15 Madde ile HES'ler Neden 'Can Suyu' Değildir?

Enerji bir ülkenin var olması için mutlaka sahip olması gereken bir güçtür. Peki ama ne uğruna? Enerjiye sahip olmak için nelerimizden vazgeçmek, hangi yalanlara kanmak, çocuklarımıza nasıl bir dünya bırakmak zorundayız? Evimizde ampul yansın, bilgisayardan internete girelim diye neleri feda etmek, nelerin canına okumak zorundayız? HES'lerin çevreci yapılar olduğunu söyleyen yüksek makam sahibi yalancıların geleceğimizi çalmasını daha ne kadar izlemek zorundayız? Kıyısında piknik yaptığımız, arkadaşlarla içtiğimiz derelerin, çayların boruların içine hapsedilmesine daha ne kadar göz yummak zorundayız? Evimizin önünden akan suya başkalarının sahip çıkmasını, onu istediği gibi kullanmasını, suyun ticarileştirilmesini daha ne kadar sesimizi çıkarmadan izleyebiliriz. 

HES'ler doğayı katlediyor. HES'ler gelecek kaygısıyla geleceğimizi elimizden alıyor. Özellikle Karadeniz'in iklimini, toprağını, bitkisini, hayvanını dolayısıyla insanını yok ediyor. Dereleri boruların içine hapsedip, bizi sesini duymaktan bile mahrum bırakıyor. Çevrecinin daniskası olanlar ise, bütün bu olanlara ses çıkaranları 'gereği neyse' yaptırarak dövdürüyor, vurduruyor, hapse atıyor. 

Sana HES'leri anlatıyorum arkadaşım, dinle. Benim HES'lerle ne gibi bir işim olabilir ki? diye düşünme. Çalınan benim, bizim geleceğimiz değil, toprak hepimizin altından çekiliyor. Sesini yükselt, ne oluyor diye sor. Senin farkında bile olmadığın HES, çocuğunun ileride dallarına tırmanacağı ağaçları daha filiz vermeden öldürüyor. HES senin farkında arkadaşım, sen onu fark etmesen de.

Yararlanılan kaynaklar: http://www.karasaban.net/turkiyede-hidroelektrik-santraller-ve-tarimciftci-sen/

http://www.greenpeace.org/turkey/tr/campaigns/enerji/hes/

http://www.dsi.gov.tr/kurumsal-yapi/organizasyon-semasi/barajlar-ve-hes-dairesi-ba%C5%9Fkanl%C4%B1%C4%9F%C4%B1

https://eksisozluk.com/hidroelektrik-santral--106671?p=1

1. HES nedir?

Hidrolik santraller (HES’ler) su biriktirmeli (barajlar) ve biriktirmesiz (nehir tipi) olmak üzere ikiye ayrılır. Su biriktirmeli santrallerin kurulduğu yöredeki, biriktirmesiz hidrolik santrallerin ise kurulduğu yörede ve geçtiği tüm bölgelerdeki doğal yaşam üzerinde etkileri vardır. Her iki hidrolik santralin tarım ve çevre üzerinde olumsuz etkileri olduğu açoık şekilde bilinmektedir. 

Bizim asıl değinmek istediğimiz 'su biriktirmesiz hidrolik santrallerle' su, yatağından saptırılarak boru içine alınır ve belli bir yüksekliğe çıkarılır. Daha sonra suyun aşağı düşmesi sağlanarak, akarsuya verilmeden önce türbinleri çevrilmesiyle elektrik üretilmesi hedeflenir.

2. Su tekrar yatağına veriliyorsa sorun ne?

Su, yatağına tekrar verildiği anda HES ihalesi almış başka bir şirketin borusuna girer ve neredeyse denize ulaştığı noktaya kadar bu duruma devam edilebilir. Yani su tam anlamıyla borulara hapsedilir. Gün yüzü görmeden denize ulaşması sağlanır. Böylece bir dereden 5-10 şirketin rant elde etmesi garanti edilir. Ne pahasına? çevre, ekolojik denge, canlı yaşamı, su kaynağı pahasına. 

Suyun alındığı ve yatağına verildiği mesafeler onlarca kilometreyi bulabilir. Bu mesafelerde suyun doğa, hava ve diğer canlılarla bağı kesildiği ve suyu oluşturan mineral ve daha birçok yararlı madde oluşamadığı için su, su olmaktan çıkar. Dolayısıyla boruların bitiminde akarsuya geri verilen suyun artık kendisine ve yaşam verdiği diğer canlılara eskisi kadar yararı olmayacak, olamayacaktır!!

