'Heteredoks' Ekonomi Politikaları ile Seçtiğimiz Yol, Yol mu? Enflasyonla Büyüme Mümkün mü?

Hazine ve Maliye Bakanı Nureddin Nebati, geçen aylarda artık Türkiye'de ortodoks ekonomi politikaları yerine heteredoks ekonomi politikaları tercih edileceğini söyledi. Tabi bu terimler tam anlamıyla akademik bağlamında değil bir nevi 'mecazi' anlamda kullanılarak, herkesin gittiği yoldan değil, kendi yolumuzdan gideceğiz anlamı taşıyor. O zaman da gidilen patika uçurumlu, çalıların arasında bilinmeyenlerin olduğu bir yol izliyoruz. Tabi bir de yolun sonunda ne var henüz bilmiyoruz. Bu bağlamda yakın zamanda yapılan enflasyonlu büyüme kısmında da bu yolda devam ettiğimiz görülüyor. Yolun sonunda belki de bir başarı hikayesi yazacağız. Bu mümkün mü? Ekonomistler ne diyor?

Bakan'ın açıklamalarının detayları burada👇

Bakan Nebati, 'Türkiye'nin Ekonomik Başarısını' Başka Ülkelerin Merak Ettiğini Söyledi!

Bir miktar da tartışma konusu olmuştu👇

Nebati'nin 'Dar Gelirliler' Açıklaması Tartışılıyor

Ekonomistler enflasyon ve büyüme ilişkisi için ne diyor? Konunun ekonomi literatüründe geniş yeri var. Anlatmaya kalkarsak makaleleri buraya yüklemek zaman alır. Kısaltalım:

  • Bir kısım görüş ki enflasyon büyüme ilişkisinin olumlu olduğu şeklinde; enflasyonla sabit ve dar gelirlilerin tasarruf eğiliminin arttığı ya da enflasyonla azalan gelirlerin devlet ya da servet sahiplerine kaydığı, bunun da finansman tarafında 'servet transferi' ile finans ve reel sektörleri tarafından yatırıma yöneldiği yönünde. 

  • Karşıt görüş ise enflasyondaki belirsizlik ortamını öne çıkarıyor. Böylelikle harcamaların duracağı yönünde. Enflasyonun paranın değerini artıracağı görüşüne sahip bu tarafta ihracatın azalacağı görüşü öne çıkıyor. Bir de finansal piyasalardaki enflasyonist etki ile yatırımların altın ve gayrimenkule kayabileceği görüşü de hakim oluyor. (Bunlar tanıdık geldi diyelim)

Öncelikle dediğimiz gibi görüşleri, önerileri ve teorileri kısalttık. Bu kadar kısa anlatılacak bir şey olsaydı ekonomi bir bilim olmazdı.

Yapılması gereken ne ise yapılır sonuca ulaşılırdı. Tıp, sağlık bilimleri gibi düşünelim her bünyede her ilacın, tedavinin getirdiği sonuçlar farklıdır. Aynı olsa bu kadar ilaç ve doktora ihtiyacımız olmaz, Google marifetiyle herkes kendini tedavi ederdi. 

Ekonomiye de bu gözle bakalım. Faizi indirin, ihracat artsın, faizi artırın, alım gücü yükselsin ile olmuyor kısaca. Tabi genel geçer kurallar var. 7/24 fast foodla beslenirseniz sağlığınız bozulur gibi. Burada farklılık kısmı şu; kimin sağlığı 1 ayda kimin sağlığı 3 yılda bozuluyor. Kimin karaciğeri, kimin midesi bozuluyor?

Ekonomistler ne diyor bakalım çünkü Türkiye'de, dünyada da yaşananları göz ardı etmeden, son aylarda yaşanan durumun bazı organları bozduğu kesin!

