Onedio Logo

Gölgeyi Yakalarken Işığı Kaçırmak: Tahmin Edilmiş Bir Hayata Razı Olmak

Kapak Görseli

İnsanlık, yeryüzünde belirdiği andan itibaren, geleceği bilme arzusuyla hareket etti. Bu arzu, ilkel toplumların doğa olaylarını anlamlandırmak için başvurdukları mitolojik anlatılardan, modern bireyin büyük veri kümeleriyle ilişki kurduğu algoritmik dünyaya kadar değişse de, özünde aynı kalmıştır: Bilinmeyeni öngörme, belirsizliği hesaplı hale getirme ve karmaşık olasılıkları yönetilebilir bilgi parçacıklarına dönüştürme arzusu. Gelecek, bilinmeyenin çağrısıyla insan zihnini her zaman meşgul etti; çünkü gelecek, sadece zaman çizgisinde ilerleyen bir kavram değil, aynı zamanda karar verme süreçlerinin arka planında titreşen görünmez bir varlıktır. Bu bağlamda regresyon analizi, yalnızca istatistiksel bir yöntem olmanın ötesinde, insanlığın belirsizlikle mücadelesinde geliştirdiği entelektüel bir savunma mekanizmasıdır. Sayıların içinde saklı örüntüleri keşfetmeye çalışan bu yöntem, geçmişi çözümleyerek geleceği kavrama çabasıdır; fakat bu çaba, determinist bir kesinlik değil, olasılıksal bir yön tayinidir. Tıpkı gökyüzüne bakarak yön bulan bir denizcinin, rüzgârın yönünü tahmin etmeye çalışması gibi.

Regresyon Nedir? Öngörü Değil, Bilimsel Sezgi

Regresyon Nedir? Öngörü Değil, Bilimsel Sezgi Görseli

Regresyon, teknik tanımıyla, bağımlı bir değişkenin, bir veya birden fazla bağımsız değişkenle arasındaki ilişkiyi modelleyen istatistiksel bir analiz yöntemidir. Ancak bu tanım, yöntemin felsefi ve düşünsel derinliğini açıklamakta yetersiz kalır. Regresyon, veriyi sadece analiz etmez; verinin ötesinde saklı olan hikâyeyi yakalamaya çalışır. Matematiğin durağan yapısına, zamanın akışkan doğasını iliştirerek geleceği anlaşılır kılma çabasıdır. Bu yüzden regresyon, yalnızca teknik bir çözümleme değil, aynı zamanda bir düşünme biçimidir. Elimizdeki geçmiş verilerle, şimdiki zamanı anlamlandırmak ve gelecekte olabilecekleri tahmin etmeye çalışmak, aslında insan zihninin en temel bilişsel reflekslerinden biridir. Regresyon, işte bu refleksi sistematik hale getirir.

Fakat burada önemli bir kırılma noktası vardır: Regresyon, bir kehanet değil; bilimsel sezgidir. Bu sezgi, geçmişten gelen verilerin içinde örüntüler arar, bu örüntüleri matematiksel modellere dönüştürür ve bu modeller aracılığıyla geleceğe dair çıkarımlarda bulunur. Ancak bu çıkarımlar, asla kesinlik taşımaz. Çünkü regresyon, doğası gereği, hata payını içinde taşır. İstatistiksel olarak elde edilen her sonuç, belirli bir güven aralığı ile geçerlidir; yani her tahmin, aslında içinde bir belirsizlik gövdesiyle birlikte gelir. Ve belki de bu yüzden regresyon, salt bir araç olmanın ötesine geçerek insanın epistemolojik sınırlarını da sorgulamaya açar: Bilgi gerçekten ne kadar kesindir? Geçmişi anlamadan geleceği öngörebilir miyiz? Verinin içinde her zaman anlam mı vardır, yoksa bazen anlam, bizim ona yüklediğimiz bir yanılsama mıdır?

İşte bu sorular, regresyonu yalnızca istatistikçilerin değil, eğitimcilerin, siyasetçilerin, psikologların ve hatta filozofların da ilgi alanına sokar. Çünkü regresyon, her şeyden önce, insanın bilinmeyenle olan mücadelesinde kullandığı zihinsel bir harita çizimidir. Bu harita bazen doğrudur, bazen sapar; ama her zaman bir yön arayışının izini taşır.

Eğitimde Regresyon: Başarı Bir Denkleme Sığar mı?

