Almaya Devam Edebilirler!
Rasim Ozan Kütahyalı’dan Atatürk Sözleri: “Şeytan Taşlamakla Anıtkabir'de Yapılanlar Benzer Eylemler”