Hiçlik Tanımlanabilir mi?

Saygıdeğer okurlar, boğazımıza kadar siyasete battığımız bu günlerde biraz nefes almak için sanatı sunuyorum. Önceki yazımda “varoluş serisi” adında soyut resim çalışmalarımdan bahsetmiş ve “matematik aslında Tanrı’nın kendisidir” temalı eserimin imajıyla birlikte paylaşmıştım. Bu çalışmalarımın bilimsel zeminde olduğuna ilişkin makaleler yazdığımı bildirmiştim. Bahsettiğim makalelere ontolojik varlığımızın temel sorunsalı olan “hiçlik” ile başlayalım. 

Hiçlik tanımlanabilir mi?

Konuya önce yokluk ve hiçlik kavramları ayırımını yaparak başlamamız gerek. Çünkü birbirine benzeseler de aslında çok farklı kavramlardır.

“Yok” tanım olarak deneyimlenmiş bir “var”ın ortada veya artık mevcut olmaması anlamına gelir.  Kısaca bulunmayış, eksiklik durumudur. Bu durumlar, herhangi bir şey için “yok” cevabı aldığımızda “niye yok, hiç mi yok?” gibi sorular sorduğumuz durumlardır. Görüleceği üzere yokun bu hali “var”la ilişkilidir, yani vara zorunludur. 

Hiçlik ise dilde çeşitli hallerde bulunur. Özellikle felsefenin ilgi alanı, daha doğrusu sorunsalıdır. Bizim konumuzdaki hiçliğinde bir ayağı felsefidir ama nihilizm gibi akımlarla bir ilgisi yoktur. Çünkü bu konudaki felsefeler evrenin var olmadan öncesi bir hiçlik durumunu baz alırlar. Oysa birçok açıdan kanıtlanan Büyük Patlama teorisi uzay zamanın bu evrenle varlık alanına geldiğini söylüyor. O zaman bu bilimsel gerçekliğe bakarsanız, var sayılan bu hiçlik durumu ilginç bir şekilde hiç vaki olmamıştır. Öyle ya! Uzay, boşluk, yokluk ve zaman gibi unsurlar Büyük Patlama ile var olmuştur. Buna göre tasavvur edilen hiçlik zamansızdır. Dolayısıyla var olmamıştır. Her neyse, zaten bir sonraki bölümde hiçliksiz varoluş konusuna değineceğim. Şimdi mevcut bilime bağlı kalarak hiçliği yorumlayayım.

Hiçlik; isim, felsefe: Gerçekteki özelliklerinin, durumlarının ortadan kaldırılması sonucu bir şeyin var olmayışı, yokluk (TDK).

Görüldüğü gibi “hiçlik “var olmama durumudur, yani mutlak anlamda hiçbir şeyin var olamadığı, olmadığı durumdur. Ancak hiçliğin tanımındaki var olmama izahı, var kavramına atıfta bulunuyor. Onun için yeterince tatmin edici bir izah olamıyor. Bu yüzden ben hiçlik durumunu “deneyimlenemez mevcudiyetsizlik” olarak tanımladım. Tabi, bu ifadedeki deneyimlenemez sözcüğü ile Tanrı dahil deneyimleyecek herhangi bir varlığın (öznenin) olmamasını kastediyorum. Zira Tanrı var kabul edilirse, hiçlik var olsa bile muhtemelen Tanrı’nın bir tasarımı durumuna düşer. Ki bu tartışılması anlamsız bir durumdur. 

Ancak Tanrı var veya yok, ben yine de bu şekliyle mutlak hiçlikten artık bahsedilemeyeceğini ifade ediyorum. Çünkü eğer hiçliği değerlendiren varsa, artık kastedilen mutlak hiçlik, hiçliğini yitirmiştir; o hiçlikten bahsedilemez. Zira artık var olan bir bilinçli varlık, hiçliği değerlendirip onu sorgulamaktadır. Dolayısıyla hiçlik, artık varla ilişkili hale geçmiş oluyor. “Var”ın ilgi alanına girmesiyle de hiçlik, varlığın, varoluşun hemen dış sınırındaki durum haline geliyor. Yani fizik varoluşun eşiği, zemini haline dönüşüyor ve geri dönmeksizin mutlak hiçlik vaziyetini yitiriyor. 

