Hiçbir İşe Yaramayan 5 Kişisel Gelişim Miti

Duygusal Zeka, İçimizdeki Çocuk, Kendini Gerçekleştirme vb. Popüler Psikolojinin iğreti dili kültürel kimliğimizin neredeyse bir parçası oldu. New Humanist'ten Stephen Briers ise bu duruma karşı çıkıyor. Neredeyse tüm süpermarketlerde bulunan kitap raflarında çok satanlar çoğunlukla 'Kişisel Gelişim' kitaplarından oluşuyor! Kişilerin gelişmesi için gerçekten bu kitapların bir yararı oluyor mu bilmiyorum. Sevmediğim bir yazın türü olduğu sanırım anlaşılmıştır. Bilimsel temelini çözemediğim bu tavsiyeleri çoğu zaman yanıltıcı bulurum. Bu tür bir kitabı okumasanız dahi içinden çıkan dahiyane sözleri duymayan yok gibidir. İşte aşağıda; Stephen Briers'in kaleminden, duymaya alıştığımız ve neredeyse doğruluğunu tartışmadığımız gerçeklerin perdesini arayabilirsiniz.

İyi okumalar... 

NOT 1: Galeride kullanılan karikatürler Yiğit Özgür'e aittir. 

NOT 2: Kişisel gelişim kitaplarından hoşlanmayan sıradan bir okurun amatör hezeyanlarıyla dolu kişisel önyargılarıyla kaleme alınmıştır. Verilen linklerdeki çalışmaları okumak ve daha derin bir düşünceyle; tarihsel gerçekliğe ulaşmak adına, bilimsel sorgulamadan geçirmek daha iyi olacaktır.

NOT 3: Kaynak linkteki yazıdan yapılan çevirideki kimi kısımlar ilgiyi dağıtmamak kaygısıyla özetlenmiştir. Umarım bütünlüğü sağlayabilmişimdir.

Tüm Sorunlarınızın Kaynağı Öz-Saygı Düşüklüğüdür!

Çok satan kitapların dediklerine bakmayın. Yapılan tüm araştırmalar gösteriyor ki öz-saygının; kuracağınız ilişkilerin kalitesine yada ne kadar süreceğine etkisi yoktur. Öz-saygısı yüksek bireylerin erken yaşta kötü alışkanlık edinmeyeceği öngörüsü de her zaman işe yaramıyor. Okulda sınıf arkadaşlarını döven, haraç isteyen zorba çocukların bir çoğunun yüksek öz-saygı nedeniyle agresifleştiği araştırmalarca kanıtlanmıştır. Öz saygı yüksekliğinin olumsuz sonuçlar doğurduğu bir çok kereler kanıtlanmıştır. 

Hata yapmak, pişman olmak yada kendinden taviz vermek insan olmanın bir parçasıdır. Kendimiz hakkında kötü hissetmezsek bunları nasıl yeneceğimizi de bilemeyiz. 

Kılavuz Psikoloji

Yaşamınızı Kontrol Edebilirsiniz!

İnsanlar çoğunlukla kontrol eğilimlidir. Öyle ki çoğu zaman kontrol eğilimini güçlü tutmak için sıradan olayların dahi kendi kontrolünde olduğu izlenimini yaratırlar. 70'lerde psikolog Jonathan Rotter ( sanırım bir hata söz konusu Julian B. Rotter olmalıdır.. S.Ö. ) insanları iki ana bölüme ayırmıştır: başına gelenlerin dış güçlerin suçu olduğunu sananlar (harici kontrol bağlamı) ve kendi kaderlerinden sorumlu olduğunu sananlar (dahili kontrol bağlamı). Çağımızda güçlü dahili kontrol bağlamının daha iyi olduğu yönünde fikir birliği vardır. Ancak yaşamın tümüyle kendi seçimlerinizle şekillendiğine inanmak kişiler üzerinde büyük bir baskı unsuru yaratacaktır. Şaşırtıcı olmayacak şekilde dahili kontrol bağlamına sahip kişilerde  suçluluk, kusursuzluk, tedirginlik ve kendini suçlamaya karşı daha kırılgan olmaktadır. Yaşam çoğu zaman korkutucu, belirsiz ve anlaşılması güçtür. Hepimiz onu katlanır kılmak için bir çeşit kontrol mekanizmasına ihtiyaç duyarız. Gene de ara sırada olsa kendimize ve yaşamımıza güvenmek, sürekli bir şeylere asılmaktansa bazı şeyleri salıvermek ihtiyacı duyarız. 

Joseph Campbell: 'Planladığımız yaşamı bırakmaya razı olmalıyız, ki bizi bekleyen yaşamı kucaklayabilelim '

Lacking control drives false conclusions, conspiracy theories and superstitions

Girişkenlik: Azı Karar Çoğu Zarar!

Kendine güvenin yada girişkenliğin iletişimin altın anahtarı olduğu savı, kendimizi dayandıracağımız ve başkalarınca anlaşabileceğimizin karşılıklı saygı platformunun nasıl kurulacağını vadeder, hem de saldırganlığa başvurmaya gerek kalmadan. Ama kendini ortaya koymanın teorisi ile pratiği birbirine ne kadar uymaktadır? Öncelikle, bir çok güzel şeye sahip olabilirsiniz ama yine de sorunlar küçüldükçe bireylerin kendilerini ortaya koymaktan geri durabilmektedirler.