3. HES'ler eskiden yok muydu?

Türkiye'de hidrolik santraller aracılığıyla enerji üretimi yakın zamana kadar yalnızca kamu eliyle yapılmaktaydı. Günümüzde ise özel sektör de, tıpkı kamu gibi, elektrik üretim ve satışı yapmaktadır. Fakat özel sektörün elektrik üretip satabilmesi için bir dizi yasal düzenlemeler gerekmiştir.

Türkiye'de şu anda işletmede olan HES sayısı 288'dir. Yapımı devam eden 1019 HES için Su Kullanım Anlaşması imzalanmıştır.2011 yılı başında 0.5 MW'dan fazla üretim yapacak olan şirketlere verilen lisans sayısı ise 2000’i geçmiştir. 0.5 MW dan daha düşük kapasitede elektrik üretecek HES’ler için şirketlere dağıtılacak lisansların da 5000 ile 10000 arasında olacağı düşünülmektedir. Planlanan HES projelerinin 700’e yakını Doğu Karadeniz Bölgesinde yer almaktadır.

4. HES ekolojik dengeyi niye etkilesin ki?

Akarsular, doğanın damarlarıdır; dağlarda, ovalarda, özgürce dolanırlar. Özgür akarken bütün doğaya can verirler. Dolayısıyla, suyun doğal döngüsünün bozulmadan devam etmesi ekosistemin bütünlüğü ve doğayla dost tarımsal üretim için bir zorunluluktur. İnsan ve diğer tüm canlıların yaşam alanlarını suya göre belirledikleri unutulmamalıdır.

'Ramsar Sözleşmesi, özellikle su kuşlarının yaşama ve üreme alanları için büyük öneme sahip olan sulak alanların korunmasını öngörmektedir. Sözleşmenin ana amacı “sulak alanların ekonomik, kültürel, bilimsel ve rekreasyonel olarak büyük bir kaynak teşkil ettiği ve kaybedilmeleri halinde bir daha geri getirilmeyeceği” olarak belirtilmektedir.'

T.C. Anayasası, 56. Madde: 'Herkes, sağlıklı ve dengeli bir çevrede yaşama hakkına sahiptir. Çevreyi geliştirmek, çevre sağlığını korumak ve çevre kirlenmesini önlemek Devletin ve vatandaşların ödevidir,' der.

5. Sadece ekolojik sistem mi etkilenir?

Doğal ekosistemin sürdürülebilmesi için makro ve mikro besinler kadar gerekli olan böcekler, solucanlar, bakteriler, mantarlar ve mikroorganizmalar da topraktaki faunanın temel unsurları arasında bulunurlar. Bu toprak canlıları atmosfer azotunu sabitleyen, topraktaki organik maddelerin parçalanmasını sağlayan, bitki hastalıklarını ve topraktaki patojenleri baskılayan, organik besinlerin bitkilerce kolayca özümlenebilmesine yardım eden, pestisitlerin toksik etkilerini yok eden, bitki gelişimini teşvik eden vitamin, hormon ve enzim gibi biyoaktif maddeler üreten, ayrıca toprağın nem-sıcaklık-havalanma dengesini sağlayan toprağın değişim ve gelişiminde aktif rol oynarlar. İşte toprak altında yaşayan bu canlıların yaşamlarını sürdürebilmeleri için de kaliteli ve yeterli suya ihtiyaçları vardır.

6. HES'ler "can suyu" değil mi?

Kurulacak HES’ler ile birlikte sular boruların ve tünellerin içine hapsedildiğinde, can suyu adı altında bırakılacak su, ekolojik döngü için yeterli olmayacaktır. Su Kullanım Hakkı Anlaşması çerçevesinde suyun %90’ının şirketlerin kullanımına tahsis edildiği dikkate alındığında, can suyu adı altında doğada kalan %10 suyun mevcut doğal dengeyi tamamen bozacağı aşikardır.

