Her kim olursak olalım hayat bazen bizleri zorlayabiliyor. Kimi zaman öyle olaylar ve durumlar üst üste geliyor ki tüm dünyaya siyah beyaz bakmaya başlıyoruz. Fakat iyiliğin ve kötülüğün bize aynı uzaklıkta olduğunu hiçbir zaman unutmamamız ve hayatın getirdiklerini kabul etmemiz gerekiyor. Bu içerikte, kimi zaman kontrolü kaybeden ünlü insanlardan bazılarının hikayesine yer veriyoruz...
Kariyerine başladığı ve onu büyük üne kavuşturan Mad Men dizisinin yıldızı Jon Hamm, İngiliz gazetesi The Observer'a 2010 yılında yaptığı açıklamada, babasının ölümünü izleyen dönemde yaşadığı depresyondan söz eder. O dönemde 20 yaşında olan ünlü aktör, bu olaydan 10 yıl öncesinde de annesini kaybetmişti. 'O dönemde kronik depresyonla mücadele ettim. Yataktan çıkasım bile gelmiyordu. Okuluma ve bir şekilde çevremdeki insanlarla iletişime geri dönmem ve hayatıma devam etmem gerektiğinin farkındaydım.' demecini veren oyuncu, terapi ve antidepresanlar yardımıyla bu dönemi atlattığını söylüyor.
Ünlü oyuncu çocukluğunu annesi ve üvey babasıyla geçirmiş. Biyolojik babası genellikle ortalarda pek görünmezmiş. Ünlü aktör 11 yaşından başlayarak yetersizlik duyguları hissetmeye ve kendisini dış dünyadan izole etmeye başlamış. Daha sonraki yıllarda alkol ve uyuşturucu bağımlılığı edinen sanatçıya bipolar bozukluk ve dikkat eksikliği teşhisi koyulmuş. Tüm bu rahatsızlıkları transandantal meditasyon yardımıyla geride bırakmış.
Oyunculuğa çocukluk yıllarında başlayan Ricci, yetişkinlik yıllarına geldiğinde karanlık sayılabilecek birkaç filmde oynadı. Bunlardan önemli bir tanesi de 'Prozac Nation' isimli, Harvard'da geçirdiği ilk yılda depresyonla mücadele eden genç bir kadını konu alan filmdi. Aynı yıllarda oyuncu gerçekten de depresyon ve anorexia ile mücadele etmekteydi. Independent'a geçirdiği zor dönemleri anlatan oyuncu, bu zorlukları bir psikiyatristin yardımıyla aştığını belirtmiş.
Pek çoklarının mükemmel bir hayata sahip olduğunu düşüneceği Angelina Jolie, hayatının belirli dönemlerinde depresyonla mücadele etmiş ünlülerden. Ergenlik yıllarında ve 20'li yaşlarında depresif dönemler geçiren oyuncu, daha sonra 2007'de annesini kaybetmesiyle tekrar depresyona girmiş. Bir açıklamasında: 'Keşke annemi kaybetmiş olduğum düşüncesini bir süre için de olsa aklımdan çıkarabilsem' diyen oyuncu, o dönemde kendisini aktif olmaya zorlayarak gelen tüm film tekliflerini kabul etmiş.
Geçtiğimiz yıllarda bipolar bozukluk tedavisi görmek için Connecticut'ta bir akıl sağlığı merkezine yatırılan Catherine Zeta-Jones, aynı zamanlarda eşi Michael Douglas'ın kansere yakalanmasıyla oldukça zor zamanlar geçirmiş ünlülerden.
En saygıdeğer Amerikan başkanlarından biri olarak tarihe geçen Lincoln, hayatı boyunca depresyonla mücadele etmiş. Stres, anksiyete (kaygı) ve yetersizlik duygularıyla hayatının erken dönemlerinde boğuşmaya başlayan başkanın bu durumu Beyaz Saray döneminde daha da kötüye gitmiş ve hayatının sonuna kadar dalgalanarak devam etmiş.
