Hollanda’da Aşırı Sağcı Wilders Seçimleri Nasıl Kazandı?

Avrupa’nın düşünce hayatımıza katkılarından bahsederken aklımıza çoğu zaman aydınlanma, demokrasi ve hatta sosyal demokrasi geliyor olabilir ama Avrupa’nın aynı zamanda faşizmin ve Nazizm’in doğduğu, büyüdüğü ve maalesef bir zamanlar hakkıyla uygulandığı bir bölge olduğunu da unutmamak lazım.

İkinci Dünya Savaşı sonrasında, Batı Avrupa demokrasileri bu ideolojilerin geri dönmesini engelleyecek şekilde tasarlanmıştı. Aşırı sağ partiler, önemsenmelerini gerektirecek bir seçmen desteğine mazhar olamıyorlardı. Doksanlı yıllarda ırkçılık hastalığı tekrar nüksettiğinde, kendini ancak yasadışı eylemler ve saldırılarla gösterebilmişti. Ancak geçtiğimiz süre zarfında İslam ve göçmen karşıtı söylemleriyle gündeme gelen aşırı sağ partiler, kenarda köşede kalmış bir grup olmanın çok ötesine geçip merkezi siyaseti belirleyen, hâkim bir konuma sahip oldular. Öldü sanılan faşizmin ruhu Avrupa’da yükselen aşırı sağ partilerde yeniden hortladı. Fransa’da Front National, Almanya’da Alternatif für Deutchland, İngiltere’de UKIP, İsviçre’de Schweizerische Volkspartei, Avusturya’da Freiheitliche Partei Österreichs, Danimarka’da Dansk Folkeparti, Finlandiya’da Perussuomalaiset gibi aşırı sağ partiler geçtiğimiz yıllarda yapılan hemen her seçimde oylarını ve siyasal nüfuzlarını artırdılar.

Son seçim sonuçları, Hollanda’nın da aşırı sağın yükselişinden kendi payına düşeni aldığını gösteriyor.

Bir zamanlar ortalama Hollanda seçmeni tarafından ciddiye bile alınmayan, ülkede Kuran’ı yasaklayıp camileri kapatmaktan bahseden, Avrupa Birliği’ne karşı çıkan Geert Wilders’in Özgürlük Partisi (PVV-Partij voor de Vrijheid), geçtiğimiz hafta yapılan seçimlerde geçerli oyların yüzde 23.5’ini alarak Hollanda Meclisi’ndeki 150 sandalyenin 37’sini kazandı ve birinci parti oldu. Wilders, 2021 yılında yapılan bir önceki seçimlerde yüzde 10.8 oy oranı ile 17 sandalye kazanmıştı. Demek oluyor ki bu seçimlerde Wilders, bir önceki seçimlere kıyasla aldığı oy oranını iki katının üzerine çıkardı.

Hollanda’da sandığa giden yaklaşık olarak her dört seçmenden birinin oyunu almayı başardı. Batı Avrupa’da aşırı sağ partilerin genel olarak bir yükseliş trendi içinde olduğunu dikkate alırsak sonucu şaşırtıcı bulmayabiliriz ama Wilders’in zaferini daha iyi anlamak ve izah etmek için 2023 Hollanda seçimlerine daha yakından bakmamız lazım. Wilders’ın başarısı nasıl mümkün oldu, Wilders kendince neyi “doğru” yaptı, diğer partiler nerede yanlış yaptılar sorularına yakından bakalım. 

Wilders’ın başarısını mümkün kılan hususların başında oransal temsili esas bir seçim sistemi olduğunu söyleyebiliriz. Aslında meclisteki sandalyelerin partilerin aldıkları oyların oranına göre dağıtılması temsilde adaletin tesis edilmesini sağlıyor. Tüm ülkenin tek bir seçim bölgesi olması, herhangi bir seçim barajı uygulanmaması, Hollanda’da seçimlerin “oransal” yapısını belki başka hiçbir ülkede olmadığı kadar öne çıkarıyor. Bu sayede küçük partilerin meclise girmesi, çok farklı görüşlerin mecliste temsil edilmesi mümkün oluyor. Buraya kadar her şey güzel gibi…

Ama o kadar çok parti meclise girince işler biraz karışıyor.  Hiçbir parti tek başına hükümet olacak çoğunluğa ulaşamıyor. Hükümetler ancak birkaç partinin bir araya gelmesiyle yani koalisyonlar sayesinde kuruluyor. Farklı ideoloji ve programları aynı anda temsil etmenin zorluğu koalisyon hükümetlerini zayıf, kırılgan ve hatta başarısız hale getiriyor. Yani temsilde adaleti sağlayan seçim sistemi, yönetimde istikrarı tesis edemiyor. Üstelik koalisyonun devamı için yapılan uzlaşmalar, iktidar partilerinde parti içi muhalefetin güçlenmesine ve hatta kopmalarına yol açabiliyor. Ayrılanlar kendi partilerini kurabiliyorlar ve oransal seçim sistemi sayesinde az bir oy oranı ile varlık gösterebiliyorlar. Tüm bu karmaşada koalisyon partilerini oluşturan merkezi partiler, seçmen tarafından istikrarsızlığın sorumlusu olarak görülüyor. Bu partilerden ayrılmış siyasetçilerin kurdukları “aşırı” sayılabilecek partiler, bir zamanlar merkez partilerine oy veren seçmenin alternatifi haline gelebiliyor.

