Hayri Cem Yazio: Galip Haktanır 100 Yaşında!

Galip Haktanır Darüşşafaka, Beşiktaş, Fenerbahçe ve Galatasaray formalarını giymiş, sonra da gönlünü Vefa Kulübüne kaptırmış, defalarca milli formayı terletmiş bir efsanedir.

Galip Haktanır, Darüşşafaka, Beşiktaş, Fenerbahçe ve Galatasaray formalarını giymiş, sonra da gönlünü Vefa kulübüne kaptırmış, defalarca milli formayı terletmiş bir efsanedir.

Vefa kulübüne olan sevgisi yüzünden adı “Vefa’nın Galip’i” olarak anılmıştır.

Bugün (25 Ağustos 2021) Kör Galip’in 100. yaş günüydü. Darüşşafaka Lisesi mezunu olan Galip Haktanır için Darüşşafaka Cemiyetinde bir doğum günü kutlaması düzenlendi. Darüşşafaka Spor Kulübü, Galip Haktanır adına PTT’ye 3 adet pul ve İlk Gün Zarfı bastırdı. Bu pullar ve İlk Gün Zarfları şık bir föy haline getirilerek, filateli dünyasında yeri aldı.

Kutlamalara Vefa Kulübü de davetliydi. Vefa Kulübü başkanı güzel bir jest yaparak, genç futbolcularını da bu güzel kutlamaya davet etmiş. Gençlerin enerjisi ile Galip Haktanır karizması birleşince kutlama kuşaklar arası festivale dönüştü.

Yıllarca önce yazdığım, İkinci Dünya Savaşı’ndan önce yaşamış Darüşşafaka Mezunlarının anılarından oluşan İmkansız Hayatlar adlı kitabımda Galip Haktanır’ın da anıları yer almaktadır.

Gelin hep birlikte o anılardan pasajlar okuyarak, Galip Haktanır’ı tanımaya çalışalım:

Küçük yaşta babasını kaybeden Galip Haktanır 1932 yılında, 4.sınıftan sonra Darüşşafaka sınavlarını kazanarak, Darüşşafakalı olmuştur. Futbola olan merakı ilkokulda başlamış. O zamanlar tabii top bulmak kolay değil. Bakın Galip ağabey nasıl toplarla futbola başlamış:

“Biz iptidailerin topu yoktu, bez toplar yapardık. Bez toplarla bahçede oynardık ama o topları o kadar güzel yapardık ki... Evvela yataklarımızdan köşelerini söküp çıkardığımız pamuğu sıkıştırırdık; üzerine, söktüğümüz çoraplarımızı dolaya dolaya sarardık, yuvarlak olurdu ve bayağı da iyi zıplardı. Bizim zamanımızda böyle top mop yoktu ki…”[1]

Galip ağabey de o dönemim pek çok sporcusu gibi, çok yönlü bir sporcuymuş; “Futbolla birlikte voleybol oynamaya da başladık, atletizm de yapıyorduk. Ben mesela krosta da bayağı iyiydim; 27 Aralık 1936'da yapılan ilk 'Atatürk Koşusu'nda 3. olmuştum. Hiçbir ödül yoktu o zaman, bir şey vermediler.”[2]

Günümüz futbolcuları çok şanslılar. Üstün teknoloji spor malzemeleri kullanarak spor yapıyorlar. 19340’lı yıllarda bakın hangi koşullarda spor yapılıyormuş:

“Nee! Spor ayakkabısı mı? Ben spor ayakkabısını ancak 9. sınıfta gördüm. Bezden ayakkabıların altında ızgara denilen şeyler vardı; ızgaralar iki üç tane şerit halinde kesilmiş köseleden yapılırdı, ayakkabının altına o şeritleri çivi ile çakarlardı. Birkaç defa gidip gelince o çiviler tabanımıza batmaya başlardı. Top ayakkabımız böyleydi. O dönemlerde herkes o ayakkabılardan giyiyordu, birinci sınıf takımlarda oynayan futbolcular bile.

