Babanın bizatihi kendisi ile ilgili durumlar da karışır işin içine… Benlik kavgasını halledememiş baba, ona benzeyeni sevmez mesela… Bazen de işler öyle tersine döner ki; baba ona benzemeyeni de sevmez.
Bütün bunların kötü tarafı, baba sevgisinin, hayata ilk adımlarını atan insanoğlu için var olmanın garantisi olmasıdır. Çünkü içinde hem maddi hem fiziksel güç barındırır. Bu yüzden halk içinde “çantada keklik” anne sevgisinden daha muteberdir.
Makineler ile uğraşanlar bilirler. Arızalı bir dişli, kendisinden hareket alan diğer dişlileri de aşındırır ve arızası nispetinde bozar. Yani, var olmak için ebeveyninin ruhsal, fiziksel ve maddi gücüne ihtiyaç duyan insan yavrusunun doğumunda kusursuz olan karakteri de ona pratik anlamda ilk hareketi kazandıran babasının arızaları nispetinde yamulur. Sonuçta defosuz insan olmaz. Hiçbirimiz aziz değiliz. Ama toplum için tehdit oluşturan insanların üzerindeki jelatini kazıdığınız zaman altından genellikle sayko bir baba çıkması sebepsiz değildir.
Ve fakat hal böyleyken; nasıl olur da Gülseren’in babası ile vedalaştığı sahne, seyreden herkesin gözünü yaşartır?
Çünkü insan en çok yaşanması mümkünken yaşanamamış olanın acısını çeker… Ve bu anlamda baba sevgisi şu ölümlü dünyada yaşanması mümkünken yaşanamayan sevgilerin birincisidir.
Bundan sonrası; Ecem Erkek kendi kuşağının en yetenekli oyuncularından biridir. Gel lakin Demet Akbağ’ın yeri asla ve kat’a dolmaz. Tiyatro oyununun tadı başkadır ama sinema uyarlaması da gayet başarılıdır falan filan…
(İki bin yirmi bir senesinin beşinci ayının dokuzuncu günü, İstanbul Küçükyalı’da evin salonunda, saat 18:16’da yazıldı. Fonda Yüksek Sadakat’ten “Ben seni arayamam” çalıyordu.)
Gülfem KARAER
Engelli bireylerden bahsederken "özürlü"kelimesini kullanıyorsanız sayın editör..ben de size düşük IQ lu birey demek yerine gerizekalı diyebilirim