İşte Wilders’ın başarı hikayesi de bu minvalde gelişti.

Siyasete, VVD-Özgürlük ve Demokrasi için Halk Partisi’nde başladı. On yılı aşkın bir süre VVD’nin çeşitli kademelerinde bulunduktan sonra 1998’de milletvekili seçildi. VVD’nin koalisyon ortağı olduğu bir dönemde, Hollanda hükümetinin Türkiye’nin AB adaylığına verdiği desteğe karşı çıktı. Bu nedenle 2004 yılında partisinden ayrılarak PVV-Özgürlük Partisi’ni kurdu. Yeni partisiyle 2006 seçimlerinde oyların 5.9’unu alarak mecliste 9 sandalye kazandı. 2006’dan bu yana yapılan seçimlerde, siyasi yelpazenin aşırı sağ bir noktasında yer alan PVV oylarını artırdıkça merkez sağdaki liberal sağ VVD’nin ve Hıristiyan demokrat CDA’nın oyları azaldı. 2010’da Wilders oylarını neredeyse yüzde 10 yükseltirken Hıristiyan demokrat CDA’nın oyları yüzde 26.5’ten 13.6’ya düşmüştü.  Nadiren de olsa tam tersi durumların yaşandığı seçimler oldu. 2012 seçimlerinde Wilders’ın PVV’sinin oyları yüzde 10’a gerilerken eski partisi VVD’nin oyları yüzde 20.5’ten 26.6’ya çıkmıştı. Birinin yükselişi diğerinin düşüşüne işaret etmeye başlamıştı.

Nitekim 2017 seçimlerinde Wilders oylarını 3 puan artırırken VVD’de yaklaşık 5 puanlık bir gerileme olmuştu. 2021 seçimlerine baktığımızda ise VVD’nin oylarını muhafaza ettiğini ancak Wilders’in PVV’sinin yaklaşık 2 puanlık bir düşüşle yüzde 10.7’ye gerilediğini görüyoruz. Kayıp oyları ararken 2016’da yeni bir aşırı sağ partinin kurulduğunu görüyoruz. Wilders merkez sağ partilerin oyuna talip olurken, Wilders’ın aşırı sağ oylarına talip olan FvD-Demokrasi için Forum Partisi ortaya çıkıyor. FvD’nin 2021 seçimlerinde aldığı yüzde 5 kuvvetle muhtemel Wilders’ın kayıp oy hanesine yazılıyor.

2023 seçimlerine geldiğimizde ise Hıristiyan demokrat CDA’nın, liberal sağ VVD’nin, merkez-sağ D66’nın ve aşırı sağda yeni filizlenen FvD’nin Wilders karşısında oy kaybettiğini görüyoruz. Hıristiyan demokrat oyların önemli bir kısmının CDA’dan yeni koparak yüzde 12.9 oy alan Peter Omtzigt’in NSC-Yeni Toplumsal Sözleşmesi’ne ve bir önceki seçimlere göre aldığı oyları dört katına çıkarıp yüzde 4.6 oy alan BBB-Çiftçi-Vatandaş Hareketi’ne gittiğini tahmin edebiliriz. 2023 seçimlerinde liberal ve merkez sağdaki düşüş ise Wilders’in hanesine puan olarak yazılmış gibi görünüyor. Şimdi bu durumun olası nedenlerine bir bakalım.

Hıristiyan Demokratlarla, liberal ve merkez sağın 2023 seçimlerinde oy kaybetmesinin en önemli nedenlerinden biri, bu partilerin 2 seçim dönemi boyunca yaklaşık 6 yıldır iktidarda olmaları ve koalisyon partileri olarak yıpranmış olmaları. Ortalama seçmenin gözünde hükümeti oluşturan bu partiler, bu dönemde ortaya çıkmış ve henüz çözülememiş tüm sorunlardan sorumlu tutuldular. Hayat pahalılığı, ortalama bir vatandaşın ev sahibi olmasının giderek imkansızlaşması, sağlık hizmetlerinin ulaşılabilirliği, iklim değişikliği konusunda çiftçilerin alması gereken tedbirlerin çiftçilere maliyeti ve ülkeye her yıl kabul edilecek göçmen, sığınmacı sayısının sınırlanması konularında hükümet temsil ettiği çoğunluğun makul bulacağı çözümler öneremedi. Üstelik iklim değişikliğinin gündemin ön sıralarında olduğu bir anda VVD lideri ve Başbakan Mark Rutte, koalisyon partilerinin “göçmen meselesi” konusunda anlaşmazlığa düştüğünü söyleyerek istifasını verdi. Partisinin liderliğinden de ayrıldı. Böylece seçimlere giderken gündemin aşırı sağ partiler lehine değişmesine sebep oldu.