Güldem Atabay, 'Ekonomide hattı müdafaa yerine sathı müdafaa: Enflasyonla büyüme olur mu?' başlıklı yazısında, uzun uzun anlatmış. Özetle şöyle diyor:

Büyümeye obsesif yaklaşan ekonomi yönetiminde kısa vadede hedeflenen kısım işe yarayabilir ancak orta ve uzun vade için büyük sorun teşkil eden bir yöntem. 1970'lerden bu yana görülen enflasyon büyüme ilişkisinin 90'lar Merkez Bankası tarafında yapılan analizinde bu ilişki pozitif görülmüyor. Son paragrafı da şu şekilde oluyor: 

Erdoğan ise en az 50 sene önce denenmiş, yanlışlığı yarattığı ekonomik krizler ve ekonometrik çalışmalarla ispat edilmiş bir ekonomi modelini yeniden devreye sokmakta, aynı maliyetleri yeniden yeniden bizlere ödetmekte ısrarlı görünüyor.

Atabay'ın atıf yaptığı Merkez Bankası çalışmasında ise böyle bir grafik bulunuyor👇Grafikte büyüme çizgi ile gösterilirken, şimdinin ÜFE'si olan toptan eşya fiyat enflasyonu da noktalı çizgilerle gösteriliyor

www.tcmb.gov.tr

Araştırmanın önsözü de bu şekilde:

İktisat yazınında büyüme ve enflasyon arasındaki ilişki farklı dönemlerde farklı bir şekilde tartışılmıştır. Günümüzde kabul gören genel görüş enflasyonun orta ve uzun dönemde büyümeyi olumsuz yönde etkilediğidir. Bu görüş, Türkiye'de yaklaşık 20 yıldır gözlenen yüksek ve dalgalı enflasyon ile ortaya çıkan belirsizlikler sonucunda yatırımların ve büyümenin olumsuz etkilenmesi ile ilişkili görünmektedir. Ekonomide büyüme potansiyelinin arttırılması yüksek ve dalgalı enflasyonun yarattığı orta ve uzun dönemli belirsizliklerin ortadan kaldırılmasına bağlıdır.

"İktisat bilimi ile dalga geçmeye gelmiyor"

Dr. Fatih Özatay da durumu Yetkin Report'ta yazısında ele alıyor. Birçok grafik ile desteklenmiş yazıda biz tüm grafikleri vermeyeceğiz. Yazıda ana fikri şu cümlelerle özetlemek mümkün:

İktisat bilimi ile dalga geçmeye gelmiyor. Geçilirse, son aylarda yaşadıklarımız gerçekleşiyor. Enflasyon patlıyor. Asgari ücretlinin, memurun, emeklinin, asgari ücret civarında ücret alanın, kısacası sabit gelirlilerin yaşam koşulları kötüleşiyor. Yoksulluk artıyor. Ortaya çıkan büyüme ise hem sürdürülebilir olmuyor hem de toplumun büyük bir kesimi o büyümeyi hissetmiyor.

"Yerinizde tepinseniz de o şehir efsanesini yıkamıyorsunuz: Enflasyonu düşürecek bir program uygulanırsa büyüme de düşermiş. Hadi oradan!"

yetkinreport.com

'Bu bir ezber. Doğru olduğu koşullar var, olmadığı koşullar var' diyen Özatay, Türkiye’de bu durumun gözlenmemesini riskin faiz-kur-enflasyon ile ilişkisine bağlıyor. Risk yüksekse dış talep, yatırım olmuyor. Bu da büyümeyi olumlu etkilemiyor. Bir de iç kısma bakıyor. Burada da iktisat bilimine ters hareket edilmesinin sadece kur ve enflasyonda tırmanış değil geniş halk kitlelerini fakirleştirmesini bu grafik 👆ile gösteriyor. 

'Serbest düşüş: Emekçiler kaybediyor. Kazanan kim? Sermaye sahipleri.'

