Her Birinden Ayrı Ders Çıkaracağınız 16 Bilgelik Hikayesi

1. Han ve Yolcu

Günlerden bir gün, zamanın ünlü bir bilgesi hükümdarın sarayının kapısına geldi. Muhafızların hiçbirisi saygıları nedeniyle onu durdurmaya çalışmadı. Bilge, sonunda hükümdarın tahtında oturduğu odaya girdi. Ziyaretçisini hemen tanıyan kral saygıyla ayağa kalkıp sordu:

“Ne istiyorsun? Sana nasıl yardım edebilirim?” 

“Bu handa uyuyacak bir yer istiyorum” cevabını verdi bilge. 

“Ama burası han değil ki” dedi kral hafif kızgınlıkla, “Benim sarayım.” 

“Sorabilir miyim: Senden önce bu sarayda kim yaşıyordu?” 

“Babam. O öldü ama.” 

“Ondan önce kim yaşıyordu?”

“Büyükbabam. O da öldü.” 

“O zaman burası insanların kısa bir süreliğine gelip kaldığı, sonra da terk edip gittiği bir yer demek ki. Neden ona han demeyeyim?

2. Deneyim

60’lik ünlü ressam, bir lokantaya girer. Gerçi cebinde parası yoktur ama aldırmaz. Lokantacıya yapacağı portresine karşılık yemek yemek istediğini söyler. Güzelce karnını doyurur. Sonra bir çırpıda lokantacının portresini çizerek masaya bırakır. Kalkarken adam gelir, resme bakar, beğenir.

“Güzel ama” der lokantacı “Bir dakikada yaptınız bunu, oysa bir saattir yiyorsunuz”.

Ressam:

“Bir dakika değil, 60 yıl ve bir dakika” diye karşılık verir.

3. Dilenci ve Turgenyev

Büyük Rus yazarı Turgenyev, soğuk bir akşamüstü evine doğru yola çıkmış. Yolda bir dilenci kendisinden para istemiş. Bütün ceplerini kurcalayan Turgenyev, ne yazık ki hiç para bulamamış. Bunun üzerine kendisine uzatılan soğuk elleri kendi elleriyle ısıtarak:

'Kusura bakma kardeşim sana verecek bir şeyim yok' demiş.

Dilenci; 'Verdiniz ya efendim' demiş. 'Bana kardeşim dediniz.'

4. Thales'ten Bir Öğüt

Biri Thales’e sorar;

'Sana göre dünyada biricik devamlı olan şey nedir?'

'Ümit' diye cevap verir düşünür. 'Zira bizi en son bırakan budur.'

'Peki, öyleyse en kolay olan şey nedir?' diye sorulunca,

'Başkasına nasihat vermek' diye karşılık verir.

5. Deniz Yıldızı

Bir adam okyanus sahilinde yürüyüş yaparken, denize telaşla bir şeyler atan birine rastlar. Biraz daha yaklaşınca bu kişinin, sahile vurmuş deniz yıldızlarını denize attığını fark eder ve;

'Niçin bu deniz yıldızlarını denize atıyorsun?' diye sorar. 

Topladıklarını hızla denize atmaya devam eden kişi; 'Yaşamaları için' yanıtını verince, adama şaşkınlıkla:

'İyi ama burada binlerce deniz yıldızı var. Hepsini atmanıza imkan yok. Sizin bunları denize atmanız neyi değiştirecek ki ?' der.

Yerden bir deniz yıldızı daha alıp denize atan kişi,

'Bak onun için çok şey değişti,' karşılığını verir...

6. Büyük İskender'in Aristo'ya Mektubu

Büyük İskender, büyük filozof Aristo’ya bir mektup yazıp sorar:

'Zaptettiğim topraklardaki insanları tahakkümüm altında tutabilmek için neler yapmalıyım?'

1- Ülkenin ileri gelen insanlarını sürgüne mi göndereyim?

2- Ülkenin ileri gelenlerini hapse mi atayım?

3- Ülkenin ileri gelenlerini kılıçtan mı geçireyim?

Aristo’dan cevap gelir:

1- Sürgünde toplanıp sana karşı başkaldırırlar.

