Her Sonbahar Gelişinde

Biliyorum, “Kışa giriyoruz, ne sonbaharı?” diyebilirsiniz içinizden. Lakin bu başlığı seçme nedenim, metnin ortasında gizli. Başlık böyle olunca girizgâhım da (azıcık uzun) ona göre oldu. Biraz da içimi döktüm size, mazur görün :)

Yalan yok, tatsızdır sonbahar ağzının tadı kaçmış olanlara.

Hele ki kış… O rüzgârın tokadını yedik mi, oturur kalırız gündüz vakti zifiri karanlık odamızda; seratonin, endorfin falan yerlerde… Zamanın ya geriye ya da bir an önce ileriye akmasını isteriz, an anlamsız gelir genellikle. Doğrudur, içsel neşemizi eksilmiş hissederiz güneşsiz günlerde, soğuk canımızı sıkar, dışarıda soğuğun acıttığı canların olduğunu bilmek kahreder; melankoli sarar bedenimizi. Bu ayların keyifli, pozitif yanlarını görmek istemeyenler için pek tadı tuzu yoktur işte bu mevsimlerin. 

Gene de farklı bir açıdan bakmak mümkündür belki sonbahara. Tutturmuş herkes hazan mevsimi diye… Hüzün kelimesi ile aynı kökten bunlar: Hzn (farsça). “Huzn” yani üzüntü, çekilmiş mastarı da “hazana” (üzdü) olunca, bizi üzen mevsime de “hazan” demişler, sanırım. :) Bunca hazan mevsimi geçirince insan, içindeki hüzne; grileşen ve sertleşen havanın, çıplaklaşan ağaçların, telaşlı adımlarla koştururken ezdiğimiz sarı yaprakların, ağlayan bulutların, küsen doğanın ya da eksilen hormonların değil de, dünyada, ülkende, şehrinde, mahallende, yaşadığın çatının altında, yüreğinde olan bitenlerin vesile olduğunu çözüveriyor. Umudun azaldığında çöküyor hüzün… 

Tam bir yaz insanıyım yine de güneşte kavrulurken kederlendiğimi, kışları da neşeden zıp zıp zıpladığımı bilirim, misal. İşin aslı yaz-kış tepemizdeki bulut kümeleri arasından her daim bize el sallayan iki eski dost vardır: Hüzün ve Neşe. YinYang gibidir bu ikisi, biri olmayınca diğeri sersemleşir. O da gerek, diğeri de insana. Dengesi önemli.

İtiraf edeyim, ben son 1-2 yıldır kronik bir neşesizlik sendromu içindeyim.

Neşelenmeye de yüzüm yok doğrusu… Öyle bir akıl durması, öyle bir maddi-manevi çöküş ve acı içindeyiz ki, iki kıkırdamaya utanıyorum. Çok şükür depresyonda falan değilim de, o “lust” dediğimiz içsel neşeye ulaşamıyorum; paramparça olmuş umudumu toparlamak için tutunacak dal bulmakta zorlanıyorum. Korkarım ait olduğum toplum da aynı durumda.

Onları bilmem ama ben akıl sağlığımı ve YinYang’ımı yani dengemi; sevdiklerimin varlığına, onların iyi hallerine, tek tük rastladığım güzelliklere şükrederek ama asıl önemlisi çok okuyarak, öğrenerek, izleyerek ve -öyküdür, şiirdir- bolca yazarak sağlıyorum.

Şükretmek, aile, dostlar, hayvanlar, kitaplar, sanat, filmler ve yazmak beni sağaltıyor. Neşem yok, hüzünlüyüm ama halen gülümseyebiliyorum, dibe vurmadım henüz. Evet, bugün bu ülkede dipsiz bir kötülük kuyusuna düşmüş gibiyiz, inceden de olsa bir umuda fena halde ihtiyacımız var. İşte o da -nadiren de olsa- gösteriyor kendini, bulutların arasından.

İşte bu fotoğrafta gördüğünüz kitap size bahsetmeye çalıştığım umut sebebim.

Sonbaharın getirdiği derin duyguların izlerini taşıyan, 37 yazarın 37 öyküsünden oluşan bu kolektif kitap, farkındalık yaratmak amacıyla bir sosyal sorumluluk projesi olarak doğan Bookcamp Kitaplığı Kolektif Öyküler serisinin ikinci kitabı. Mastercamp Eğitim Platformu’nun Edebiyat Kulübü olarak yola çıkan Bookcamp organizasyonu ile hayat bulan, duyarlı yayınevi Banliyö Ajans sayesinde basılan Her Sonbahar Gelişinde, edebiyatla dolu bir yolculuk sunmanın yanı sıra, sokaklardaki ve barınaklardaki masum can dostlarımız için de bir umut ışığı yakıyor. Geliri, kendilerini paticanlara adayan vicdanlı insanların kurduğu KurtaranEv’e bağışlanıyor. Bu; “Elimiz kolumuz o kadar da bağlı değil!”, “Umut her zaman var!”, “İyilik ölmedi, yeter ki BİR olalım!” gibi hayati cümleleri bana yeniden hatırlatan, kararmış içimi aydınlatan bir mesele benim için. Tıpkı ilkbaharda çıkan ve geçenlerde ikinci baskısını yapan ilk kolektif kitabımız Çiçek Açan Öyküler gibi. Onda da tüm gelir TEV/Geleceğe Yetişen Kızlarımız burs fonuna gitmişti. Halen de satıldıkça gidiyor.

Her iki kitapta benim de birer öyküm var.