Son sorusu da şu şekilde oluyor: "Biz şimdi gerçekten ‘enflasyonla büyümeyi’ mi tercih ettik yoksa ‘enflasyonla yoksullaşmayı’ mı?"

yetkinreport.com

Çünkü bu grafikte asgari ücretin gıda alım gücü gösteriliyor. Siyah noktalı çizgi 2020 yılı olurken, mavi noktalı çizgi 2021 oluyor ve yarısından sonra özellikle son çeyrekte keskin düşüşe geçiyor. 2022'nin ise görülen ilk kısmı 'keskin düşüş' ifadesini yerle bir ediyor.

Gelelim başka bir iktisatçının görüşlerine👇

Doç. Dr. Baki Demirel PolitikYol'da yazısında, Cumhurbaşkanı ve Bakan'ın enflasyon-büyüme görüşlerine yer veriyor. Sonrasında ise bu konuda kısaca şunları söylüyor:

Büyüme verilerinde de görülen toplamdan emek-ücret gelirlilerinin aldığı payın azalması, dış ticaret verilerinde açık artması, ihracatın ithalatı karşılamasını düşmesi gibi göstergelerin Türkiye aleyhine olması gibi durumların yoksullaştırıcı etkisi ile emek gelirlerinde baskıya yol açarak (adeta yakın tarih Çin) rekabet avantajı sağlanmaya çalışılıyor. Hatta göç politikasını da bu çerçevede görebileceğimizi iletiyor Demirel. 

"Ekonomi yönetiminin söylemleri yoksullaştıran büyümeyi doğruluyor mu?"

Düşük faiz ve büyüme ilişkisi odaklı çerçevede de büyümenin şu dönem rant ve finans odaklı gerçekleştiğine dikkat çekiyor. Bankaların karlarındaki artışa bakarak bunu işaretlerini görülebileceğine dikkat çeken Demire, ticari kredi büyümesinin de bu bağlamda incelenince yatırımdan ziyade borç döndürme şeklinde görülebileceğini belirtiyor. Bunun vatandaş tarafında da kredilerle bir geçinme derdi olarak ele alındığında faiz artırımının etkisinde sert etkileri olacağının altını çiziyor. Yine de bu tarz bir önleme başvurulmasının kaçınılmazlığına da vurgu yapıyor.

Şimdi gelelim farklı bir açıdan ele alınan ekonomik etkilere; yani herkesin kendine özel durumu olmasına.

Bu grafikte yatay eksende ülkelerin 2019-2021 GSYİH büyüme oranları, dikey eksende de 2019-2021 ihracat büyüme oranları görülüyor. Dr. Güven Sak'ın Dünya'daki yazısında veriler bu grafik, her ülkenin farklı durumlarına değiniyor. 

İlk olarak bizi kıskanan Almanya'dan daha iyi ihracat performansımız için şunu söylüyor Sak: 

Almanya dünyanın en çok cari işlemler fazlası veren ülkesi. Türkiye yüksek cari işlemler açığı veren bir ülke. 2022 itibariyle biz de milli gelirin yüzde 6’sına varan bir cari işlemler açığı verme yolundayız. Almanya’nın cari işlemler fazlası, Türkiye’nin cari işlemler açığı. Ne oldu? Herkesin mutsuzluğu kendine özgü.

"Bu nedir? Türkiye’nin Rusya-Ukrayna savaşı ile daha da artan cari işlemler açığını finanse edebilmesi hem çok zor hem de çok pahalı demek"

Almanya’da CDS risk primi 12. Türkiye’nin CDS risk primi 714. CDS risk primi kasko primi gibi. Alman hükümeti çok fazla kaza yapmadığı, tehlikesiz araba kullandığı, ekonomiyi düşüncesizce yönetmediği için orada bir nevi kasko primi gibi düşünülebilecek. 

Türk hükümetinin ise yarın kafasına ne eseceği belli olmadığı ve ekonomi de düşüncesizce, hükümetin dün kendi yaptığı hatalardan bile ders alınmadığı için, kasko primi olarak düşünülebilecek CDS risk primi Türk Hükümeti için pek yüksek.