Toplar meşinden yapılırdı; meşinin ağzı fitil denilen şeyle sıkılarak düzeltilirdi. Top kafamıza yüzümüze geldiği zaman koskocaman şişirirdi. Sonra meşin su alırdı, suyu çekince de ağırlaşırdı ki o zamanlar bir kalecinin topu santraya geçirmesi büyük işti. Şimdi bakıyorum da top kendisi gidiyor santraya, herkes de ben geçirdim sanıyor.”[3]

[1] İsmail Hayri Cem, İmkansız Hayatlar – Darüşşafakalıların Anıları (1873-1950), Kalkedon yayınları, İstanbul 2010, s.209

[2] İmkansız Hayatlar s.210

[3] İmkansız Hayatlar, s.213

Galip ağabey okul yıllarında bir yandan Darüşşafaka’da futbol, voleybol ve atletizm yaparken bir yandan da kulüp takımlarında top koştururmuş.

Gelin Galip ağabeyin futbol serüvenini kendi ağzından dinleyelim:

“Bizim Çarşamba'da Feneryılmaz Kulübü vardı; İkinci Lig'deydi orda oynadım. 11. sınıfta da Beşiktaş'ta oynuyordum. Ama bir kanun çıkardılar 'Mektepliler kulüplerde oynayamaz' diye, o kanundan sonra oynayamadım. Sırf mektepli olduğum için!

Beşiktaş'ta oynarken milli olan bir arkadaşımız vardı: Turan Günsav. Onu bir maçta oynatmadılar bu yüzden, ikimiz beraber Galatasaray'a geçtik. O sıralarda Galatasaray'dan da bizi çok istiyorlardı; mektepli olduğumuz için de lisanslı değildik, bu yüzden kendi isteğimizle takım değiştirebiliyorduk. Turan o sene okulu bitirince Galatasaray birinci takımında oynadı, ben okulu bitiremediğim için oynayamadım.

Bize takımdan ayda on lira veriyorlardı. Ben de on lirayı alınca peynir, tereyağı, reçel falan alıp okulda kulüp odasına diziyordum, her gelen yerdi.

Beşiktaş'tayken bir lira alıyorduk. Bize, yemek fişi verirlerdi. Beşiktaş'ta Üstün Lokantası'na giderdik, otuz kuruşa karnımızı tıka basa doyururduk.

Darüşşafaka bitince Yüksek Ticaret Fakültesi'ne başladım. O sene futbol oynarken ayağım kırıldı, okula bir sene ara vermek zorunda kaldım sonra da okulu bıraktım. Buradayken, Yüksek Mektepler Şampiyonu olduk, bize muhallebi ısmarladılar. Sonra benim kaydımı alıp Edebiyat Fakültesi'ne getirmişler.

Üniversiteler arası maçlar oluyordu, bir de baktım, beni Edebiyat Fakültesi'nden çağırıyorlar. 'Niye' dedim. 'İşte maçlar var, gel oyna!'  Birkaç sefer de onlar için maç yaptım. Üniversite mutellisi (karma) olduk, Peşte (Budapeşte) mutellisi ile oynadık, onları 1-0 yendik.

Mektebi bitirmek üzereydim. Bir gün Galatasaraylı idareciler beni almaya mektebe geldiler. O zaman bizim mektebin tamamı Fenerbahçeli, idarecileri kovdular, benim kıyafetlerimi sakladılar. Galatasaray'a gitmeme mani oldular. Sonra topluca Fenerbahçe'ye gittik; orada oynamaya başladım ama lig maçları başlamamıştı daha, bir gün Beşiktaş'la hususi bir maç yapıldı, oynadım. Fenerbahçe hoşuma gitmedi; bana uymadı, ısınamadım. O zamanlarda da Cihat-Esat çekişmesi vardı, kaptanlık konusunda. Maç dönüşü vapurda geliyorum; Vefalılar sardı etrafımı, ille Vefa'ya gel diye. Latif Abi vardı, Darüşşafakalı, 'Seni Vefa'ya gönderelim' dedi. Ben de peki

dedim.

Beden Terbiyesi'nden çağırdılar, lisans verecekler; Beşiktaş, Galatasaray, Fenerbahçe bir de Vefa müracaat etmiş. Ben şahsen hangisini istersem onun lisansını alacağım. Ben Vefa dedim. Vefalı oldum. On dört, on beş sene Vefa'da futbol oynadım, sonra bir on dört sene de takım kaptanlığı yaptım.

