Benim tam da böyle oldu. Hollywood yapımı Dracula Şatosunu merakla gezerken, rehberimiz Dracula’nın aslında bir vampir değil, 15. yüzyılın en önemli prenslerinden biri olduğunu ve aslında bu şatoda değil, Targovişte’de ürkütücü başka bir şatoda yaşadığını söyledi. Benim dışımda kimsenin dikkatini çekmedi bu detay. Herkes gününe olağan seyrinde devam etti. Fakat ben, nasıl olur da Dracula’yı sadece Bram Stoker’in romanındaki ya da meşhur filmlerdeki gibi bir vampir olarak bilebiliriz, sorusuna takılıp kaldım.
Bu bir haksızlık değil miydi? İyi de o zaman kimdi bu adam? Nasıl bir prense vampir yakıştırması yapılırdı? Osmanlı arşivlerine Kazıklı Voyvoda olarak geçen adamın da aynı kişi yani Vlad Tepeş, 3.Eflak prensi olduğunu öğrenince; beni artık kimse durduramazdı. Ülkeye, işimin başına dönmüştüm ama aklım, fikrim Transilvanya’da kalmıştı.
Bazı hikayeler anlatılmak ve duyulmak için sahibini bekler. Benim öyküm böyle oldu işte. Yazarlık mesleği ile en ufak bir alakam yokken, bir gün bu adamın gerçek hikayesini insanlara anlatacağıma kendime söz verdim ve bu sözü, bu geziden tam 10 yıl sonra tuttum.
He biliyorduk orta birde sosyal bilgiler dersinde öğretirler bunu Eflak prensi kazıklı voyvoda derler balkanlarda