TMMOB’un HES Raporunda belirtildiği üzere, “HES projelerine izin verilirken derelerin çevreyle ilgili ihtiyaç debisi saptanmamaktadır. Su Kullanım Hakkına Dair Yönetmelikle son 10 yılın debi ortalamasının %10’u can suyu olarak kabul edilmiştir. Can suyu sadece balıklar için belirlenen bir miktar su olup, bunun dışında sulak alan olan vadinin kendine has sulak alan ekosistemi için de ayrıca ekolojik ihtiyaç debisi belirlenmemektedir. Bu durum, HES yapılması planlanan alanların doğal ekosistemine, peyzaj özelliklerine zarar verecek, tamamı orman olan alanların ekolojik yapısını değiştirecek, gerek alanın tümü açısından geniş çaplı inşaatlar, hafriyatlar, dinamit atımları sebebiyle, toz gürültüye sebep olacak, gerek alanda bulunan orman, orman altı bitki ve diğer floraya ve keza bu alanda zengin çeşitlilik gösteren her türden faunaya ciddi olumsuz etkilere sebep olacaktır.” Yani akarsu yatağındaki suyun can suyuna dönüştürülmesi, suyla doğrudan bağlantılı olan bütün bu flora ve faunanın yaşamını tehdit edecektir.

7. Tarımsal üretime etkisi var mı?

HES’lerle boruların içine alınacak ve ancak %10’u bırakılacak su ile hayvan yetiştiricilerine ve bitkisel üretime yeterli suyun kalmayacağı bir gerçekliktir. Çünkü kimi akarsular neredeyse kaynağından denize döküldüğü yere kadar HES borularının içine girecektir. Bu durumda çiftçiler, tarlaları ve bahçeleri için gerekli olan suyu bulamaz hale gelecek ve hayvanını su için dereye götürdüğünde kuru bir dere yatağı ile karşılaşacaktır. Çiftçilerin sayaç takılı musluklardan para karşılığı sadece bir inek için bile su sağlaması olanaksızlaşacaktır. 

Suyun tarımsal üretimde verimi %100-400 arasında arttırdığı ve artan nüfusu beslemek amacıyla suyun tarımda kullanımının önemi dikkate alındığında suya erişim, enerji üretme bahanesi ile şirketlere bırakılamayacak kadar önemli bir konudur.

Ülkemizde çay yetiştirilen Doğu Karadeniz Bölgesinde gerekli mikroklimatik bölgenin oluşmasında esen rüzgarın, bölgenin deniz kenarında oluşunun, denize paralel ve yakın konumda dik dağların bulunuşunun, doğal bitki örtüsünün (ormanların), derelerin ve yer altı sularının varlığının önemi çok büyüktür. Çay yetişebilen bu bölgede her bir akarsuyun üzerinde onlarca HES yapılması gündeme gelmiştir. Dolayısıyla mikroklimayı oluşturmada büyük katkısı olan ve zincirin halkalarından biri olan akan su döngüsü kırılmış olacaktır.

8. Erozyon tehlikesi var mı?

En verimli tarım toprakları, akarsuların taşıdığı toprak zerreciklerinin serilmesi yoluyla oluşur. Bu verimli topraklardan da, verimli ovalar ve deltalar meydana gelir. Erozyonun doğal bir biçimde gerçekleşmesi doğanın işleyişi ve devamlılığı için gereklidir. Doğanın kendi iç işleyişine dışarıdan müdahale ile gerçekleşen erozyon biçimi, erozyonu hızlandıracağı ve doğanın ihtiyacından fazlasını gerçekleştireceğinden risklidir.

Ayrıca akarsuların boruların ve tünellerin içine alınması sonucunda ovalara ve deltalara yeterli su gitmeyeceğinden, sadece can suyu salınmasına muhtaç kalan ovalar ve deltalara karşı deniz, üstünlüğü ele geçirir. Deniz, akarsu yatağından iç kısımlara doğru ilerler. Bu ilerleme sürecinde akarsuyun beslediği yer altı sularını da deniz suları beslemeye başlar. Böylece yer altı suları tuzlanır. Tuzlanan yeraltı suları kendilerini temizleyemez. Yer altı sularını kullanarak arazilerini sulayan çiftçiler aracılığıyla kilometrelerce uzağa götürülecek bu tuzlu sular toprakları tuzlandırır.

9. Hükümetler bunları bilmiyor mu?

Su, önceleri sudan yararlananlar tarafından kolektif olarak yönetiliyordu. Daha sonra devlet, doğa ve toplum adına suyun yönetimini devraldı. Şimdilerde ise Türkiye'de hükümet suyun yönetimini, doğası gereği sadece kendi kârını düşünecek olan su/enerji şirketlerine vermede köprü görevi görmekte. Bu amaçla hükümet, hazırladığı bir dizi yasa ve yönetmelikle doğanın ve toplumun haklarını, su/enerji şirketlerine “sunmaktadır”.

