Türkiye’de son yıllarda kadına, çocuğa ve hayvana yapılan saldırıların giderek artması belki de toplumsal bir krizin eşiğine geldiğimizin de göstergesi. Daha evvel bir sokak röportajında denk geldiğimiz akademisyen Dr. Zeliha Burtek’in can alıcı cümlesinde geçen sosyal çürümenin topumda geri dönüşü olmayan bir erozyona nasıl dönüştüğü de gün gibi ortada. Eğitimciler, yazarlar, sanatçılar ellerinden geldiği kadar bu döngüyü tersine çevirmek için uğraşadursun, inatla ve ısrarla üstü örtülmeye çalışılan gericilik, eğitimsizlik, vizyonsuzluk ve adaletsizliğe toplumun her kesimi de tepki göstermeye başladı.
İstanbul Sözleşmesi’nin feshi ile caydırıcı cezaların uygulanmaması, kadın cinayetlerinin artmasına sebep olurken, bırakın faili meşru cinayetlerin hakkıyla yargılanmasını, bu cinayetlerin üstü örtülür oldu. Bir yandan da dalga geçer gibi anayasanın değiştirilemez ilk dört maddesinin tartışılmasına kadar ileri gidilebildi. Temel haklarımız için sosyal mecraları kullanmaya başladıysak eğer, vay halimize…
Yazmaya başlayınca hangi konuya değinsem bir diğeri eksik kalacakmış gibi bir hisse kapıldım. Halbuki bugün sadece kadın haklarının görmezden gelinmesi ve artan kadın cinayetlerine odaklanarak mitolojik karakter Medusa üzerinden bir hikâye anlatıp, heykeltraş Luciano Garbati ile yaptığım söyleşiyi sizinle paylaşmak istiyorum.
Şimdi gelelim Medusa’nın hikâyesine…