Her İzlediğinize İnanmayın! Bilim Kurgu Filmlerinin Gelecek Hakkında Yaptıkları 12 Yanlış Varsayım

1. Uçan arabaların olması

Hepimiz nerdeyse arabalar icat edildiğinden beri uçan arabaların varlığını hayal etmişizdir. Bilim kurguda, uçan arabalar vazgeçilmez bir ögedir. Uçan arabalar, Bladerunner'dan Total Recall'a, The Fifth Element'ten The Jetsons'a kadar nerdeyse her eserde bir 'gelişmiş toplum' yansıması olarak görülür. Ancak uçan arabaların mümkün olabilmesi için şehirlerin de tamamen değişmesi gerektiğini kimse düşünmemiştir. Uçan arabaların kalkabileceği ve inebileceği alanlar yaratmak için şehrin nerdeyse tüm altyapısının değişmesi gerekiyor. Bunun mümkün olabilmesi için şehirlerin kendilerinin de temelden değişmesi gerekecektir.

Uçan arabaların kalkabileceği ve inebileceği alanlara izin vermek için altyapı eklemeleri gerekiyor ve zaten yollar gibi mevcut altyapımızın bozulmasına izin vermiş olacağız.

Şehirler ayrıca araç güvenliğini ve sürücü yetkinliğini düzenlemek için tamamen yeni sistemler tasarlamak zorunda kalırlar. Hava trafiği kontrol sistemlerinin tamamen yeniden tasarlanması gerekecektir.

2. Herkesin sürekli spandeks üniforma giymesi

Eğer geleceğimiz tıpkı bilim kurgu filmlerindeki gibi olursa dünya bizim için korkunç bir yer olacak. Sanki cani androidler ve uzaylılar yetmiyormuş gibi, spandeks tulumlara da alışmak zorunda kalacağız. Bu fikir özellikle 1970'lerde ve 80'lerde popülerdi. Tron'dan Flash Gordon'un yeniden yapımına ve Star Trek: The Next Generation'a kadar hala oldukça popülerdi. Herhangi bir sanat dalı gibi, bilim kurgu da yaratıldığı zamana ve yere göre değişir. 60'lar, 70'ler ve 80'lerde spandex ve likra gibi kumaşlar hala nispeten yeniydi ve insanların arasında oldukça meşhurdu. Star Trek'in yaratıcısı Gene Roddenberry, filmin kostüm departmanının spandeks kullanmasını istedi çünkü bunun geleceğin kıyafeti olarak oldukça fütüristik bir atmosfer oluşturacağını düşünüyordu.

3. Suçluların soğuk hapishanelerde (cryo-prisons) tutulması

1993 yılında çıkan Demolition Man filmi, mahkumları cezalandırma biçimi olarak uzun süre boyunca dondurma fikrini ortaya attı ve bu fikir Minority Report ve Star Trek gibi filmlerde; Into Darkness Mass Effect 2 ve The Chronicles of Riddick gibi video oyunlarında da ele alındı. Bu düşünde başta cazip gelse de pek mantıklı ve mümkün olarak görünmüyor.

Sürüngenler ve amfibiler gibi bazı hayvanlar dondurulduktan sonra yeniden canlandırılabilse de donmak insan dokusuna zarar verir. Tek tek organları dondurmanın ve canlandırmanın mümkün olup olmadığını belirlemek için bazı bilimsel araştırmalar yürütülüyor ancak bir insanı tüm olarak dondurabilmek oldukça zayıf bir ihtimal.

Eğer dondurulma yapılabilseydi en büyük engel donmuş bir insan beynini yeniden canlandırmak olacaktır.

Donmuş bir beyin dokusunu başarılı bir şekilde canlandırmak için önce nanoteknoloji gibi büyük teknolojik atılımlara ihtiyacımız olacaktır. Sonra soğuk hapishanelerin etkili bir ceza şekli olup olmayacağı meselesi de var. Dondurulmuş biri zaman kavramını asla hissedemez. Ayrıca suçlu olsun ya da olmasın herhangi birini onlarca yıl veya daha uzun süre dondurmak ve sonra onları tamamen yabancı bir topluma salmak oldukça travmatik olurdu.