Tabi burada başka bir sorun ortaya çıkıyor. Evet, hiçlik fizik varoluşun eşiği haline gelir diyoruz ama fiziğe dahil edemiyoruz. Çünkü eşik, sınır demek ne kadar yakın, bitişik olursa olsun dışında demektir. Dolayısıyla da hiçlik uzay zamanın dışındadır. Bu durumda henüz zaman başlamadığı için hiçlik şu kadar süredir vardı diyemeyiz. Yani hiçlik olsa bile, süresi sıfır zamandır.  

Hadi diyelim ki fizik yasalarını, genel göreliliği göz ardı ettik ve hiçlik durumu için şu kadar süre var oldu diyerek ona bir zaman dilimi verdik. Bu kez de hiçlik, zamanı kullandığı için deneyimlenir hale gelir. Yani mutlak hiçliğini yitirir, bir boşluk, bir yokluk durumuna dönüşür. Kısaca yine mutlak hiçlikten bahsedilemez.

Şimdi hiçlik sorgusunun bir başka boyutunu ele alalım. Mutlak hiçlikten bahsedilemez dedik.

Bilindiği gibi bahsetmek dilsel bir eylemdir. O zaman hiçlikle ilgili sorunsalın nedeni acaba dilin yapısıyla ilgili olabilir mi? Açıklanamamasının nedeni dil yüzünden olabilir mi? Çünkü dil, anlam oluşturma sistemidir. Basit olarak isimlerden oluşur. Bu isimlerle sistemli bir düzenekte kavramlar oluşturup dilsel yapı içerisinde kullanarak iletişim sağlar. İnsan beyni için hiçlik sözcüğü de bir kavrama verilen isimdir. Öyleyse şimdi kavramların oluşmasından çok kısa bahsedeyim:

Fransız antropolog Levi-Strauss, dilbilimin babası sayılan İsviçreli Ferdinand de Saussure gibi bilim adamları, kavramların oluşumunu bilimsel bir temele oturtmuş “ikili karşıtlık” (binary opposition) adını vermişlerdir. Bu karşıtlıklar, anlam üretiminin temeldeki yapısını oluşturur. İkili karşıtlık, düşüncede biri belirdiğinde kaçınılmaz olarak zıddı da anımsanan iç içe geçmiş karşıtlıklardır. Örnek olarak, gece ve gündüz, siyah ve beyaz, var ve yok gibi kavramlar.

Bu kavramlar varlıklarını karşıtına borçludur. Örneğin; dünyanın her tarafı, yirmi dört saat hep gündüz olsaydı, neresine giderseniz gidin hiç gece olmasaydı, o zaman dünya hep aydınlık şeklinde tekil bir durumda olurdu. Tekil durumda ayırım olamayacağı için gündüz veya gece diye bir kavram oluşmazdı. Bu örnekte olduğu gibi ikili karşıtlık da (zıtlık) birinin varlığı, kaçınılmaz biçimde ötekinin yokluğuna işaret eder, ötekinin orada olmadığını anımsatır. Buna da bir örnek vereyim; siz gündüz olmuş bir olayı zaman vermeden söyleyebilirsiniz. Ancak olayın gündüz olduğunu söylerseniz, aynı zamanda olay anında gece olmadığını da belirtmiş, anımsatmış olursunuz. Siz gündüz dediğiniz için karşınızdaki kişinin zihnine otomatikman olayın gece olmadığı gelir. Dolayısıyla insan beyni, hiçliği de değerlendirirken bu yapıdan kurtulamaz ve Var’ı da anımsar. 

Peki, hiçliği dilden bağımsız düşündüğünüzde, yani kelimelerle ifade etmeyi bırakıp, yalnızca düşündüğünüzde, mutlak hiçliği tasavvur edebilir miyiz? 

Beyin; fizik veya metafizik olsun var kabul ettiği isim verdiği her şeyi imgeleştirir. İçerik yani o vara ilişkin tanımlama yaparak kavramlaştırır. Hiçlik sözcüğü de böyle bir kavramdır. Eğer “hiç”i, ismi veya içerik kavramını düşünmeden yalnızca tasavvur etmeye çalışırsanız, beyniniz siyah bir boşluk imgesi çağrıştıracaktır. Ancak optik yasalara göre siyah; ışığın yansımamasını, ışıksızlığı temsil eder. Yani var olan ışıkla ilgilidir.  