2- Hapishaneler militan yuvası olur, kontrolden çıkar.

3- Onlardan sonraki kuşak intikam hırsıyla büyür, tahtını sallar.

Aristo, çözüm olarak şu tavsiyede bulunur:

İnsanların arasına nifak tohumları ekeceksin. Birbirleriyle savaşınca, hakem olarak kendini kabul ettireceksin. Ama anlaşmaya giden bütün yolları tıkayacaksın!

7. Alışkanlıklar

Bir bilgenin öğrencileri bir gün sormuşlar:

'İnsanlar neden kötü alışkanlıkları daha kolay ve iyi alışanlıkları daha zor edinirler? Neden iyi alışkanlıklarını uzun süre muhafaza 'edemiyorlar?

Yaşlı bilge:

'Peki ben size şöyle bir soru sorayım: Eğer iyi tohumu güneşte bırakırsak ve kötü, çürümüş tohumu toprağa gömersek ne olur sizce?' demiş.

'İyi tohum  kuruyacak güneşte, kötü tohum ise hastalıklı filizler verecek

ve sağlıklı bir meyve oluşmayacak' diye cevaplamış öğrenciler.

Bilge devam etmiş:

'İnsanlar da bu şekilde davranır: İyilikleri ruhlarında saklayıp filizlerini

büyütmektense açığa çıkarıp kayıp ediyorlar. Diğer yandan da  günahlarını ve kötü taraflarını başkalarından saklamak için içlerinde gizliyorlar. Onlar orada büyüyüp insanı kalbinden yok ediyorlar... Ancak siz, bilge olun...'

8. Mutluluğun Sırrı

Bir genç bir zamanlar mutluluğun sırlarını öğrenmek istemiş. Bir

bilge aramış. Sormuş,  soruşturmuş falanca kişidir demişler. Ayrıca kırk günlük mesafedeki bir köşkte yaşadığını da öğrenmiş.  Üşenmemiş, yola çıkmış ve bilgeyi bulmuş. Bilge, onu bir güzel ziyafetle ağırlamış, isteğini sormuş:

'Mutluluğun sırrı” demiş delikanlı ” bana bunu öğret.”

Bilge bu sırrı vermeyi kabul etmiş.

Delikanlının eline bir kaşık vermiş, iki damla sıvı yağı da kaşığın içine koymuş.

“Köşkümü bir güzel gezeceksin ancak bu yağı dökmeyeceksin”  demiş.

Delikanlı sarayı geziyormuş ama gözü devamlı kaşıktaymış. Dönmüş gelmiş. Bilge sormuş.

“Salondaki Acem halılarını gördün mü, kütüphanedeki şömineyi fark ettin mi, bahçedeki gülleri gördün mü?” şeklinde bir yığın ayrıntı sormuş. Utanan delikanlı, hiçbir şey görmediğini itiraf etmiş. Çünkü sadece yağa bakıyormuş.

Bilge şöyle demiş;

“Öyleyse git şimdi daha dikkatli olarak köşkümün harikalarını gör. Oturduğu evi tanımadan o insana güvenemezsin”.

İçi rahatlayan delikanlı, kaşık elinde gördüğü her şeyi hafızasına adeta kazırcasına dikkat etmiş, gördüklerini bir güzel anlatmış.

Bilge;

“Peki sana emanet ettiğim iki damla yağ nerede? diye sormuş.

Kaşığa bakan delikanlı, iki damla yağın dökülmüş olduğunu görmüş.

Bilgeler bilgesi demiş ki;

“Mutluluğun sırrı, dünyanın bütün harikalarını görmektir ama iki damla yağı unutmadan”.

 

9. Kuyu

Günlerden bir gün, köylerden birinde bir çiftçinin eşeği kör kuyuya düşer. Eşek saatlerce acı içinde kıvranır ve bağırır. Sesini duyan sahibi gelip baktığında zavallı eşeği kuyunun dibinde görür. 

Çaresiz çiftçi köylüleri yardıma çağırır. Köylüler kör kuyudaki eşeği kurtarmak için ne yapacaklarını düşünürler ama sonuçta onu kurtarmanın imkânsız olduğuna ve bunun için çalışmaya değmeyeceğine karar verirler. 