Daha sonradan oyunculuğa başlayan başarılı model Thurman, uzun yıllar boyunca depresyonla mücadele etmiş. Hiçbir profesyonel başarının, 2 boşanmanın acısını gideremeyeceğini belirten ünlü aktris, yalnız bir anne olmanın zorluklarını da oldukça ağır yaşamış. Yaptığı bir açıklamada: 'Profesyonel hayatım yükselişteydi fakat özel hayatım mahvolmuş durumdaydı.' diyen Thurman, daha sonra yoga yardımıyla duygusal acılarını hafifletmeyi başarmış.
Her ne kadar yaptığı şarkılar yüksek tempolu ve neşeli de olsa Sheryl Crow, çocukluğundan itibaren kronik depresyona karşı mücadele vermiş. Sanatçının söylediğine göre depresyon, hatırladığı kadarıyla her zaman yaratılışının bir parçası olagelmiş.
Pozitif konuşmalarıyla 2. Dünya Savaşı'nda milletini zafer konusunda motive etmiş ve 1953 yılında Nobel Edebiyat Ödülü'nü kazanmış İngiliz devlet adamı Churchill, aynı dönemde ünlü söylemiyle 'my black dog' ismini verdiği rahatsızlığı olan bipolar bozuklukla mücadele etmekteymiş. Bu durumu aşmak için ise işine odaklanmayı ve çok çalışmayı prensip edinmiş.
Görkemli Hollywood yaşamının sembollerinden biri olan Gwyneth Paltrow da hayatının belirli dönemlerinde depresyonla mücadele edenlerden. Bunlardan bir tanesi, 2002 yılında babasının ölümünü izleyen aylar, bir diğeri ise oğlunu dünyaya getirdiği zamanlar. Yaptığı bir açıklamada: 'Tıpkı kızımı dünyaya getirdiğim zamanki gibi çok mutlu zamanlar geçireceğimi düşünüyordum fakat oğlum Moses'ın doğumunu izleyen zamanlar hayatımın en zor ve karanlık dönemiydi.' ifadesini kullanmış.
Ünlü aktris yaptığı açıklamada, henüz üne sahip olmadığı gençlik yıllarında depresyon ve anksiyete ile mücadele ettiğini belirtiyor. O dönemde ilaç tedavisini reddeden oyuncu, bu zor zamanları kendi iradesiyle atlatmayı bilmiş.
Matematik ve fiziğin babalarından olmasına rağmen Newton, başarıları ve insan ilişkileri konusunda hep güvensiz hissetmiş ve yaşamı boyunca dönem dönem depresyonla mücadele etmiş. Aynı zamanda kendisini tehdit ettiğini düşündüğü arkadaşlarına karşı kimi zaman şiddete varan tepkiler vermiş. İki yakın arkadaşının kendisi hakkında nahoş planları olduğu düşüncesini saplantı haline getirdiği için bir dönem insomnia (uykusuzluk) çekmiş.
Milyonlarca insan tarafından okunan milyarder bir yazar olan J.K. Rowling, ilk kocasından ayrıldığı ve bekar bir anne olarak küçük bir apartman dairesinde yaşadığı dönemde intihar düşünceleriyle mücadele etmiş ve bilişsel davranış terapilerine katılmış.
Renkli hikayeleriyle Amerika'nın en sevilen yazarlarından olan Twain, yaşamının son 15 senesinde depresyonla mücadele etmiş. 1896 yılında kızı Susy'i kaybetmesiyle ortaya çıkan depresif durum, 1904 yılında eşini kaybetmesiyle daha da kötü bir hal almış.
Birçoğumuzun kendimizi kötü hissettiğimizde filmlerine sarıldığımız Jim Carrey, boşanmayla sonuçlanan iki evliliğin ardından depresyona girmiş. Uzun bir dönem Prozac isimli antidepresanı kullanan Carrey, bunun kesin bir çözüm olmadığını düşündüğü için sağlıklı beslenme ve kişisel gelişim kitaplarıyla kendi rahatsızlığını tedavi etmiş.