Bu içerikte Leblebi Tozu ve Kidega kaynak olarak kullanılmıştır.
Siyasetle iç içe bir ailede büyür. Kadıköy Özel Kız Koleji'nin ardından, İstanbul Üniversitesi'nde Pedagoji Bölümü'nü okur. Biraz zor biraz da mücadeleyle doludur büyüdüğü evi, kendisi de şu şekilde tasvir eder o evi: 'Dışarıdan baktığın zaman, benim doğduğum ev tam bir sıcak yuva. Kadın, annem, genç ve güzel. Erkek, olgun ve geliri, kazancı yerinde. Bahçe içinde, iki katlı güzel bir ev, iki çocuk. Yokluk, yoksunluk değil, fazlalık var: Komşuda olmayan sende var. Ama orada her şeyin -ve bizlerin de, eşinin, çocuklarının…- sahibi olan babam dahil, kimse mutlu değildi. Sıcak olabilecek, olması gereken yuva, cehennemdi desem haksızlık olur, ama soğuktu.'
1972'de Hürriyet gazetesinin 'Kelebek' ekinde 'Şirin' adıyla bir köşeye sahip olur. Gültekin Gürgen'le büyük bir aşkla evlenirler. Ancak gazetede, ikisi de evli olmalarına rağmen bir başka gazeteciye âşık olur. Zaten anlaşamadığı eşine durumu anlatarak ayrılmak ister. Aynı şeyi âşık olduğu adam da yapar.
O dönem, gazetenin genel yayın yönetmeni Nezih Demirkent ve beş diğer gazeteci Duygu Asena'yı 'hafif kadın' olmakla itham ederek mahkemeye verir. Her ne kadar evliliklerinde geçinemiyor olsalar da eşi Gültekin Gürgen, 'Eşim çok namuslu kadındır.' diyerek Asena'nın lehine tanıklık yapar.
Bu süreçte yaşadıklarını, 'Kadının Adı Yok' adlı kitabında tüm duygu ve düşünceleriyle anlatır. Aşk hayatıyla ilgiliyse şöyle bir yorum yapar: 'Gizli, yasak bir ilişki, ama her şey de ortada! Neredeyse herkesin gözü üstümüzde. Nezih Demirkent ikide bir çağırıyor beni, 'Bırakacaksın' diye masaya yumruğunu vuruyor. Bendeyse şöyle bir şey var. Hangi konuda, kim olursa olsun, birisi bana 'Yapma' derse, ben ısrar ederim; yapacağım! Bana bunu yasaklayamazsın. Kötü bir şey yapmıyorum. Aşk yüce bir şey ve seviyorum. Yalancılık da yapmıyorum, söylemişim her şeyi açıkça… O zaman sen bana neden karışıyorsun (…) Sadece Nezih Bey değil, çalışma arkadaşlarım, özellikle kadınlar bana tavır almaya başlamıştı. Bu daha kırıcı ve öfkelendiriciydi.'
1978'de Gelişim Yayınları'nda genel yayın yönetmeni, 'Kadınca' dergisinde de direktör olur. Feminist bir birey olarak dergiyi gelip gelebileceği en iyi yere getirir. Feminist olmasını da annesinin acılarına, özel hayatında yaşadığı toplum baskısına, işten atılmasıyla sonuçlanan iftira oyununa bağlar.
'Kadının Adı Yok' kitabıyla 1987'de Feminizm adına yeni bir dönem başlatır. Kitap, bir yılda 40. baskısını görür. Aynı yıl Atıf Yılmaz, kitabı beyaz perdeye uyarlar ve film gişede büyük bir başarı yakalar. Çeşitli ödüller alarak yılın en iyi yazarı seçilir. 1988 yılında Başbakanlık kitabın satışını yasaklar.
