Alo Fatih skandalı, Fatih Altaylı'nın CNN Türk yayınındaki sözleri ve Türk basınının içine düştüğü durum tartışılmaya devam ediyor. Habertürk'ten kovulan Amberin Zaman, Habertürk'ü anlattı.
İşte Amberin Zaman'ın bugün kaleme aldığı 'Habertürk, Altaylı ve ben' başlıklı yazısı:
Habertürk Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Fatih Altaylı 10 Şubat günü CNNTürk 'te Cüneyt Özdemir'in karşısına geçerek kamuoyunda 'Alo Fatih' skandal ile ilgili açıklamalarda bulundu. Yıllardır Türk medyasının içinde debelendiği pisliği açkıca dillendirerek sadece kendisi değil çoğu gazeteci yöneticisinin benzer durumda olduğunu savundu. Doğru, aynı telefonlar onlara da geliyor. Onlar da esas duruşa geçerek yağdırılan emirleri yerine getiriyorlar. Uygun manşetler atıp, bol bol gazeteci kovuyorlar. Hikâye hep aynı. Gerekçeleri de: 'Bunlar da geçer, biz ne iktidarlar eskittik, mevzilerimizi terk etmeyelim meydanı onlara bırakmayalım' diyerek astronomik maaşlarından, ayrıcalıklı konumlarımdan asla vazgeçmiyorlar. Aslında 'Onlar' dedikleri muktedirlerden, güce bağımlılıkları açısından en ufak farkları yok. Bu hastalıklı yapının ayrılmaz parçasılar. Daha da acıklısı kendileri bunun zerre kadar farkında değiller. Eğer Fatih Altaylı'nın o geceki tiradının amacı kendisini ve kurumunun imajını düzeltmek idiyse üzgünüm. Tam tersi etki yarattı.
Meselenin benimle ilgili kısmına gelince... Fatih ekranların karşısında kendini savunurken benimle ilgili şöyle bir iddiada bulundu. Geçtiğimiz yılın nisan ayında Habertürk 'ten atıldığımda kendisine 'Sağ ol Fatihçiğim burada olduğum kadar hiçbir gazetede özgür olmadım,' demişim. İlahi Fatih, özgür olduğum için mi hükümete yönelik eleştirilerimden vazgeçmezsem köşemi kaybedeceğim konusunda uyarıldım? Özgür olduğum için mi uyarılara kulak asmayınca kovuldum?
Hayır, Fatih'e öyle bir şey demedim. Demem de mümkün değildi. Çünkü Habertürk'e Taraf 'tan geçmiştin. Ve Türk basınında hiçbir gazetede özgür olamayacağım kadar özgür olduğum tek bir gazete vardı. O da şu an elinizde tuttuğunuz gazete, Taraf.
Fatih'e dediğim aynen şuydu: 'Hakkınızı yiyemem, hiçbir yazımın noktasına virgülüne dahi dokunmadınız.' Buna, Habertürk 'e geçerken ön şart olarak dayattığım Kandil'de Murat Karayılan ile röportaj dâhil. Fatih bu şartımı kabul etmekle kalmadı, o röportajın her kelimesini 'yukarıdan' gelen itirazlara kulak tıkayarak basmıştı. Üç gün boyunca çarşaf çarşaf. Evet, hakkını yiyemem.
Ne var ki iş teklifini kabul etme sebeplerim arasında 'yeni olduğu için suç dosyası henüz kabarık değil' dediğim Habertürk 'ün suç dosyası peyderpey kabarmaya başlamıştı. Bekir Coşkun ile 'yolların ayrılması' bunun en belirgin işaretiydi. Oysa Fatih gitmemesi için epey çırpınmıştı. Sıra sevgili Ece Temelkuran'a geldiğinde Fatih'in direncinin kırılmaya başladığını, benim de suyumun kaynadığını hissettim. Nitekim gazetenin çizgisi iktidara doğru savruldukça uyarılar ufak ufak başlamıştı. 'Amberinciğim, seni seviyoruz, gitmeni istemeyiz.'