Peki, dilin bu özelliğinden yola çıkarsak, hiçliğin ikili karşıtlığının göz ardı edilebildiği veya atlanabildiği ya da olmadığı bir durum, bir kavram var mı?

Tam olmasa da bir kavram var. O da “sıfır” kavramıdır. Gerçekten de sıfır, mutlak hiçliği tanımlamak için en yakın, en uygun kavramdır. Tabi kelimenin tam anlamıyla, dildeki kavram olan sıfırı kastediyorum. Yani matematikte ve diğer çeşitli alanlarda yapılan işlemlerde kullanılan, fonksiyonları olan sıfırdan bahsetmiyorum. Çünkü bazı alanlarda sıfır, nötr durumu, dengeyi, eşitliği, eylemsizliği vs. ifade eder. Örneğin; borcu sıfırladı, sıfır hata, aradaki fark sıfır gibi durumlardır. Bu konumuz dışıdır.  Benim burada bahsettiğim, sıfırın yalın değeridir. Matematikten örnek vereyim. Yan yana bir milyon tane sıfır yazsanız, önüne ya da arkasına sayma sayısı denilen bir rakam koymadıkça toplam değeri yine sıfırdır. 

Sıfır birçok dilde olduğu gibi dilimizde de “O” içi boş yuvarlak bir simgeyle gösterilir. Ancak beyindeki bu simgenin kendisi vardır ama enteresan bir şekilde mutlak “yok”u çağrıştırır. Öyle hiçlik sözcüğünün imgesi olarak gelen siyah bir boşluk olarak da çağrışım yapmaz. Çünkü bir içeriği yoktur, dahası içeriği, içeriksizliktir ve anımsatacak ikili karşıtlığı yoktur. Yani yalın olarak bu sıfır, var anlamındaki “bir” rakamı dâhil, başka hiçbir rakamı ya da herhangi bir “var”ı anımsatmaz. Dolayısıyla bana göre sıfır; dilsel açıdan mutlak hiçliği, “hiçlik” sözcüğünden daha iyi tanımlamaktadır.

Görünen o ki mutlak manada hiçlik, “var”dan yani varoluştan sonra bu durumunu yitiriyor. En azından mutlak olmaktan çıkıyor ve hiçlik olarak varlığın başlangıç sınırına eşik ya da zemin durumuna geçiyor. Bu şekildeki hiçlik, sıfıra çok benziyor. Bunu tam olmasa da şirin bir örnekle açıklayayım. Bütün çok katlı binalarda, kat numaraları zeminin üstünden başlar. Zeminler kat değildir ve sıfır ile gösterilir. Ancak bütün katlar zemine zorunludur. Bu durum kat’ı olmayan yapılar için de geçerlidir.

Gelecek bölümde, çok katlı evrenimizin özellikle Büyük Patlama öncesi gibi belirsiz, tartışmalı zeminine yani hiçliksiz varoluşa doğru yola çıkacağız. Sonraki bölüm “Evrenin doğumu var ama doğum yeri yok!' 

Instagram

Twitter

Facebook

Linkedln

'Bu makalede öne sürülen fikir ve yaklaşımlar tamamıyla yazarlarının özgün düşünceleridir ve Onedio'nun editöryal politikasını yansıtmayabilir. ©Onedio' 

Popüler İçerikler

HTŞ Lideri Colani Kadına Başını Örtme Talimatı Verdiği Videoyla İlgili İlk Kez Konuştu
Kadınlarla Kafayı Bozan Sözde Hoca Bu Kez de "Karını Bize de Evde Oynat" Sözleriyle Tepki Çekti
"Aşk Solcudur..." Kızılcık Şerbeti'nde Deniz Gezmiş Anıldı
YORUMLAR
07.06.2023

Hiçliğin tam ortasındayım…..

07.06.2023

bende...

07.06.2023

Hiçbişey diyen bi cümlenin, ortasına terkedilmiş bi kelimeyim…

07.06.2023

peki Nihilizm le bi bağlantısı var mı ?

TÜM YORUMLARI OKU (14)