'Kadının Adı Yok'un devamı niteliğindeki kitabı 'Aslında Aşk Da Yok', 1989'da çıkar. Kitap Almanya, Hollanda ve Yunanistan'da da yayımlanır. İçerisinde 13 hikâye, 1 masal olan kitabı 'Kahramanlar Hep Erkek', 1992'de çıkar. Eril toplumun getirilerini anlatan bu eseri de büyük tepkilere maruz kalır.
1992-97 arasında TRT 2'de yayınlanan 'Ondan Sonra' programını, hazırlar ve sunar. Milliyet gazetesinin ardından Cumhuriyet, Yarın, Habertürk ve Vatan gazetelerinde de köşe yazarlığı yapar. 1997'de 'Aynada Aşk Vardı' kitabını çıkarır. Bu kitapta üç ayrı kadını, kendi hayatında yaşadıklarından yola çıkarak ele alır.
Aynı yıl Duygu Asena'ya, beyin tümörü teşhisi konur. Acil şekilde ameliyata girer ancak yazmayı bu dönemde de bırakmaz. 1995'te Boğaziçi Üniversitesi öğrencileri tarafından ikinci kez yılın en iyi yazarı seçilir.
2001'de 'Aslında Özgürsün' adlı kitabını çıkarır. Bu kitabında en mutlu evliliklerde bile bulunan çatlakların varlığını anlatır. 2003'te 'Aşk Gidiyorum Demez' ve 2004'te 'Paramparça' adlı kitapları çıkar.
Kardeşi İnci Asena kardeşinin ölümünden sonra şöyle der:
'Çocukluk dönemimizde Duygu bana sarı gülleri içeren bir dörtlük okurdu.
'Eğer bir gün ölürsem
Mezarıma gelip de sarı güller dikersin
O da bir sarı güldü
Ne çabuk soldu dersin'
Hüzünlü sözleri olan bu dörtlük beni hep ağlatırdı. Onun cenazesinin örtüsünde sarı güllerin yer almasının anlamlı olacağını düşündüm.'
Tüm hayatı bir mücadeleden ibaretti Duygu Asena'nın. Sadece erkeklere karşı değil, toplum algısına karşı da sürekli mücadele etti. Kazanıp kazanmadığı tartışılır ancak hiçbir zaman pes etmemiş olması onu kazanan olarak ilan etmemiz için yeterli bir sebep bizce…
2 evli bireyin eşlerini aldatarak aşk yaşamasına tepki göstermek ötekileştirmek mi oluyor gerçekten ?
Duygu Asena nin yerinde başkası olsaydı ki ondan başka da kimse olmadı zamana yenilirdi. Ki zaten duygu asena yeni bir yazar olsaydı duygu Asena olamazdi diye düşünüyorum. Sevgilisi var diye o feminist değilmiş diye aptal aptal sözlere maruz kaldı. Feministligi lezbiyenlik ya da erkek düşmanı sanan salaklara karşı yenilmedi. Ruhu şad olsun. Erkek düşmanligini değil kadın haklarını öğrendik.
Alttaki yorumların bir kısmı evliyken başka birine aşık olan diye iğneleyici ve insan olmaktan bi haber yorumlar. Kadın evliyken ve karşıda ki adam evliyken birbirlerine aşık olmuşlar bu doğru. Eğer aşk planlı birşey olsaydı ve yalnızca istediğiniz kişiye aşık olsaydınız ayıla bayıla izlediğiniz imkansız aşk filmleri yahut Leyla ile Mecnun, Kerem ile Aslı gibi hikayeler olmazdı. İkincisi evliyken aşk var ama aldatma yok aşklarını kimseden tabi ki eşlerinden de gizlememişler ve boşanmışlar. Yani iki insanı aynı anda idare ederim, topluma da rol yaparım dememişler. Dürüstlük de bir namus göstergesidir gayet namuslu çıkmışlar yani. Her şeyi göze alarak üstelik. Sahi siz eleştirenler kendinize karşı dahi ne kadar dürüst ve namuslusunuz.