Hepimiz Birer Replikayız: Beş Maddede Toplumsal Travma

Ülkenin tarihsel süreçteki durumuna baktığımızda, krizlerle iç içe yaşadığını görürüz. Ancak soyut bir düşmanla yaşadığımız uzun soluklu savaş kuşkusuz Covid-19 süreciydi. Üzerine bir de ekonomik krizin eklenmesi ile birlikte, toplumsal travma sürecimiz içinden çıkılmaz bir hal aldı. Bu travmatik süreçte hepimiz kendimize yabancılaşarak, kendimizi dışarıdan gözlemleyen ve taklit eden kusursuz taklitçilere dönüştük… Biz gerçekten biz miyiz?

Yaşadığımız bir olayı, travmatik yapan ana öge güven alanının ortadan kalkmasıdır. Toplumsal olarak travmatize olmamız, yaşadığımız toplumda kendimizi güvende hissetmediğimiz anlamına gelir.

1) Kendine ve topluma yabancılaşma

Depersonalizasyon dediğimiz kendine yabancılaşma sürecinde birey, kendi duygu ve düşüncelerinden kopmuştur. Kendine dışarıdan bir gözlemciymiş gibi bakar. Derealizasyon dediğimiz topluma yabancılaşma kısmında ise, birey kendini toplumdan kopmuş olarak hisseder. Şimdiki zaman içerisinde var olamaz. Toplumda yaşanan olaylara karşı hissizleşir. Yaşadığı bu karmaşık süreç zamanla depresyona girmesine de sebep olabilir. Burada amacım bireyleri belli bir patolojik etiket ile damgalamak değil. Tam tersi aslında hepimiz içimizde patolojik olarak adlandırılan özelliklerin bir kısmını barındırıyoruz. Fakat bu örüntülerin yoğunluklarının farkı ve toplumsal tetikleyiciler kimliğimiz üzerinde rol oynuyor. 

“Ben kimim?”, “ Neler hissediyorum?”, “ Neler düşünüyorum?” sorularının cevabı çok da kolay değil, öyle değil mi? 

Çoğunluğun bu soruların cevabını düşünmeye zamanı yok, zamanı olsa da geçim sıkıntısı gibi temel ihtiyaçlarını gidermeye yönelik düşüncelerle boğuşuyor. Hepimiz formikaryum içerisindeki karıncalar gibiyiz. Bir emek sürecine katılıyoruz. Günlük işlerimizle uğraşıyoruz. Sonra biri geliyor ve formikaryumu sallıyor. Kafamız karışıyor ve ruhsal anlamda yaşadığımız sorunlara odaklanamadan yaşamak için günlük işlerimize geri dönüyoruz.

2) Hissizleşme

Yoğun bir iş gününün ardından eve geldik ve telefondan günlük haberlere bakıyoruz. Başlıklarda; ekonomik kriz, çocuk- kadın cinayetleri, hırsızlık vs…Başlıkları okurken düşüncelerimizde kocaman bir boşluk hissediyoruz. Tekrar tekrar aynı yeri okuyoruz. Hissettiğimiz duyguları tanımlayamıyoruz ya da hissediyor muyuz?, En son ne okuyorduk hatırlayabiliyor muyuz?

Kendimizi güvende hissetmediğimizde ve sürekli tetikte olduğumuzda stres hormonlarımız yükselir. Stres hormonlarının yükselmesiyle birlikte;

- Dikkat sorunları 

- Hafıza sorunları 

- Uyku sorunları 

- Sinirlilik 

- Uzun vadeli fiziksel problemler ortaya çıkar. 

Evrimsel sürece baktığımızda, ilk çağlarda kendini tehlikede hissetme sebepleri genelde vahşi bir hayvandı. Yani fiziksel bir tehlikenin varlığı bizi harekete geçiriyordu. Ancak içinde yaşadığımız dönemde güvenli alanımızı bozan her türlü dolaylı tehlike, bize tehlikedeymiş hissi veriyor. 

Porges, bireyin göreceli tehlike ve güvenliği değerlendirme kapasitesini nöro-algı olarak adlandırmıştır. İçinde bulunduğumuz durumları ve karşılaştığımız insanları istemsiz bir şekilde inceler ve tehlikeli olup olmadıklarına dair bir algı oluştururuz. Tehlikeli olduğuna karar verdiğimiz durumlarda da önce sosyal destek ararız. Sosyal destek bulamadığımızda, savaş ya da kaç, donakalma tepkilerini veririz. 