Tek çare, kuyuyu toprakla örtmektir. Herkes ellerine aldığı küreklerle etraftan kuyunun içine toprak atar. Zavallı hayvan, üzerine gelen toprakları, her seferinde silkerek dibe döker. Bir süre sonra ise ayaklarının altına aldığı toprak sayesinde her an biraz daha yükselir ve sonunda yukarıya kadar çıkar. Köylüler kuyudan dışarı çıkan eşeğe çok şaşırır. 

İşte hayat da bazen bizim üzerimize yüklenir ve üzerimiz toz toprakla örtülüyormuş gibi olur. Bunlarla baş etmenin tek yolu, yakınıp sızlanmak değil, düşünüp silkinmek ve kurtulmak, aydınlığa adım atmaktır. Kör kuyuda olsak bile…

10. Mertlik

Geçmişin büyük bilginlerinden biri, yorgun bitkin bir halde uzun bir yolculuktan dönmüş, ter ve kir ağırlığı da buna eklenmişti. Yurduna yuvasına kavuşan bilginin ilk işi hamama gidip kendisine en fazla rahatsızlık vermiş olan kir ve terden kurtulmak oldu. Hamamda kendisini yıkayan tellak görgüsü kıt biriydi. Yıkanma kesesine dolan avuç avuç kirleri suya tutacağına 'Ne kadar kirlisin' der gibi bilgin zatın önüne yığıyordu. Keseleme işi devam ederken, tellak keselediği şahsın ilim sahibi biri olduğunu öğrenince,

'Efendim madem siz derin bir bilginsiniz 'mertlik nedir?' bana açık seçik anlatır mısınız?' dedi. Yıkanmakta olan büyük bilgin tellağa bir incelik dersi vermenin fırsatını yakalamıştı Şöyle dedi:

'Mertlik, kimsenin ayıp ve kusurlarını yüzüne vurmamak, kirlerini kendisine göstermemektir'

11. Sevgi

Bir gün sormuşlar ermişlerden birine:

'Sevginin sadece sözünü edenlerle, onu yaşayanlar arasında ne fark vardır?' Bakın göstereyim demiş, ermiş. Önce sevgiyi dilden gönüle indirememiş olanları çağırarak onlara bir sofra hazırlamış. Hepsi oturmuşlar yerlerine. Derken tabaklar içinde sıcak çorbalar gelmiş ve arkasından da derviş kaşıkları denilen bir metre boyunda kaşıklar. 

'Ermiş bu kaşıkların ucundan tutup öyle yiyeceksiniz' diye bir de şart koymuş. 'Peki' demişler ve içmeye teşebbüs etmişler. Fakat o da ne? Kaşıklar uzun geldiğinden bir türlü döküp saçmadan götüremiyorlar ağızlarına. En sonunda bakmışlar beceremiyorlar, öylece aç kalkmışlar sofradan. Bunun üzerine 'şimdi' demiş ermiş, 'sevgiyi gerçekten bilenleri çağıralım yemeğe.' Yüzleri aydınlık, gözleri sevgi ile gülümseyen ışıklı insanlar gelmiş oturmuş sofraya bu defa. 'Buyurun' deyince, her biri uzun boylu kaşığını çorbaya daldırıp, sonra karşısındaki kardeşine uzatarak içirmiş. Böylece her biri diğerini doyurmuş ve şükrederek kalkmışlar sofradan 'işte' demiş ermiş, 'kim ki gerçek sofrasında yalnız kendini görür ve doymayı düşünürse, o aç kalacaktır ve kim kardeşini düşünür de doyurursa o da kardeşi tarafından doyurulacaktır şüphesiz ve şunu da unutmayın, gerçek pazarında alan değil, veren kazançtadır daima.'

