Her biri benim ancak kenarında dolaştığım bir sınırı aşmıştır. Çünkü romanın sorguladığı sır, o sınırın ötesinde başlar. Benim de kendi hayatımda aşamayacağım sınırlar vardır fakat bir roman kahramanının ruhuna bürünüp hayalimdeki dünyayı, belki de tehlikeleri prova edebilirim. İhtimal romanım bu provayı en derinden yaptığım kitaplarımdandır örneğin.
Roman yazarın itirafları değildir; bir tuzak haline gelmiş dünyamızda yaşanan insan hayatının araştırılmasıdır... Edebiyat insanı anlama sanatıdır ama önce kendini anlamaktır. Kendinden bir bilgiyi, derinden çıkarmaktır. Bazen öyle cümleler yazarım ki; o cümlenin içimde nasıl yıllardır gizlendiğini anlamlandıramam. Şifa buradan geliyor belki de.
Peki bir insan başka birine ne verir? Kendisinden verir; sahip olduğu en değerli şeyden, “yaşamından” verir. Bu, o kişinin yaşamını diğer insan için feda ettiği anlamına gelmez aksine kendi içinde yaşattıklarından veriyordur; sevinçlerinden, ilgi duyduğu şeylerden, anlayışından, bilgisinden, mizahından, üzüntüsünden- içinde canlı olan her şeyden.
Erich Fromm Sevme Sanatı kitabında, sevmeyi böyle açıklıyordu. Ben de yaşamı içindeki her şeyle hem seviyor hem de içinde bulunmanın derin sancısını çekiyorum. Bildiğiniz dünya ağrısı işte... Bunu hafifletmek için en iyi bildiğim yol; yazmak. Sonrasında da paylaşmak... Yazı derslerimden sonra katılanlar bana hep şunu söyler: Sanki bir terapi seansından çıktık, hiç bu kadar derine inmemiştim kendi içimde. İşte edebiyatın gücü budur. Edebiyat, Freud’dan önce de bazı gerçeklerin farkındaydı ne de olsa.