İnsanlar savaşın içinden geçip hâlâ gülümseyebiliyorsa, orada umut vardır. Ama “dönüş” meselesi, tek bir duyguyla açıklanamayacak kadar karmaşık:
Türkiye’de tutunmuş olanlar (iş kurmuş, müşteri ağı oluşturmuş, yatırımı olanlar) ekonomik düzenlerini riske atmak istemiyor. Çocuklarını Türk eğitim sistemine entegre eden aileler, bu sürekliliği bölmekten çekiniyor. Öte yandan Suriye’de hâlâ pek çok yerde altyapı eksik; güvenlik kırılgan, siyasi süreç tamamlanmadı. Bu koşullar geri dönüşü erteliyor.
Dönmeyi seçenlerde ise aidiyet duygusu başı çekiyor: “Kendi evim, kendi sokağım” diyenler, Türkiye’de tutunamayanlar, hayat pahalılığına ve barınma krizine direnemeyenler, akrabalık bağlarını koparmak istemeyenler. Deprem gibi zorunlu nedenlerle dönenler de az değil. Ülke içinde ve sınır ötesinden dönüşler hızlanmış durumda; Aralık 2024’ten bu yana yüz binlerce kişi evine dönmüş. Ama dönenleri barınma sorunu, ekonomik zorluklar ve hatta çatışma sonrası travmalar, toplumsal kırılmalar, gerginlikler bekliyor.
Bu yüzden Suriye’ye bakarken tek bir fotoğrafa takılıp kalmamak gerekiyor. Aynı karede, enkazın dibinde çay demleyen bir aile de var; sahilde kahve içip çocuklarını okula hazırlayan bir anne baba da. Aynı günde, Şam’da meclis önünden yürüyüp Emevi Camii’nde dua edenler de var; Jober’de hâlâ taş taş üstünde kalmayan sokaklar da.
Yol bittiğinde aklımda şu cümle kaldı: Tez zamanda ayağa kalksın Suriye. Ve bu kardeşlik sözde değil, kalpte baki kalsın.