Bir tarihte de Adalet Kulübü bana çok büyük paralar verdi ama o zamanlar kulüp değiştirmek ayıp gelirdi, bu yüzden Vefa'dan ayrılmadım.”[1]

[1] İmkansız Hayatlar, s.2016-17

Galip ağabeyin milli takım serüveni de çok ilginç.

İkinci Dünya Savaşından dolayı milli takım 1938 yılından itibaren maç yapamamış. Galip Haktanır Yunanistan’da oynanacak ilk milli maçın kadrosuna çağırılıyor ancak o dönemde asker olduğundan Genel Kurmay Başkanlığı Türkiye haricine çıkma izni vermiyor.

Bir sonraki maç Avusturya’ya karşı; 30 Mayıs 1948’de İnönü Stadyumunda oynanan ilk milli maç olacak. Galip ağabey de kadroda. O dönem Avrupa’nın en iyi takımlarından biri olan Avusturya’ya kök söktürürler ancak talihsiz bir gol ile maçı 1-0 kaybederler.

Bu maçın hemen ardından 1948 Olimpiyatları için kampa girerler. Buradan sonrasını Galip ağabeyden dinleyelim:

“Kamp kadrosu yirmi bir kişiydi. Kadronun on sekize indirilmesi için üç kişinin çıkarılması icap ediyordu. Kamp tamamlandıktan birkaç gün sonra benimle birlikte Fenerbahçeli Halit ve Beşiktaşlı Hikmet kadrodan çıkarıldık. Kulüplerin baskısıyla Halit’le Hikmet daha sonra tekrar kadroya dahil edildi.”[1]

Kafile hareket ettikten birkaç gün sonra milli takım yetkilileri Vefa Kulübü başkanını ziyaret ediyorlar. O toplantıya Galip ağabey de davet ediliyor. Milli takım yetkilisi Galip ağabeye, ‘seni Londra’ya götürmeye geldim’ diyor. Galip ağabey de nazik bir dille bu teklifi reddediyor. Ama kendisine yapılan bu haksızlığı hiç unutmamış:

“Düşünün, kadroda hiç milli olmamış futbolcular varken, hatta Fenerbahçe’nin yedek kalecisi bile çağırılmışken kadrodan çıkarılmam beni çok üzmüştü.”[2]

O dönemin hakemleri takım kaptanlarının sözlerine itibar eder, karar verirken onların onayına güvenirlermiş. Galip ağabeyin hikayesini güzel bir hakem anısıyla sonlandıralım.

“1951 Ocak ayında Galatasaray ile yaptığımıza maçta, oyun esnasında sol açık oynayan Kazım’ın saha kenarına doğru yürüdüğünü gördüm. Ne olduğunu sorduğumda, ‘Hakem beni oyundan attı’ diye cevap verdi. ‘Hakem bana sordu mu? Geç oyuna devam et’ dedim. Maçtan sonra anlattığına göre Coşkun Özarı ile birbirlerine çamur atmışlar. Hakem sadece Kazım’ın hareketini görünce dışarı çıkmasını söylemiş. Böylece benim müdahalem üzerine kazım atılmaktan kurtulmuştu.”[3]

Galip Hakatanır ağabeyin okul numarası 10. Tüm sporculuk yaşamı boyunca 10 numaralı formayı giymiş.

10 numaralı Galip Haktanır ağabey, 100.yaşın kutlu olsun!

İyi ki Darüşşafakalı kardeşin olmuş, seni tanıma şerefine nail olmuşum.

[1] Fethi Aytuna, Vefa’nın Galip’i – galip Haktanı’ın Anıları, İletişim yayınları, İstanbul, 2015, s.65

[2] Vefa’nın Galip’i, s.66

[3] Vefa’nın Galip’i, s.77

Instagram

Popüler İçerikler

Daron Acemoğlu'nun Atatürk Hakkındaki Yorumlarına Gelen Tepkiler
18 Yaşındaki Şampiyon Balerin Eylül Sıla Ilgaz, Aile Evindeki Odasında Ölü Bulundu
İzmir'de 5 Küçük Kardeşin Öldüğü Yangın Faciası: Bakanlık, Aileyi 18 Kez Ziyaret Etmiş!