4. Spor olarak ölümüne düelloların yapılması

Bilim kurguya göre fütüristik sporlar o kadar ölümcül ve şiddetli olacak ki katılımcılar hayatlarını kaybedecek. Bilim kurguya göre bu sporlarda tıpkı Rollerball'da da olduğu gibi ölüm normal ve kabul edilen bir sonuçtur. Ancak The Running Man veya The Hunger Games gibi diğer bilim kurgu eserlerinde tüm olaylar bu konunun üzerinde geçer. Genellikle bu spor etkinliklerini doğuştan gelen şiddet sevgimiz hakkında bir noktaya değinmek için koyarlar ki bu konuda haklılar da. Pek çok araştırma insanların şiddet içeren şeyleri izlemekten zevk aldığını kanıtlamıştır. Ama gerçekte kana susamışlığımızın da bir sınırı vardır.

Son 10 yılda tıp biliminin spordaki yaralanmaları ve uzun vadeli etkilerini daha iyi anlamasıyla birlikte halkın kargaşaya ve şiddete olan merakı oldukça azalmıştır.

Boks gibi şiddet içeren sporların popüleritesinin azalması da verilecek en büyük örnek olabilir. Elbette,Amerikan futbolu gibi sporlar hala çok tehlikelidir ama bilim kurgu örneklerinin aksine modern spor hayranları birinin incindiğini görmek istemiyor.

5. Tüm yiyeceklerin işlenmiş ve tatsız lapa halinde olması

Bu algı bilim kurgu türünün bütün yiyecekleri hap şeklinde tasvir ettiği 1930'lara kadar uzanıyor. O zamandan beri birçok bilimkurgu yazarı aynı fikirle ortaya çıktı: gelecekte yiyecekler yoğun bir şekilde işlenmiş ve besin açısından zengin olacakları ancak yemek yeme anlamında asla tatmin edici olmayacakları. Aşırı nüfus algısı gibi bu da çok fazla insanın olacağı ve onları beslemek için yeterli kaynağın olmadığı bir gelecek korkusundan geliyor.

Yiyecek kıtlığı gelecek nesiller için oldukça tehlikeli bir sorun olabilir. Son 40 yılda dünya, erozyon ve kirlilik nedeniyle tüm ekilebilir arazilerin üçte birini kaybetti.

2050 yılına kadar nüfusun yaklaşık 9.8 milyar olması bekleniyor ve o zamana kadar ekilebilir arazilerimizin daha da azalacağı tahmin ediliyor. Muhtemelen işlenmiş gıdalara daha fazla güvenmek zorunda kalacağız, ancak bilim kurgunun gösterdiği kadar yumuşak ve tatsız olmayacaklar.

6. İnsanların klonlanması

Bir insanı genetik düzeyde kopyalama kavramı bir klonun bir insanla aynı haklara sahip olup olmadığı gibi ahlaki soruları gündeme getirmiştir ve bilim kurgu yazarları bunu yıllardır eserlerinde kullanıyorlar. Genetiğiyle oynanmış bir klon asker ordusu yaratan bir hükümet fikri 1953 gibi erken bir tarihte Poul Anderson'ın 'Un-Man' adlı kısa öyküsünde ortaya çıktı. Ayrıca 1996'da koyun Dolly'nin başarılı bir şekilde klonlanmasının ardından insan klonlama, bilim kurguda daha da popüler bir konu haline geldi ve bu da gerçekten insan klonlamanın mümkün görünmesini sağladı.

Dolly'nin yaratılmasından sonra 2005'te Michael Bay tarafından çekilen gerilim filmi The Island ve 2010'da çıkan Never Let Me Go gibi bilim kurgu filmleri klonlama kavramını klonun bakış açısından sunmaya başladı ve...

Yeni bir algı ortaya çıktı: klonları yalnızca organlarını almak veya bir amaca ulaşmak için yaratmak. Klonlar yaratmak organ kıtlığı sorununa ürkütücü bir çözüm gibi görünebilir ancak bunun gerçekleşmesi pek mümkün değil ve oldukça gereksiz.

7. İnsanların konuşarak uzaylılarla iletişime geçmesi

Başka gezegenlerde yaşam olduğu ve biz insanların dışarıdaki varlıklarla kolaylıkla iletişim kurabileceği fikri artık rahatlıkla bilim kurgu yapımların savı haline gelmiş durumda. Yani eğer bir bilim kurgu evreninde yaşasaydık bir uzaylının yanımıza gelip “Beni liderinize götürün” demesi büyük ihtimalle bizim için gündelik bir eylem olacaktı. Bunun yanında, E.T. the Extraterrestrial, Independence Day ve Sesame Street gibi yapımlarda zamanla karşı tarafla iletişim kurmayı öğrenen kurgular da bulunmaktadır.