Eğitim, insanın kendini ve dünyayı tanıma yolculuğunun kurumsallaşmış biçimidir. Bu yolculuk, bireyin bilişsel, duyuşsal ve sosyal gelişimini yönlendiren onlarca faktörün etkileşiminden doğar. Dolayısıyla eğitimde başarıyı belirleyen unsurları anlamaya çalışmak, sadece pedagojik değil; aynı zamanda toplumsal, kültürel ve psikolojik bir okuma gerektirir. Tam da bu noktada, regresyon analizi devreye girerek, görünmez olanı görünür kılmaya, karmaşık ilişkiler ağını sistematik bir biçimde çözümlemeye çalışır. Ancak asıl soru şudur: Bir çocuğun akademik başarısını, birkaç değişkene indirerek modellemek mümkün müdür?

OECD’nin PISA raporları, yıllardır eğitimdeki başarı eşitsizliklerine dair çok katmanlı veriler sunar. Bu veriler, regresyon analizleri ile işlendiğinde şu acı gerçeği ortaya koyar: Bir öğrencinin başarısını en çok belirleyen değişken, ne zekâ düzeyi ne de öğretmenin niteliğidir; öğrencinin ait olduğu sosyoekonomik katmandır. Ailenin eğitim düzeyi, gelir seviyesi, evdeki kitap sayısı, hatta çocuğun okul dışında geçirdiği sessiz saatlerin miktarı bile başarıya dair güçlü göstergeler olarak karşımıza çıkar. Burada regresyon, adeta bir toplumun adaletsizlik haritasını çıkarır. Eğitim sistemlerinin görmezden geldiği yapısal eşitsizlikler, sayılarla konuştuğunda sessizliklerini kaybederler. Fakat bu durum, aynı zamanda regresyonun sınırlarını da açığa çıkarır. Çünkü her istatistiksel model, yalnızca ölçülebilir olanla çalışır; oysa eğitimin asıl öznesi olan insan, çoğu zaman ölçülemeyenle belirlenir.

Bir çocuğun merakı, direnç gösterme kapasitesi, içsel motivasyonu ya da travmaları gibi faktörler, klasik regresyon analizlerinin dışındadır. O nedenle, eğitimde regresyona dayalı öngörüler yaparken, bu modellerin kapsayıcılığını sorgulamak gerekir. Eğitim, yalnızca veriyle okunamaz; çünkü eğitimdeki başarı, sayısal doğruların ötesinde duygusal, kültürel ve bazen irrasyonel dinamiklerin de etkisi altındadır. Regresyon, bize bir yön gösterir; ama hangi öğrencinin hayal kurduğunu ya da hangi öğretmenin gözlerinin parladığını söyleyemez.

Yine de regresyon analizleri, eğitim politikalarının şekillenmesinde önemli bir işlev görür. Örneğin erken çocukluk eğitiminin uzun vadeli başarı üzerindeki etkisi, onlarca ülkenin eğitim politikalarına yön vermiştir ve bu etkiler regresyon modelleriyle somut olarak ortaya konmuştur. Yani regresyon, yalnızca nicel bir analiz aracı değil; aynı zamanda kamusal kararların arkasındaki görünmez mantık örgüsüdür. Fakat bu mantık, her zaman insanın iç dünyasını hesaba katmadığında eksik kalır. Eğitimde başarıyı bir denkleme sığdırmak, karmaşık bir evreni cebire indirgemek gibidir. Belki anlamlıdır, ama asla tam değildir.

Geleceği Tahmin Etmenin Sınırları: Verinin Gölgeleri

Modern insanın veriye olan inancı, neredeyse kutsal bir sadakate dönüşmüştür. Bugün, geleceğe dair bir öngörüde bulunmak isteyen her kurum—ister bir banka, ister bir okul, isterse bir hükümet olsun—öncelikle veriye başvurur. Çünkü veri, nesnel olanı temsil eder; duygulardan, öznellikten, tarafgirlikten arınmış bir hakikat zemini olarak görülür. Bu zemin üzerine inşa edilen regresyon modelleri ise, görünüşte bize geleceğe dair bir güven duygusu sunar. Ancak bu güvenin ardında yatan şey, çoğu zaman yanıltıcı bir determinizmdir. Çünkü veri, her ne kadar nesnel olarak toplansa da, onu yorumlayan insanın zihinsel süzgecinden geçer; ve her süzgeç, kendi gölgesini oluşturur.

