'Annem hastalandı ve öldü diyorlar ama hep içimde 'misafirliğe gitti, bir gün sonra gelecek, iki gün sonra gelecek' diye bakıyorum. Üç gün geçti gelmedi, dört gün geçti gelmedi, beş gün geçti gelmedi. Ve bir gün dedim ki ''ben annemi bir daha göremeyeceğim''. Ölümün o zaman farkına vardım, bir daha göremeyeceğim. Ve kaçtım, mezarının yanına gittim. Ve orada annem, böyle kalakaldım. Annemi bir daha göremeyeceğim, öyle kalakaldım. Eve geldim, babamı gördüm ve dedim ki 'Allah'ım inşallah babam ölmez'. Çünkü ölümü öğrendim artık, ölünebiliyor. Babamın da kendine özgü sorunları vardı, o da dört yaşından beri babasız büyümüş. Bir gün bir şey yaptım ''niye öyle yapıyorsun'' diye bağırdı, ben kalakaldım ve enteresan bir şekilde çocuk aklımla şuna karar vermiştim: 'Annen yok, kimsen yok'. Be böyle bir karar verdiğimi yıllar sonra anladım, annen yok kimsen yok. O zaman kimsen yoksa senin bir şey istemeye hakkın yok, sadece başkalarını memnun etmeye çalışırsın. Annen yok, kimsen yok.'
Ah şu meşhur konuşma... Yıllar geçti ama bunları anlatırkenki ses tonu bile hala aklimda... Ne de doğru demişti değil mi? "Annen yoksa kimsen yok." Allah rahmet eylesin.
Defalarca izledim öyle haklıydın ki "annen yok,kimsen yok"..
Anne ölünce çocuk / Bahçenin en yalnız köşesinde / Elinde bir çubuk / Ağzında küçük bir leke...Çocuk öldü mü güneş/Simsiyah görünür gözüne/Elinde bir ip nereye/Bilmez bağlayacağını anne....Kaçar herkesten/Durmaz bir yerde/Anne ölünce çocuk/Çocuk ölünce anne ... (Sezai Karakoç)