Elbet bir gün uzaylılar tarafından istila edilirsek onlarla iletişim kurmak bu yapımlarda gördüğümüz kadar kolay olmayacaktır.

Zaten insanlar olarak henüz kendimizden başka bir canlıyla aktif olarak iletişime geçememişken daha önce hiç gözlemlediğimiz varlıklarla iletişime geçme olasılığımız keşke daha yüksek olsa. Üstüne uzaylı olarak adlandırdığımız yaşam formlarının kelime ve dilbilgisi gibi kavramları kullanarak iletişim kurduğunun da bir garantisi yok. Dilbilimciler eğer bir gün uzaylılarla temas edersek yaşanacak sürecin 2016 yılında çıkan The Arrival’a daha yakın olacağını söylüyor.

8. İnsanların ileri teknolojiye sahip savaş araçlarında hayatlarını riske atması

Fark ettiyseniz Star Wars’tan The Last Starfighter’a kadar izlediğimiz tüm bilim kurgu filmlerinde biraz saçma bir savaş tekniği uygulanıyor. Filmlerde ışık hızına ulaşabilecek bir teknoloji varken ne hikmetse savaş uçaklarını yönetmek için insan operatörlere ihtiyaç duyuluyor.  Peki neden? O kadar şeyi öngören insanlar bunu öngöremedi? Aslında cevap çok basit; bunun öngörüyle hiçbir alakası yok. Star Wars’u ele alırsak film genel olarak tarihi paralelliklerle doluydu; hatta seriye asıl ilham olan olay İkinci Dünya Savaşı’ydı. Seride sıkça gördüğümüz hava saldırıları ve havadaki savaşların hepsi İkinci Dünya Savaşı’nda çekilen görüntülerin üzerine kurgulandı. Bunun yanında tabii ki ileri teknolojiye sahip distopik bir dünyada canını tehlikeye atan bir ana karakterin varlığı izleyicinin ilgisini daha çok çekecekti.

9. Aşırı nüfus artışı

Thomas Malthus’un 1798’de yazdığı Principle of Population makalesinden tutun Harry Harrison’un 1966’da yayınladığı Make Room! Make Room! romanına kadar aşırı nüfus artışından kaynaklanan distopik yaşam yüzyıllardır insanların en büyük korkularından biri olagelmiştir. Ancak 21. yüzyılda küresel doğurganlık hızı düştüğü için bu korku dönemin özelliklerinden dolayı biraz değişti; artık yeni korku gelecekteki toplumlarda yeteri kadar insan olmayacağı. 1960’larda doğurganlık oranı beşken şimdilerde bu oran 2.43’lere kadar düştü.

10. İnsansı robotların dünyayı ele geçirmesi

Halihazırda elimizin altında Siri ve Alexa gibi sanal asistanlar varken insanlığın elindeki teknoloji geliştikçe insansı robotların toplumumuzun bir parçası haline gelmesi kanıksanamaz bir varsayım. Android’lerin, insansı robotların ve makinelerin insanlara baş kaldırması üzerine kurgulanmış filmler bilim kurgu dünyasının en rahatsız edici yapımları sayılabilir. Bu yapımlarda her zaman bu varlık diyebileceğimiz makineler insanlığa tehdittir ve asla bunun tersi olmaz. Bunların yanında gerçekçi Android’ler, Blade Runner ya da Westworld'de gördüğümüz gibi insanlığın en korkunç dürtülerine maruz bırakılır.

Tamam, şimdi kurgu yapımları bir kenara bırakalım ve şu soruyu soralım: Elimizde teknolojik imkanlar varken neden insansı robotlar hayatımızda yerini almadı?

Birincisi, çoğu insan bu bilim kurgu yapımlardan gördüklerini atlatmakta biraz zorlanıyor, ki bu çok şaşılacak bir şey değil. Yapılan bir araştırmada insanların sadece %40’ı bir çocuğun robotlarla duygusal bağ kurma fikrinden rahatsız olmadı. Bunun yanı sıra bir robotu spesifik bir işi yapmaya programladığınız zaman onu insanlaştırmak hem gereksiz hem de ekonomik olarak güçtür. Yani bir arabayı kendi kendini sürmesi için programlayabilecekken neden robot bir şoför yapasın ki?