Suyu para ile satacak olanlar ile “Su akar, Türk bakar” diyen su/enerji şirketlerinin destekçileri, parayı tanımayan ve kullanmayan, insanlara karşı hakkını savunamayacak olan fakat yaşamı suya bağlı olan canlı ve cansız varlıkları yok saymaktadırlar. 

10. Suyun ticarileşmesi nedir?

Su, yaşamsal varlıkların en önemlisidir. İnsanoğlu tarafından üretilemediği gibi, alternatifi de yoktur. Bu nedenle su, tüm canlıların yaşama hakkı çerçevesinde kullanma hakkına sahip olduğu bir varlıktır. Yaşamsal varlıklar ticarete konu edilemez, edilmemelidir de. Ancak su/enerji şirketleri, “sağlıklı suya erişim, suyun ticari meta haline getirilmesiyle mümkündür” ve “su varlık değil, kaynaktır” diyerek, suyu dünya ölçeğinde ve ulusal düzeyde ticarete konu etme çabalarını sürdürüyorlar. Suyun özelleştirilmesi için çalışıyorlar. Sular özelleştirildiğinde yani boruların ve tünellerin içine alındığında suyun akışı, kullanma hakkına sahip olanlara doğru değil, para olup enerji/su şirketlerinin kasasına doğru akar.

11. Sudan ne kadar para kazanılır, bu işin rantı ne olabilir ki?

Halen, dünyanın neredeyse tümünde suyun mülkiyetinin tamamına yakını kamu mülkiyetindedir ve kamu tarafından yürütülmektedir. Kamu, su hizmetinin Asya ülkelerinde %99, Afrika’da %97, Orta ve Doğu Avrupa ile Güney Amerika’da %96, Kuzey Amerika’da %95, Batı Avrupa’da %80’ini yönetmektedir. Dünya nüfusunun %5’inin kullandığı suyun yönetimi özelleşmiştir. Özel su piyasası oldukça dardır ama getirisi yüksektir. Dünya genelinde, özelleşmiş suyun yaptığı cironun, toplam dünya petrol cirosunun yarısından fazla olduğu iktisatçılar tarafından belirtilmiştir. 

HES’lerden üretilecek enerji 25-30 yıllığına devlet alım garantilidir. Yani HES yapımcısı su/enerji şirketleri imtiyazlı şirketler olmaktadır. Su, HES yapımcısı su/enerji şirketlerine enerji üretimi için 49 yıllığına verilmektedir. Ayrıca HES yapımcısı şirketlere suyu su olarak satma hakkı da tanınmaktadır. Devlet, HES yapımcısı şirketin istemesi halinde çevresindeki tarım arazilerini istimlak edebilecektir.

12. Çiftçiler topraklarını satmasın o zaman?

Bilindiği üzere Türkiye’de her tarlanın sayısız mirasçısı olduğu ve dolayısıyla tarlalar çok parçalı olduğu için, tarla satın almak kolay değildir. Hele yan yana tarla almak ve bu yolla büyük ölçekli tarlalara sahip olmak Türkiye’de neredeyse imkansızdır. Ancak devlet tarafından istimlâk edilmesi halinde tarlaların ölçeği büyüyebilir.

Suyun geçtiği alanların verimli araziler ve kolaylıkla sulanabilen araziler olduğu bilinen bir gerçektir. HES için ruhsat aldıktan sonra devlet eliyle toprakları “istimlak ettirip” şirketin uhdesine alabilecek olan şirket sahipleri, bu topraklarda tarımsal üretim yapabilir. Tarımsal üretim için gerekli iklim ve verimli toprak unsurlarının birleştiği tarlalara su/enerji şirketlerinin sahip olması onların gıdaya kolayca egemen olmasını sağlar. Çiftçilerin üretim araçları olan toprakları ellerinden alınır. Bu durum da çiftçileri kendi toprağında işçileştirir.

13. Acele kamulaştırma nedir?

Son yıllarda toprakların istimlak edilmesinde ön plana çıkan bir uygulama acele kamulaştırmadır. Acele kamulaştırma, 1939 yılında 2.Dünya Savaşı arifesinde savaş hazırlığı içinde çıkartılan Milli Müdafaa Mükellefiyeti Kanunu'na göre yapılan bir idari işlemdir. Fakat, sadece savaş halinde Bakanlar Kurulu'na tanınan istisnai bir uygulama olan Acele Kamulaştırma yöntemi bir süredir her türlü kirli yatırım için devreye sokuluyor. 