12. Elma

Konfüçyus, bazı insanlara bir şey öğretmenin en iyi yolunun bunu örneklerle göstermek olduğunu biliyordu. Bu yüzden sınıfın tam karşısına geçti. Eline bir vazo aldı, tüm öğrencilerin görebileceği şekilde vazoyu havada tuttu. Diğer elinde bir elma vardı. Öğrencilerin meraklı bakışları arasında, elmayı vazonun içinde bıraktıktan sonra, vazoyu yere koydu ve şöyle dedi: 'Elmayı vazodan çıkarmayı başaran öğrenci, elmayı  yiyebilir.' Çocuklardan biri açıkmıştı, ilk o davrandı ve elini vazonun dar ağzından içeri soktu. Elmayı yakaladı, çıkarmaya çalışıyor, ama başaramıyordu. 

'Elimi çıkaramıyorum!' 

Konfüçyus,

'Elmayı sıkı sıkı tutmaktan vazgeçmediğin sürece, elini çıkarman mümkün olmayacaktır,' dedi. Çocuk elmayı elinden bırakmak istemiyordu; ama sonunda zorunlu olarak bıraktı. Elini vazodan çıkardığında, yüzünde şaşkınlık  okunuyordu. Elmanın vazodan nasıl çıkarılabileceği konusunda sizin bir  fikriniz var mı? Konfüçyus, vazoyu yerden alıp ters çevirdi. Elma vazonun içinden yuvarlanıp avucunun içine düştü. Çocukların hepsi gülmeye başladı. Aslında o kadar basit bir şeydi ki bu! 

Konfüçyus, 'Fakat bu, göründüğü kadar basit değil,' dedi. Elmayı havada tutuyordu konuşurken. 'Bazen bir şeyi gerektiğinde bırakabilmek, zor bir iştir. Onu bırakabilmek de bir beceridir. Eğer bir şeyi zorla tuttuğunuzda, ulaşmak istediğiniz şeyi engellediğini görüyorsanız, o zaman onu özgür bırakmalısınız. Eğer yanlış bir şey yapıyorsanız, o zaman buna son vermelisiniz. Eğer kendinize ve başkalarına karşı dürüst  davranmıyorsanız, bu hilekarlığı hemen durdurmalısınız. İşte, ancak o  zaman hedefinize ulaşabilirsiniz.

13. İnsanı Düzeltmek

Adam, bir haftanın yorgunluğundan sonra, pazar sabahı kalktığında keyifle eline gazetesini aldı ve bütün gün keyif yapıp evde oturacağını hayal ediyordu. Tam bunları düşünürken oğlu koşarak geldi ve parka ne zaman gideceklerini sordu. Baba, oğluna söz vermişti; bu hafta sonu parka götürecekti onu, ama hiç dışarıya çıkmak istemediğinden bir bahane uydurması gerekiyordu. Sonra gazetenin promosyon olarak dağıttığı dünya haritası gözüne ilişti. Önce dünya haritasını küçük parçalara ayırdı ve oğluna uzattı:

- 'Eğer bu haritayı düzeltebilirsen seni parka götüreceğim!' dedi.

- Sonra düşündü: 

'Oh be, kurtuldum! En iyi Coğrafya profesörünü bile getirsen bu haritayı akşama kadar düzeltemez!'

Aradan on dakika geçtikten sonra oğlu babasının yanına koşarak geldi:

- 'Babacığım, haritayı düzelttim. Artık parka gidebiliriz!' dedi.

Adam önce inanamadı ve görmek istedi. Gördüğünde de hayretler içindeydi ve oğluna bunu nasıl yaptığını sordu. Çocuk şu ibretlik açıklamayı yaptı:

- 'Bana verdiğin haritanın arkasında bir insan resmi vardı. İnsanı düzelttiğim zaman dünya kendiliğinden düzelmişti!'

14. Kader

Nobugara adlı bir general kendi güçlerinin düşmandan kat kat zayıf

olmasına karşın saldırı kararı almıştı. Kendisi zaferden emin olduğu halde askerleri şüphe içindeydi.

Yol üzerindeki bir Shinto tapınağının önünde durdular. General: “Bir

süre tapınağa çekilip Karnilerden yardım dileyeceğim. Sonra da yazı tura atacağım. Yazı gelirse kazanırız, ancak tura gelirse kaybedeceğiz

demektir. Artık kaderin elleri arasındayız.” deyip tapınağa girdi. Bir

süre dua eden Nobunaga dışarı çıktı ve eline madeni bir para alıp havaya attı. Yazı gelmişti. Askerlerin morali düzeldi. 