11. Bilgisayar ekranlarının yarı saydam hologramlar ile değiştirilmesi

2002 yapımı Minority Report filminin gelecekte sahip olunacak teknolojiyi büyük oranda bilmesi gerçekten inanılmaz gelse de daha Tom Cruise’un kullandığı yarı saydam bilgisayarlara sahip değiliz. Bu bilgisayarların kitlesel pazarlarda satılmaması elbette öyle bir teknolojiye sahip olmadığımız anlamına gelmiyor, sadece işlevi ve ekonomik değeri pek de örtüşmüyor. Zaten elimizde Cruise’un filmde yaptığı her şeyi yapabilen bilgisayarlar varken neden ekonomik olarak bizi zorlayacak bilgisayarlar yapalım ki?

Filmin geleceği doğru bir şekilde tasvir etmesini isteyen Spielberg, ileride sahip olabileceğimiz bilgisayar teknolojisi hakkında John Underkoffer’a danıştı.

Underkoffer, jest ve mimik tabanlı arayüzlerin yanında tek bir bilgisayar ekranında görüntülenenden çok daha kompleks problemleri çözmenin mümkün olduğunu söyledi. Daha sonra Oblong Industries isimli bir şirket kuran Underkoffer, Gspeak isimli jest tabanlı bir arayüz oluştursa da çoğu şirket bu ürünlerin yüksek fiyatlarını karşılayamadı. Bunun yanında, kullanıcılar fareyle yönlendirilen arayüzlerden jestlerle kontrol edilen arayüzlere adapte olmakta bir hayli zorlandı. Jest tabanlı arayüzler teknolojik olarak mümkün ve günümüzde nadir de olsa kullanılmakta ancak yakın zamanda yarı saydam bilgisayar ekranlarına bir geçiş yapmayacağız gibi görünüyor.

12. İnsanların Ay'ı kolonileştirmesi

Bilim kurgu filmleri insanların gelecekte Ay’da koloni kuracağına hepimizi inandırmıştı. 20. yüzyılın ortalarında insanlığın Ay’a ayak basmasıyla güçlenen bu inanç beraberinde Star Trek: First Contact, Fifth Element ve Starship Troopers gibi yapımları getirdi. İnsanların Ay’a yerleşmesi şu an sahip olduğumuz teknoloji ile mümkün; aslında bakarsanız 2016 yılında NASA 2022’ye geldiğimizde çoktan kurulmuş olacak bir koloni planı yapmaya bile başlamıştı.

Evet, gereken teknolojiye sahibiz fakat bu teknolojiyi kullanmak için harcanacak meblağ NASA için bile biraz yüksek.

Sadece Ay’a gitmenin 133 milyar dolara mal olacağını ve NASA’nın bütçesinin 21.5 milyar olduğunu düşünürsek koloni kurmaktan hala biraz uzağız. Üstüne 2018’de yapılan bir ankette katılımcıların sadece %38’i Ay’a gitmenin bir öncelik olması gerektiğini söyledi. Ayrıca Mars'a nihai bir gezi için küçük bir Ay araştırma istasyonu inşa etmek bile politik olarak zor olurken Ay'da bir şehir kurmak, Ay'ın peynirden yapılmış olması ile aynı olasılığa sahiptir.

Bu içerikler de ilginizi çekebilir 👇

İzledikten Sonra Tüylerinizi Diken Diken Edecek Tüm Zamanların En İyi 50 Gangster Filmi
Film Tutkunları Toplansın! İşte Karşınızda Her Karakterin Başrol Olduğu 34 Ansambl Yapım!
Neden İzlemedim Diye Sorgulayacağınız Tüm Zamanların En İyi 60 Bilim Kurgu Filmi

Popüler İçerikler

ATM’lerde 200 TL Krizi: Fatih Altaylı’dan 5 Bin Liralık Banknot Önerisi
Teğmen Ebru Eroğlu İle İlgili Skandal Karar: Küfür ve Taciz İfade Özgürlüğü Sayıldı
Kılıçlı Yemin Olayında Yeni Gelişme: Teğmenlerden Sonra Komutanlar da Disipline Sevk Edildi
YORUMLAR
21.06.2021

içeriğin aksine, bilim kurgu filmlerinde işlenen konuların bir çoğunun da gerçekleşmiş olması !

21.06.2021

işlenen konuların halen gerçekleşmemiş olması, olmayacak anlamına gelmez. çocukluğumda ev telefonu lüks, TV siyah beyaz, tek kanal, yayın 17-24 arası idi. cep telefonu hayal bile edilemezdi, şimdi ev telefonu kalmadı, TV yayınları digitalleşti.

SEN DE YORUMUNU PAYLAŞ