Sosyal anlamda destek bulabilmenin yolu, savunma sistemlerini bir süreliğine kapatmak ve kendini güvende hissetmekle mümkün olur. Ancak kendimizi sürekli tehdit altında ve bir şeyler için savaşır durumda hissettiğimizden sosyal destek pek mümkün olmaz. Toplum içinde kutuplaşmalar oluştuğundan, savaş-kaç tepkilerinde başarısız duruma düşen bireyler donakalma tepkisi verir ve hissizleşirler.

3) Tahammülsüzlük

Tahammül; kötü, zor ve olumsuz olaylara karşı dayanma gücünü ifade eder. Günümüz toplumunun bir şeylere tahammül edebilme eşiğinde gözle görülür ölçüde bir düşüş olduğunu görmekteyiz. Üstelik tahammül edilen durum çok zor ve olumsuz olmak zorunda da değil. Trafikte araç kullananların davranışlarına hiç dikkat ettiniz mi?

Trafikte kimse zarar görmediği ve beklemek zorunda kalmadığı sürece yapılan fırsatçı hataların kabul gördüğü, ancak beklemekle sonuçlanan hataların öfke ve tahammülsüzlükle karşılandığı bir savaş alanı gibi adeta…  Trafik toplumun bir prototipi diyebiliriz. 

Tahammülsüzlük kendini engellenmiş hissetme durumlarında ortaya çıkar. Ancak burada yaşanan engellenme, kendi emeğinin karşılığını alamamasıdır. Bu hissi de toplumun diğer bireylerine karşı tahammülsüzlükle nötrlemeye çalışır. 

Kriz dönemlerinde; boşanmalar, cinayetler, şiddet olayları artış gösterir. Tahammülsüzlük erteleme ve kaçınma davranışlarına sebep olur. Birey tahammül edemediği ortamlardan uzaklaşır. Beklemekten sıkıldığında işini sonraya erteler. Erteleme ve kaçınma döngüsü içerisinde öfkesi birikmeye devam eder ve sonunda öfke patlamaları, öfkenin kaynağından bağımsız başka bir nesne veya duruma yönelir.

4) Umutsuzluk

Toplumumuzdaki özellikle genç kitleye baktığımızda, gelecek kaygısı ve belirsizlikler içerisinde, umutlarının da tükenmeye başladığını görmekteyiz. Umut, eylemlerimizin temel motivasyon kaynağıdır. Gelecekle ilgili umudu olmayan öğrenciler ders çalışmak, sınava hazırlanmak, üniversiteye gitmek istemez. Çünkü gelecek onlar için işsizlik ve belirsizlik vaad etmektedir. Hayalleri belli standartların içerisinde sıkışıp kalmıştır. Kaybedecekleri ya da kazanacakları bir şeyin olmadığını düşündükleri bir dünya da sıkışıp kaldıklarını hissederler. Ancak Aristoteles’in de dediği gibi; “ Umut, uyanık insanların rüyasıdır.” Kendimizi ne kadar kötü hissedersek hissedelim, gelecek ne kadar belirsiz olursa olsun, bireysel olarak yaptığımız her reform, aynı zamanda toplumsal reform da demektir.

5) Toplumsal Travmaya Bağlı Olarak Görülen Diğer Rahatsızlıklar

Toplumsal krizle birlikte; kaygı bozuklukları, depresyon, alkol-madde kullanımı, intihar oranları, psikolojik nedenlerden kaynaklanan bedensel rahatsızlıklarda ve çeşitli fobi türlerinde artış yaşanır.

Sonuç olarak; travma bireysel de olsa toplumsal da olsa “asla bitmeyecekmiş” hissi yaratır. İçinde bulunduğumuz sürecin geçici olduğunu kendimize hatırlatmamız oldukça önemlidir. Toplumsal iyilik ve bireysel iyilik hali döngüseldir ve biri olmadan diğerinin olması da mümkün değildir. Bireysel terapi, hem kendimize hem de içinde yaşadığımız topluma katkı sağlar. Rollo May’in de dediği gibi; “Sıkıntı insan olmanın meslek hastalığıdır.”

Instagram

Popüler İçerikler

A Millî Takım'ın UEFA Uluslar Ligi'ndeki Play-Off Turu Rakibi Belli Oldu: Macaristan
Meteoroloji 49 Kente Fırtına Uyarısı Verince Hava Forum 58 Kilo ve Altında Olanları Tiye Aldı
Sevgilisine Atacağı Fantezi Mesajını Yanlışlıkla Karısına Atan Ünlü Patron İcralık Oldu
YORUMLAR
10.09.2022

hepsinin tek bir sebebi var insallah kurtulacaz en kisa surede

SEN DE YORUMUNU PAYLAŞ