Gülşah Elikbank Yazio: Duygularımızı Kaybettik, Hükümsüzdür

Farkında mısınız, toplum olarak her birlikte ağır bir travmanın içinde kısılıp kalmış gibiyiz. Fakat bu durum pandemi ile ortaya çıkmadı. Salgın felaketi zaten içinde olduğumuz açmazı iyice büyüttü, bizi kapana kıstırdı. Bir çözümsüzlük yumağı içinde debelenirken üzerine İzmir depremi geldi. İzmir kim ne derse desin bu ülkenin gözbebeği şehirlerinden biridir. Herkesin bu şehirde yürekten sevdiği bir yakını, güzel bir anısı belki de gençlik hayalleri vardır. Bu sebeple bu şehirde yaşanan yıkım ülkenin her evinde ağır bir sarsıntıya yol açtı. Lakin toplum olarak öyle travmatize anların ortasındaydık ki, duygularımız dört bir yana savruldu. Olayın sıcağıyla kimse tam olarak ne hissettiğini, düşündüğünü anlayamadı. Tutunacak bir dal, olası bir mucize aradı herkes.  

Yakın çevresi tarafından soğukkanlılığı ile tanınan ben bile, enkaz altından çocukların bedenleri çıkmaya başladıkça, dağıldım.

Öfke patlaması bir yanımda, ağlama nöbetleri diğer yanımda… Kendimi bir an tanıyamaz oldum.

Bazı anlar hiçbir şey hissedemediğimi fark ettim. Kalbimi yokladım ve derin bir boşlukla karşılaşınca, daha çok panik oldum. Kendimden, inandığım değerlerden şüphe etmeye başladım. Sonra etrafımdaki insanlarla konuşunca bu hissizlik karmaşasında yalnız olmadığımı anladım. Bu durum, bu kadar dehşetengiz bir olayın içinden geçerken son derece normaldi. Akıl kendini korumak için kalbi bir zırhla kuşatıyordu. Acının da bir dozu var çünkü. Üst üste gelen bu akıl dışı kayıplar, siyasi bunalım, ekonomik dibe vuruş, sıradan bir insan hayatında aynı döneme denk gelmesi bakımından, sahiden enteresan… Bununla başa çıkmak, insan kalmak, bu kederle birlikte cesurca, yılmadan yola devam etmek çok güç. Şefkatimiz aşındı, duygularımız yoksullaştı. Suçlusu biz değiliz elbette ama çareyi bulmak zorunda olan bizleriz. Bir toplum bu çözülme ile mutlu bir yere varamaz hatta toplumsal birliğini bile koruyamaz. Uzun süredir ortak bir acıda bile birleşip aynı duyguda buluşamıyor oluşumuz bundan.

Yurtdışında birçok ülkede bulunmuş biri olarak, yabancıların bizde en hayran olduğu özelliğimiz olan, duygusallığımızı kaybediyoruz ama bunun yerini ne yazık ki akıl almıyor.

Avrupa toplumları belki duygular bakımından fakirdir ama orada bir ortak akıl vardır ve herkes ona uyar. Bizde bu da yok… Bu gerçekle bir an önce yüzleşmek zorundayız. Bizi biz yapan değerlerimize sahip çıkmalıyız. Bu zalimlikle, gaddarlıkla başa çıkalım derken, kendi özümüzü yitirirsek; yaşamın ne anlamı kalır? Kolay değil, farkındayım. Ben de bunları yazarken, ruhumdaki aşınmayı daha net görebiliyorum. Yıldan yıla yüreğimin nasıl katılaştığını artık daha berrak görebiliyorum. Ama bizden kalbimizi söküp almalarına izin vermeyelim. O zaman kötülük, o zaman kurnazlık, o zaman vicdansızlık kazanmış olur. Benim gibi, hayatını bunların tam tersi değerler üzerine inşa etmiş insanlar için, bu kabul edilemez. Kalbimi yeniden kazanmak istiyorum. Bu travmaları bize yaşatanlardan hesap sormak, çocukluğumdaki o bambaşka fakat güler yüzlü, yardımsever, saf insanların yeniden görünür olmasını arzu ediyorum. Aksi halde kızımın ve tüm çocukların yüzüne bakamam. İyi insanlar öyle ortaya çıkmazlar biliyorsunuz, onlar oluşurlar. Bu sihirli oluşumun üzerini örtmelerine izin vermeyelim. Zor ama imkansız değil. Aynada kendi gözlerimizin içine bakıp oradaki kalbi kırık çocuğa ulaşabilirsek, her şey daha kolay olacak. Denemeye değer, ne dersiniz? Zaten daha fazla ne kaybedebiliriz ki?  

Instagram 

Twitter

Popüler İçerikler

Gazeteci Özlem Gürses TSK Hakkındaki İfadeleri Nedeniyle Gözaltına Alındı
Kızılcık Şerbeti'nin Görkem'i Özge Özacar'dan Pembe'nin Osmanlı Tokadına Yanıt
Tolunay Kafkas, "El Sıkmama" Olayına Müdahil Oldu: Hedefinde Volkan Demirel Var