Bir de kurumsal kapasite meselesi var. Onu da Sak, şöyle anlatıyor👇

Almanya’nın MB, Avrupa MB ve politika tasarım kabiliyeti konusunda bir kredibilite problemi yok. Bizim kredibilite ise yerlerde. Başkanlık sistemine geçtiğimizden beri altı adet Türkiye İstatistik Kurumu başkanı değişti. Merkez Bankası’nda görev süresi artık yıllarla değil aylarla ölçülmeye başlandı. Yok artık. Ama böyle.

Küresel değer zincirlerinin yeniden yapılandığı bu dönemde ben doğrusu bu durumun memleketin asıl beka sorunu olduğunu düşünüyorum. Özellikle enerji fiyatlarının arttığı bir dönemde Türkiye gibi enerji yoğun sektörlere dayalı bir ekonomiye sahip bir ülkede pandemi ve savaştan gelen etkiyi katmerli hissedeceğiz. Zaten kur istikrarını bir türlü sağlamayı beceremeyen bir idaremiz var. 

"Enflasyon bir numaralı halk düşmanıdır."

Dünya'daki yazısında Servet Yıldırım, finali ABD eski başkanlarından Gerald Ford’un yukarıdaki👆 sözüyle bitiriyor. Yıldırım, enflasyon-büyüme ilişkisinde siyaset açısından önceliği büyümeye veriyor. Seçim kazandırma gücü olan büyümenin, ekonomik zorluklarda siyasetçi tercihi olduğunu açıklıyor. “Enflasyon mu, Büyüme mi?” ikileminde faiz düşük, para bol tutulmaya çalışılır diyen Yıldırım, kısa dönemde ücret artışları ile psikolojik zenginleşmeye değiniyor. 

Sonra da tüm tarihe dönük çıkarımlarıyla fiyat istikrarı sağlanamadıkça ekonomilerdeki yüksek büyümenin sürdürülebilir olmadığını söyleyen Servet Yıldırım, enflasyon ve büyüme arasındaki negatif bir ilişkinin enflasyon yükseldikçe orta ve uzun vadede büyümeyi yavaşlattığı, enflasyonla mücadelenin 'daha yüksek kişi başına gelir olarak geri döndüğünü' söylüyor.

Ekonomi bir sosyal bilimdir. İçinde insan olgusu taşıyan tüm bilimler gibi direkt ve keskin sonuçlar görülmemekle birlikte, yasalar vardır.

Bir denge unsuru olan ekonomide, seçim ekonomisine hazırlanırken, büyüme ve genişleme öngörülse de burada yan etkinin yoksullaşma olması seçim ekonomisi mantığını sorgulatırken, Türkiye'ye özel koşulların da yeniden gözden geçirilmesi gerekliliği göze çarpıyor.

Diğer yandan faiz-enflasyon-kur sarmalında kaldığımız şu dönemde farklı görüşlerde de olsalar her ekonomistin aynı düzenleme ve reformları işaret ediyor olması da dikkat çekici oluyor. Sürdürülebilir ve sağlıklı bir büyüme için de önce reformlara işaret ediliyor.

Son olarak Dünya Bankası Türkiye Ülke Ekonomisti Erdem Ataş'ın bu paylaşımı ile bitirelim 👇

twitter.com

Enflasyonla büyümenin etkileri Türkiye'de nasıl ilerleyecek gelecek günlerde yaşayarak öğreneceğiz. Siz ne dersiniz?

Popüler İçerikler

İstanbul Bağcılar ve Ataşehir İlçe Milli Eğitim Müdürlüğü Okullarda Yılbaşı Kutlamasını Yasakladı!
Almanya’da Noel Pazarına Saldırı: Saldırgan Suudi Arabistan Vatandaşı Bir Doktor Çıktı!
Kadınların Kırmızı Ruj Sürerek "Çiftleşme" Mesajı Verdiğini İddia Eden Uzman