VVD’nin başına Türkiye kökenli göçmen bir aileden gelen Dilan Yeşilgöz geçti.

Yeni VVD lideri, seçim öncesinde göçmenler konusundaki rahatsızlığı dikkate alan sınırlayıcı bir politika izleyeceklerinin propagandasını yaptı. Ancak bu konudaki söylem üstünlüğünü çoktan Geert Wilders’a kaptırmışlardı. Ortalama seçmen, göçmen ve sığınmacıların ülkeye girişini sınırlama konusunda kendi de göçmen bir aileden gelen bir lidere mi, yoksa 25 yıllık meclis kariyerini bu konuya vakfetmiş bir lidere mi kulak verecekti. Seçmen tercihlerinde Wilders öne çıktı ama aşırı sağcı olmasından dolayı Wilders’ın iyi bir tercih olacağından emin olmayan seçmenler de vardı. VVD’nin yeni lideri Yeşilgöz onların da imdadına yetişti. Seçim sonrası Wilders’la koalisyon kurma fikrine açık olduklarını söyleyerek Wilders’ın yeni alternatifler arayan seçmenlerin gözünde normalleşmesine vesile oldu.

Bu süreçte Wilders da seçimi kazanmak için bazı doğru adımlar attı. Mesela seçim bildirgesinde bazı keskin uçlarını törpülediğinin sinyalini verdi. İslam karşıtlığı konusunda söylemini yumuşattı. Wilders programından Hollanda’da İslam’ın geriletilmesi için ayrı bir bakanlık kurulması gerektiğine ve İslam’ın bir din değil totaliter bir ideoloji olduğuna dair ibareleri çıkardı. Hollanda gazetelerinde Wilders’ın artık milder (ılımlı) bir tonda konuştuğu yazıldı. Söylem yumuşamıştı ama değişmemişti. Wilders, ortalama seçmenin hayat pahalılığı, konut sıkıntısı, sağlık hizmetleri gibi konulardaki karşılanmamış taleplerinden dolayı hükümeti, Avrupa Birliği’ni ve göçmenleri sorumlu tutmaya devam etti. Wilders’a göre Hollandalıların cebinde parası azdı çünkü bu para göçmenlere ve AB’ye harcanıyordu, Ukrayna’ya yardım olarak veriliyordu.

Ülkeye bu kadar göçmen ve sığınmacı gelince Hollandalılar bütçelerine uygun bir ev bulamaz olmuşlardı. Sağlık sistemi yine göçle gelenler yüzünden sıkıntıdaydı. Hollanda “halkının” mahrum kaldığını hissettiği şeyler için göçmenleri günah keçisi haline getirdi. Göçmenleri ötekileştirdiği bu popülist söylemiyle Wilders, bu sorunların çözümünde önceki hükümeti oluşturan koalisyon partilerinden umudunu yitirmiş toplum kesimlerini birleştirdi. Böylece en çok sayıda seçmenin gönlünü, aklını ve oyunu kazandı. Şimdi kendisine oy veren çoğunluğu, Hollanda halkı olarak gösteriyor. Partisi seçimlerde birinci olduğu için de başbakan olmasının demokrasinin gereği olduğunu söylüyor.  

Bir ihtimal Wilders’ın hayalleri gerçek olabilir. Önümüzdeki günlerde Meclisteki sağ partiler, ılıman bir Wilders’la koalisyon kurmayı kabul edebilirler. Kuran yasağı ve cami kapatma sözlerinin yer almadığı ama AB konusunda şüpheci bir tutum sergileyen, Ukrayna’ya yardımları kısan, sığınmacı ya da göçmen olmayı sınırlayan yeni bir sağ koalisyon hükümeti görebiliriz Hollanda’da. Diğer bir ihtimal ise merkezdeki sağ ve sol partilerin Wilders karşısında bir araya gelerek Hollanda’nın bildiğimiz değerlerine daha uygun bir koalisyon hükümeti kurulması. Bu ihtimal gerçekleşirse Wilders, seçmen/millet iradesine engel olunduğu söylemiyle kendisine karşı oluşan koalisyonu yıkmaya ve bir sonraki seçim için hazırlık yapmaya hemen başlayacaktır. 

Twitter

LinkedIn

Instagram

Bu makalede öne sürülen fikir ve yaklaşımlar tamamıyla yazarlarının özgün düşünceleridir ve Onedio'nun editöryal politikasını yansıtmayabilir. ©Onedio

Popüler İçerikler

Montella Görevini Bırakırsa A Milli Takım'ın Başına Kim Geçmeli?
ATM’lerde 200 TL Krizi: Fatih Altaylı’dan 5 Bin Liralık Banknot Önerisi
Arkeolog Muazzez İlmiye Çığ 110 Yaşında Yaşamını Yitirdi