Girişkenlik teknikleri incelendiğinde oyunla benzeşen bir şekilde karşındaki bireyi sıkıştırmanın alt bir amaç olduğu ortaya çıkmaktadır. Stratejik olarak birey gizli amacını gerçekleştirmek için kendisini karşı tarafa benimsetmeye çalışır. Tersten bir kendini gizlemeyle, hemfikir gözükerek kendi taleplerini özgülemektedir.

Özünde oldukça Makyavelist bir yaklaşımdır bu, diyalogtan çok Satranç'a benzer ve amaç karşı tarafın teslimiyetidir. Kendi gizli amaçlarımız için manipüle etmeye çalıştığımız birisiyle nasıl samimiyetle saygılı bir etkileşim kurabiliriz? Kendine güvenin yada girişkenlik üzerine yazılan kitapların çoğu üstün gelmeyi amaçlamaktadır. Bunların elbette bir değeri vardır ama kabul etmek gerekir ki pasif saldırganlık da herşeye rağmen bir saldırganlıktır. 

Shedding Light on Psychology’s Dark Triad

The dynamics of Machiavellian intelligence

http://www.columbia.edu/~da358/publications/ames_flynn_assertiveness.pdf

Using the Machiavellianism instrument to predict trustworthiness in a bargaining game

 Pasif Agresif Kişilik Bozukluğu 

Duygularınızı Bastırmamalısınız!

Geçmişte soğukkanlılığını korumak evrensel bir meziyet gibiydi ama günümüzde duyguların bastırılması psikolojik yada fiziki sağlık sorunların kaynağı gibi görülür. Batılı araştırmacılar bastırılmış duygular ile fiziki rahatsızlıkların arasındaki ilişkiyi kurarken; Japon kültürünü açıklamakta çaresiz kalmaktadırlar. Japonlar; belirli duyguların bastırılmasını cesaretlendirirken nasıl dünyanın en sağlıklı toplumu olarak kalmaktadırlar?

Batı'da da ortaya çıkan yeni araştırmalarda duyguları salıvermenin her zaman en iyi strateji olmadığı anlaşılmaya başlamıştır. 11 Eylül Trajedisinden sonra, Buffalo Üniversitesi'nde yapılan bir araştırmaya göre, hissettiklerini unutmaya çalışanlar hem fiziki hem de psikolojik olarak duygularını kaleme alanlara göre daha iyi konumdadırlar. Yine Arkansas Üniversitesi'ndeki Jeffrey Lohr, kırk yıl boyunca biriktirdiği araştırma verilerinde, öfkenin dışa vurulmasının öfkeyi daha da arttırdığı sonucuna ulaşmaktadır.

Yaşamda duygularımızın sorgulanamaz bir yeri vardır. Ancak unutulmamalıdır ki evrimsel olarak daha büyük bir kortekse sahip olmamızın nedeni sürekli olarak duyguların tahakkümünde olmayalım diyedir. Duygusallık ile duyguların kölesi olmak arasındaki ince farkı anlamalı ve karıştırmayacak kadar bilge olmalıyız.

Hepimiz Mutlu olmak için çabalamalıyız!

'Kişisel Gelişim' endüstrisi mutlu olmak için uygulanacak sayısız reçete sunmaktadır ama son araştırmalar göstermektedir ki pozitif duyguların dahi olumsuz yanları olabilmektedir. Sadece mutlu insanların detaylar konusunda saf ve özensiz olması değil aynı zamanda kararlarında ve tepkilerinde ön yargılıdır. Çok mutlu olmak, öyle anlaşılıyor ki, insanları daha çok ırkçı ve cinsiyetçi yapmaktadır. Ve seçmiş olduğunu kariyerinizde daha az ilerleyebiliryosunuz.

Eğer bunları mutluluk için ödenecek küçük bir bedel olarak düşünüyorsanız, mutluluk için çok hassas bir dengede olduğunuzu unutmamalısınız. Hedenostik Adaptasyon teorisine göre, mutluluğa alışmanız ve daha fazlasını beklemeniz olasıdır. 

Kadim uygarlıklar pozitif duygularla mutluluğu birbirine karıştırmayacak kadar bizden bilgedirler. Aristotle; çoğunlukla mutluluk olarak çevrilen ama aslında kelime anlamı insani ilerleme demek olan Eudaimonia isimli eserinde, içinde bulunulan olayların ve tecrübelerin aslında iyi hissettirmeleri gerekmediğini ileri sürmektedir. Modern psikoloji bu anlamıyla antik bilgelerle hemfikirdir; haz ve tatmin duyguları, doğrudan yakalanabilecek ödüller yerine, iyi yaşanmış bir yaşamın kıymetli hazineleridir. 

Nathaniel Hawthorne: Mutluluk bir kelebektir, çabaladıkça yakalanmaktan uzak, ama oturup beklerseniz üzerinize konacak.

Popüler İçerikler

Türkiye'ye Gelir mi? Suudi Arabistan'da Forma Giyen Cristiano Ronaldo'dan Değişim Kararı
Mike Tyson Kaybetti: Tarihi Mike Tyson - Jake Paul Maçında Neler Oldu?
Eski Bakan Işın Çelebi'den Fenerbahçe'ye Sert Yanıt: ''Devletin İmkanlarını Kullanıp ‘Yapı’ Diyemezsin''