2004 yılında bu yetki hiçbir yasal dayanağı olmadan Bakanlar Kurulu tarafından EPDK'ya (dolaylı olarak şirketlere) devredilmiştir. Yani savaş halinde tanınan el koyma yetkisi şu anda şirketler tarafından doğrudan kullanılıyor. Sermaye çıkarı ile kamu yararı aynı anlamda kullanılmaya çalışılıyor. Türkiye coğrafyası su, enerji, maden şirketlerinin açık, denetimsiz, doğrudan işgali altındadır. Böyle bir durumda, çiftçilere ait olan evlere, tarlalara HES ya da altın şirketleri adına el konulduğuna dair bir karar kendilerine her an tebliğ edilebiliyor. Ya da çiftçilerin haberi bile olmadan muhtara yapılan tebligatla köy, şirketlere satılmış olabiliyor.

14. Peki ne yapacağız?

Yaşam savunucuları, suyun yaşama hakkını savunurken aynı zamanda kâr hırsı ile yanıp tutuşan su/enerji şirketleri ile onların destekçisi olan hükümetlere karşı mücadele etmek zorunda kalmaktadır. Hükümet yetkilileri ve su/enerji şirketlerinin söylemleriyle yaşamın gerçekleri arasındaki makas kapanmayacak derecede açılmaktadır. Bu nedenle su konusu, resmi devlet ve su/enerji şirketleri bir tarafta, yaşam savunucularının haklı olarak diğer bir tarafta yer aldığı bir mücadeleye sahne olmaktadır. Başka bir deyişle, yaşamı savunanlar bir tarafta, suların boruların ve tünellerin içine alınarak su/enerji şirketlerinin kasasına para olarak akmasını savunanlar diğer tarafta yer almaktadır. Bu yaman çelişki kırsalda çetin bir mücadelenin oluşmasına neden olmaktadır.

Yaşam hakkını savunan halk, su/enerji şirketlerine karşı demokratik hak arama mücadelesi ile birlikte hukuk mücadelesi de vermektedir. Birçok HES yapımını yargıya taşınmaktadır. Mahkemeler birçok yörede HES’lerin durdurulması doğrultusunda kararlar almaktadır. Ancak alınan mahkeme kararlarını uygulamakla görevli hükümetler bu görevini yerine getirmekten imtina etmektedir. Güvenlik güçleri mahkeme kararlarını uygulamak yerine, mahkeme kararlarının uygulanmasını isteyen halkı HES alanlarından uzak tutmaya çalışmaktadır. Bu durum, halkın adalet ve güven duygusunu zedelemekte, psikolojik sorunlar yaşamasına neden olmaktadır. Bunların yanında, valiler ve kaymakamlar yanlarına emniyet müdürlerini, jandarma komutanlarını alarak muhtarları ve yörenin ileri gelenlerini ikna etme turlarına çıkabilmektedir.

Hiçbir dönemde Türkiye'de halk ile resmi devlet bu kadar aleni bir biçimde ayrı yerlere düşmemiştir. Bu durum Çevre Etki Değerlendirme (ÇED) raporlarının oluşturulmasında da yaşanmaktadır. HES’lerin yapılacağı yörede yaşayanların katılımıyla hazırlanacak Çevre Etki Değerlendirme (ÇED) raporlarında yöre halkının kararına saygılı davranılması, projelerin halka rağmen yapılmaması ve mahkemelerin verdiği kararlardan sonra su/enerji şirketleri ile hükümetin ısrarlarını sürdürmemesi demokratik ve hukuk temayüller bakımından önemlidir. Fakat bu konuda yürütülen ısrar, halk ile güvenlik güçlerini karşı karşıya getirmektedir.

15. Sana düşen...

Sana düşen arkadaşım sesini yükseltmek. Gür sesinle 'Su, serbestçe alınıp satılabilecek özel bir mülk olamaz. Tüm canlıların doğal hakkı olan su ortakça kullanılmalıdır. Su kullanılabilir ama ona sahip olunamaz.' diye bağırmak. 

Bu güzellikleri, yaşamı, canlıları korumak için sen yoksan bir eksiğiz...

Popüler İçerikler

Fenerbahçe Teknik Direktörü Jose Mourinho ile İlgili İspanya'dan Transfer İddiası Var
Wanda Nara'nın Icardi'nin Mesajını İfşaladıktan Sonra L-Gante'yle Yaptığı Paylaşım Icardi Fanlarını Kızdırdı!
Yeni Sezonda TV Ekranları Fena Karıştı: 5 Dizinin Ertelendiği Sezonda 6 Dizi Şimdiden Final Yaptı!