Bir regresyon modeli, geçmiş veriler üzerinden geleceği tahmin ederken; o geleceğin, aynı geçmişin devamı olacağını varsayar. Oysa tarih, ani kopuşların, öngörülemeyen kırılmaların, insan iradesinin şaşırtıcı çıkışlarının sahnesidir. 

2008 ekonomik krizi öncesi yapılan tüm modeller, veriye bakarak kriz ihtimalini yok saymıştı. Pandemi öncesi tahminler, küresel eğitim sistemlerinin birkaç ay içinde dijitale kayacağını hiç öngörmemişti. Çünkü veri, yaşanmamış olanı bilemez; sadece yaşanmış olanın yankılarını taşır. Bu yüzden regresyon, en doğru öngörüyü bile yapsa, asla kesinliği garanti edemez. Çünkü gelecek, yalnızca bir uzantı değil; aynı zamanda bir sıçrama ihtimalidir.

Üstelik veri, hiçbir zaman “nötr” değildir. Hangi değişkenlerin modele dâhil edileceği, hangi verilerin toplanacağı, hangi örneklemin temsil edici sayılacağı gibi kararlar, doğrudan insan aklının sübjektifliğine bağlıdır. Dolayısıyla regresyon modelleri, sadece sayısal denklemler değil; aynı zamanda değer yargıları, varsayımlar ve ideolojik tercihler barındırır. İşte bu yüzden, veriye bakarak geleceği tahmin etmek, aslında kendi algılarımıza ayna tutmaktan fazlası değildir.

Regresyonun sınırları burada belirginleşir: O, bize geçmişin bir projeksiyonunu sunar; fakat insanlık tarihi, yalnızca projeksiyonlarla değil, aynı zamanda devrimlerle, sezgilerle ve hayallerle yazılmıştır. Geleceğin tümüyle hesaplanabilir olduğuna inanmak, insanın özgürlüğünü yok saymakla eşdeğerdir. Halbuki insan, sadece geçmişin değil, geleceğin de failidir. Bazen, tek bir çocuk, istatistiklerin imkânsız gördüğü bir başarıya ulaşabilir. Bazen, verinin dışına taşan tek bir fikir, bir çağın yönünü değiştirebilir.

Regresyon, gölgeleriyle birlikte gelir. O gölgelerde, bazen görülmeyen gerçekler, bazen bastırılmış potansiyeller, bazen de istatistik dışı hayatlar vardır. Bu yüzden, veriye değil; verinin arkasındaki insana bakmadan gelecek hakkında konuşmak, eksik bir cümle kurmaktır.

Kestirimle Yetinmek: Bilmek mi, Korkuyu Bastırmak mı?

İnsanoğlu, bilinmeyenden korkar. Bu, biyolojik bir gerçekliktir. Antik çağlardan bugüne, yıldızların hareketinden kurban ritüellerine, kahinlerin sözlerinden yapay zekâ algoritmalarına kadar her dönem, geleceği bilme arzusu ile şekillenir. Regresyon analizleri de bu arzunun modern bir yansımasıdır. Bilinmezliğin verdiği kaygıyı, kestirimle yatıştırmak isteriz. Ama burada ince bir çizgi vardır: Gerçekten bilmekle, yalnızca korkumuzu bastırmak için 'bildiğimizi sanmak' arasında bir fark vardır. Ve çoğu zaman regresyon, ikinciye hizmet eder.

Bir okul yöneticisi, öğrencilerin yıl sonu başarılarını önceki sınav puanlarına, devamsızlık oranlarına, sınıf içi katılımlarına bakarak tahmin ettiğinde aslında bir tür zihinsel rahatlama arayışındadır. O öğrencinin iç dünyasında o yıl neler yaşanacağı; hangi öğretmenle hangi bağı kuracağı; hangi travmaları, hangi atılımları yaşayacağı ise bu modele dâhil değildir. Ama bu kestirim, karar vericiye geçici bir kontrol duygusu sağlar. Bu duygu, tıpkı hava tahminlerinin bize sunduğu yalancı kesinlik gibidir. “Yağmur ihtimali %70” dediğimizde, geriye kalan %30’un ne olduğunu unuturuz.

Bilgiyle kurulan bu illüzyon, sadece bireysel değil, aynı zamanda sistemiktir. Eğitim sistemleri, sağlık politikaları, ekonomik stratejiler; hepsi veriye dayalı kestirimlerle yön bulmaya çalışır. Ancak burada bir sorun vardır: Kestirimle yetinmeye başladığımızda, olasılıklara değil kesinliklere inanmaya başlarız. Bu da insanın doğasına aykırıdır. Çünkü insan, her zaman sürprizlere açıktır. Kestirim, çoğu zaman mevcut düzenin devam edeceğine dair bir beklentiye dayanır. Oysa birey, bazen tam da bu düzeni kırma gücüne sahiptir. Veriye dayalı tahmin, değişimi dışarıda bırakır; devrimleri, direnişleri, atılımları modelleyemez.