Savaşçılar kazanacaklarını bilerek tüm güçleriyle zafere koştular ve şaşılacak bir süre içinde düşmanı yendiler.

Zaferden sonra yaveri generalin yanına gelip heyecanla: “Demek ki kimse kaderi değiştiremezmiş. İşte bunu ispatladınız.”

General elinde tuttuğu hileli parayı göstererek sadece: “Kim bilir?”

demekle yetindi.

15. Gölge Etme Başka İhsan İstemem

Diyojen, İskender’e ayağa kalkmadı. Hiç istifini bozmadı. Binlerce insan, İskender geliyor diye kırılıp geçiyorken o, yerinden kımıldamadı bile. 

“Sen ne yapıyorsun, gelenin kim olduğunu bilmiyor musun?” tartakladılar. 

İskender: “Durun, dokunmayın!… 

'Görmüyor musun? İskender geliyor diye insanlar yerlere yatıp kalkıyorlar. Sen yoksa İskender’i tanımıyor musun?” dedi. 

Diyojen: “Tanıyorum, iyi tanıyorum ve sizi de iyi biliyorum” diye cevap verdi. 

İskender: “O halde söyle! Kimim, ben?” 

Diyojen: “Bendemin bendesisin (esirimin esirisin)” dedi. 

İskender sarsıldı. Yerinde duramadı ve atından indi. “Ne demek bu?” dedi. 

Diyojen: “Sen, toprak için insan öldürüyorsun. Dünya benim esirim, kölem. Sen de benim köleme köle olmuşsun. Kim kime ayağa kalkacak?” dedi. 

İskender bunu kabullendi. Diyojen’in büyük bir filozof olduğunu anladı ve dedi ki: “Dile benden ne dilersen!” 

Diyojen: “Gölge etme başka ihsan istemem.”

16. İyi ve Kötü

Yaşlı kızıldereli reisi kulübesinin önünde torunuyla oturmuş, az ötede birbiriyle boğuşup duran iki kurt köpeğini izliyorlardı. Köpeklerden biri beyaz, biri siyahtı ve 12 yaşındaki çocuk kendini bildi bileli o köpekler dedesinin kulübesi önünde boğuşup duruyorlardı. Dedesinin sürekli göz önünde tuttuğu, yanından ayırmadığı iki iri kurt köpeğiydi bunlar. Çocuk, kulübeyi korumak için bir köpeğin yeterli olduğunu düşünüyor, dedesinin ikinci köpeğe neden ihtiyacı olduğunu ve renklerinin neden illa da siyah ve beyaz olduğunu anlamak istiyordu artık. O merakla, sordu dedesine: Yaşlı reis, bilgece bir gülümsemeyle torununun sırtını sıvazladı.

– “Onlar” dedi, “benim için iki simgedir evlat.”

– “Neyin simgesi” diye sordu çocuk.

– “İyilik ile kötülüğün simgesi. Aynen şu gördüğün köpekler gibi, iyilik ve kötülük içimizde sürekli mücadele eder durur. Onları seyrettikçe ben hep bunu düşünürüm. Onun için yanımda tutarım onları. Çocuk, sözün burasında; ‘mücadele varsa, kazananı da olmalı’ diye düşündü ve her çocuğa has, bitmeyen sorulara bir yenisini ekledi:

– “Peki” dedi. “Sence hangisi kazanır bu mücadeleyi?”

Bilge reis, derin bir gülümsemeyle baktı torununa.

– “Hangisi mi evlat? Ben, hangisini daha iyi beslersem!”

Popüler İçerikler

Boks Tarihinin En Pahalı Maçı Öncesi Mike Tyson, Jake Paul'a Tokat Attı!
İstanbul’da Biberonuna Tiner Konulan 2 Yaşındaki Bebek Hayatını Kaybetti: Anne Tutuklandı, Baba Serbest!
Üç Milyon Emekliyi Bekleyen Tehlike: 2025'te 12 Bin 500 TL Maaş Almaya Devam Edebilirler!