Oysa artık gitmek istemeye başlayan bendim. Bu duygum meşhur Esad röportajı fiyaskosu ile birlikte iyice arttı. Bilindiği gibi Haziran 2012'de aralarında rahmetli Mehmet Ali Birand, Ertuğrul Özkök, Utku Çakırözer ve ben olmak üzere bir grup gazeteci Beşar Esad tarafından röportaj için Şam'a davet edilmiştik. Benim böyle bir talebim olmamıştı. Ama Suriye politikasını çok sert bir dille eleştirdiğim için dâhil edilmiştim herhalde. Yine de Suriyeli gazeteci Hüsnü Mahalli daveti ilettiğinde şaşırmıştım zira Esad'a atfen 'eli kanlı diktatör' ve 'kasap' diyordum yazılarımda. Fatih'e haberi Doğan Satmış aracılığıyla ulaştırdığımda 'gidebilirsin' dedi. Hazırlıklara başladım. Seyahatimizi koordine etmek için aynı gün Mehmet Ali Birand'ı aradım. 'Amberinciğim ne yazık ki ben ve Ertuğrul gelemiyoruz' deyince birden afalladım. 'Neden' diye sorduğumda Mehmet Ali Bey duraksadı ardından 'biliyorsun nedenini' dedi. 'İktidar mı' diye sordum. Rahmetli yine cevap vermedi. Hemen Fatih'i aradım durumu bildirmek için. Ama Fatih 'sen git' dedi. İçimden 'helal olsun, demek Doğan grubundan daha dik duruyoruz' diyerek hazırlıklarıma devam ettim. Aynı gece Nazlı Ilıcak'ın evinde BDP'lilerin onuruna bir akşam yemeğine katıldım. Orada bulunan arkadaşlar şahidim. i-Pad'ime göz atarken gazeteciler.com sitesinde Fatih'in Esad röportajına ilişkin Hadi Özışık'a 'Amberin'e istersen git dedim ama tek bir kelimesini dahi yayınlamam' mealindeki açıklamasını okuyunca başımdan aşağı kaynar sular döküldü. Arkadaşlara dönüp 'Türkiye de gazetecilik bitti' dedim. Demek ki Fatih'e de 'Alo' denmişti.
Bu kez muhabirliğini halen yürüttüğüm The Economist dergisi için gitmeyi önerdim, ama Esad kabul etmedi. Onun derdi Türk kamuoyuna ulaşmaktı. Diyeceksiniz ki, neden o an istifa etmedin. Eğer gidip röportajı yaptıktan sonra kullanmasaydılar, emin olun ki istifa ederdim. Ama hükümet baskısıyla da olsa editoryal bir karar sözkonusuydu. Ne var ki bu olay gazetecilik itibarıma kocaman bir çizik attı. Sanki Esad'a gitmek istemeyen benmişim gibi bir imaj yerleşti. Haksız yere.
Bunun bir nedenlerinden birini yeni öğrendim. Twitter'da takipçilerimin biri Fatih'in Esad röportajına ilişkin yaptığı açıklama karşısında 'neden sustun' diye sorduğunda gazeteciler.com'daki beyanından söz ettiğini zannettim. Tekrar okumak için internete girdiğimde sitede yazıyı bulamadım, ama karşıma Fatih'in kendi köşesindeki yazdıkları çıktı. Sanırım gözümden kaçmış, çünkü o sıralarda eşimin görevli olduğu Prag'daydım.
Fatih'in ifadesine göre aramızda özetle şöyle bir konuşma geçmiş: 'Ben böyle bir propagandaya gazeteyi alet etmem. Serbestçe gezip izlenim alabilirsen hemen git. Ama bu durumda sen bilirsin. Amberin de gitmedi.' Aramızda böyle bir diyalog asla geçmedi. Röportajın kullanılmayacağını Fatih'ten değil demin belirttiğim gibi gazeteciler.com'dan öğrenmiştim. Hatta o gece sitenin imtiyaz sahibi Hadi de aradığında durumu idare etmek için The Economist için gitmeye çalışacağım diyerek kestirip atmıştım.
Fatih'in maruz kaldığı baskılara diğer genel yayın yönetmenleri de maruz kalıyor. Kendilerine yakıştıranlar devam etsinler; ne diyebilirim ki. Ama lütfen bunu yaparken kendilerine suç ortakları aramasınlar. Gazeteciler.com'a yapılan açıklamayı anladık diyelim. Ama köşe yazısına ne gerek vardı. Kahraman filan değilim. Ama sizlerden biri asla değilim. Yazılarım konusunda uyarıldığımda boyun eğmedim. Kamikaze modunda Roboski'yi, Suriye'yi yazmaya devam ettim.. Arşivim ortada. Ve bir özeleştiri egzersizi kapsamında son birkaç gündür tarıyorum arşivimi. Bu sayede bakın ne keşfettim. Tek defa olmak suretiyle Habertürk beni sansürlemiş. 'Yandaşların İsyanı' başlıklı yazımın neredeyse yarısı internet nüshasından uçmuş. Yazıda şu sıralar Akşam'da yazan Fikri Akyüz'ün Yeni Aktüel 'deyken Başbakan Erdoğan'ın damadı Berat Albayrak'ın abisi ve Türkuaz Medya grubunun başı olan Serhat Albayrak'tan yediği sansür ve fırça karşısındaki serzenişini anlatmıştım. Demek Habertürk de bir fırça yemiş.
Ben de yemediğim zannettiğim sansürü.
Son olarak şunu belirtmek isterim. Fatih Altaylı'ya karşı herhangi bir kırgınlığım veya bir husumetim yok. Aksine Fatih bana her zaman çok iyi davranmıştır. 212'nin ne olduğunu dahi bilmiyordum. Beni kadrolu yazar yaptı. Ve Allah razı olsun hastalığımda ilk arayanlar arasındaydı. Benim gibi 'Kürtçüyü, Ermeniciyi' yazarlarına katarak risk almıştı. Belli ki hayalleri vardı. Ne yazık ki elinde kalan, dilim varmıyor ama... evet dilim varmıyor.
Gerçek Gündem