Her Sonbahar Gelişinde’de 234. sayfadaki öykümde SARI isimli bir sokak köpeğini dillendirdim. Bu akıl dışı sokak hayvanları yasası beni o kadar sarstı ki, nefes alamadığım günler oldu. Zembereği şaşmış saat gibi oradan oraya koşturup, çareler aradım günlerce. Yetememek, yetişememek ağır bir vicdan azabı bindirdi üzerime. Sonunda elimden gelenle, yapabildiğimle yetinmeye ikna ettim kendimi. Sessiz kalmamak, uyanık olmak ve yaşamını bu canlara adayanlara destek olmak da çok kıymetli. Ve sonra bir gün binlerce SARI’ya ses oldum, olmaya çalıştım. Bu kitabın amacı gibi, böyle böyle, inceden inceden sarkacak o ip o kuyuya.

“Bir gün, yaprakları artık yeşilden turuncuya dönmeye başlamış bir akçaağacın gölgesinde tilki uykusunda kestirirken, telaşla çıktı apartmandan Suna, koşarak yanıma geldi. Ben daha yattığım yerden ayaklanamadan kapandı üzerime hıçkıra hıçkıra. 'Bırakmam seni Sarı! Keşke evimizde yer olsa da alıp seni saklasam,' diyordu. Gözleri şelale olmuş, durmaksızın akıyordu. 'Bak şimdi iyi dinle beni. Salih Usta’nın dükkânının arkasında bir odunluk var ya, hah, işte sen bu aralar yabancı adamlar görürsen hemen oraya koş. Bu sefer sakın havlama olur mu, ne olur, sakın havlama! Hemen o odunluğa saklan. Ben gelene kadar da sakın çıkma! Ben geleceğim yanına, söz!' İki eliyle kulaklarımı tutmuş bal gözleriyle benden bir cevap bekliyordu. Islak suratını yaladım hemen. Birini ağlarken ilk kez görüyordum. 

Toplayıp, barınaklara götüreceklermiş hepimizi. Yasa mı ne, bir şey çıkıyormuş. “Ama neden? Hem kulağımda küpem de var, hani güvende olacaktım? Mahallenin yakışıklı, cesur Sarı'sıyım ben! Kime ne zararım var ki?' demek istedim ona hafif bir inilti ile. Lisanımız farklı ama o kalbinden duydu, anladı beni. Bense cevap olarak hıçkırıklarından başka hiçbir şey duyamadım...

Çok geçmeden dediği çıktı Suna’nın. O sonbahar sabahı, tehlike akacağından korkarak büyüdüğümüz yokuştan daha önce hiç görmediğimiz, çirkin suratlı kara kuru bir canavar inip, göbeği açılıp da içinden ellerinde uzun metal çubuklar, ağlar, tabancalar tutan karanlık adamlar çıkınca işin ciddiyeti anlaşıldı. Bizimkiler aracın etrafını sarıp, var güçleriyle havlamaya başladılar. Bir tanesinin boynuna geçirilen halkayla zorla çekiştirilmesi üzerine güleç mahallemizin çehresi de gerildi. Esnaf bağıra çağıra koşturdu, yabancı adamlarla arbedeye girişti. Ömer ve tayfası bir hışım atladılar adamların üzerine. Evlerinde olanlar taştıkları balkonlardan, maşrapalarla sular döktü kötülerin üzerine. O hengâmede Suna’nın sesini duydum, balkondan bana bağırıyordu, “Koş Sarı, koş! Dediğimi yap!” Ona itaat edemeyecek kadar öfkeliydim. Kalabalığın içine dalıp, olması gereken adaleti sağlamak istiyordum. Burası senelerdir bizim yuvamızdı. Mahalleli bizi seviyor, asla varlığımızdan şikâyet etmiyordu. Şimdi ne olmuştu da tepemize binmişti bunlar?”  

Öykümden minik bir kesiti de bırakmış olayım.

Kısa kısa yazılmış 37 hikâyenin her birini sıkılmadan okuyacağınızı ve seveceğinizi düşünüyorum. Kitabımızı Amazon, Trendyol ve indirimli olarak Kitapyurdu.com dan alabilirsiniz. Hatta alırsanız çok ama çok mutlu olurum, neşem bile yerine gelir (kısa bir süre için) :) Her Sonbahar Gelişinde kolektif kitabının her aşamasında büyük emeği olan yayın danışmanımız Yücel Cüre’nin de dediği gibi; “Satın aldığınız her kitapla bir canın yaşamına dokunuyor, ona daha iyi bir yaşam, daha yaşanabilir bir dünya umudu veriyorsunuz. 37 yazarın kaleminden dökülen bu hikâyeler, sadece edebiyatın gücünü değil, aynı zamanda paylaşmanın ve yardım etmenin de güzelliğini hatırlatıyor.”

** Görseller amatör bir ruhla tarafımdan yapay zekâya ürettirilmiştir :) 

Instagram

Linkedln

Bu makalede öne sürülen fikir ve yaklaşımlar tamamıyla yazarlarının özgün düşünceleridir ve Onedio'nun editöryal politikasını yansıtmayabilir. ©Onedio

Popüler İçerikler

Çiçekten Para Mı Kazanacaksın Deyip Güldüler: Şimdi Bir Kilodan 500 Bin Lira Kazanıyor
"Ülkenin Seliyle Yangınıyla Neden Ben Mücadele Ediyorum?" Diyen Ali Atay'a Cüneyt Özdemir'den Sert Tepki
"Geri Zekâlılar..." Müge Anlı'dan Canlı Yayında Sert Çıkış!