Regresyon analizlerinin eğitimde, ekonomide, psikolojide sıklıkla kullanılmasının bir nedeni de budur: İnsanı, öngörülebilir bir varlığa indirgemek, sistemlerin yönetilebilirliğini artırır. Ama bu, aynı zamanda özgürlüğün alanını daraltır. Bir çocuğa, 'Senin bu yıl bu notu alman muhtemel' dediğimizde, onun beklenmedik sıçrayışını ihmal etmiş oluruz. Bu yüzden regresyon, sadece bilimsel değil; aynı zamanda etik bir meseleye dönüşür. Çünkü insanı sadece kestirilebilir bir varlık olarak görmek, onun özünü ıskalamaktır.

Regresyonun Felsefesi: Gerçeği Ararken Gölgeye Tutulmak

Veri, 21. yüzyılın yeni metafiziği haline geldi. Artık birçok karar, sezgiye değil; modele, analize, kestirime dayandırılıyor. Bu, modern dünyanın akılcılık arayışının doğal bir sonucu gibi görünse de aslında çok daha derin bir felsefi soruya açılır: Veri, gerçekten hakikatin bir izdüşümü müdür; yoksa insanın sınırlı bakış açısının bir yansıması mı?

Regresyon, matematiksel bir yöntem olmanın ötesinde, insanın hakikati kontrol etme çabasının bir parçasıdır. Belirsizlik, yalnızca bir istatistiksel sorun değil; aynı zamanda varoluşsal bir durumdur. Bu yüzden regresyon, bir hesaplama aracı olduğu kadar bir dünya görüşüdür. İnsan, geleceği hesaplayarak şekillendirebileceğine inandığı sürece, özgürlüğünü modellemeye teslim eder. Ancak gerçek hayat, bu kadar düz çizgilerle ilerlemez. Hayat, varyanslarla, sapmalarla, dışsal etkilerle doludur. Regresyonun en temel varsayımı olan “değişkenler arasındaki ilişki sabittir” düşüncesi, hayatta nadiren geçerlidir. Çünkü insan değişkendir. Değerleri, duyguları, bağlamları ve tepkileriyle sabit bir denkleme indirgenemez.

Regresyon, çoğu zaman anlamayı değil, açıklamayı hedefler. Anlamak; empati, bağlam ve hikâye gerektirir. Açıklamak ise sayıların içine sıkışır. Bir çocuğun başarısızlığını düşük sosyoekonomik durumla açıklamak mümkündür; ama onu anlamak, çocuğun hikâyesini duymayı gerektirir. İşte tam bu noktada, regresyonun gölgesi devreye girer. Sayılar, bazen hikâyeleri bastırır. Modeller, bazen insanın bireysel trajedisini görünmez kılar. Bu yüzden regresyon, yalnızca bir teknik değil; aynı zamanda bir etik sorumluluk meselesidir.

Regresyon, bize sayılarla konuşmayı öğretir. Ama geleceği yalnızca sayılarla anlamaya çalışmak, kelimelerin müziğini sadece nota kağıdına bakarak çözmeye benzer. Melodi belki çıkar; ama ruh eksiktir. Veriler, olasılıkları gösterir; ama hayat, çoğu zaman istatistik dışı bir mucizedir. Bu yüzden regresyonu yalnızca kestirimsel bir araç olarak görmekle yetinmemeli; onu insanın karmaşıklığını kavramaya yönelik daha büyük bir epistemolojik çabanın parçası haline getirmeliyiz.

Eğitimciler, yöneticiler, politika yapıcılar… Hepsi için bu yazının nihai sorusu şudur:

Bir öğrencinin geleceğini yalnızca geçmiş verilerle mi çizeceğiz, yoksa o verilerin ötesinde bir potansiyeli, bir ihtimali, bir hayali de hesaba katacak mıyız?

Çünkü bazı gelecekler hesaplanmaz; sadece umut edilir, inşa edilir ve yaşanır.

Instagram

X

LinkedIn

Bu makalede öne sürülen fikir ve yaklaşımlar tamamıyla yazarlarının özgün düşünceleridir ve Onedio'nun editöryal politikasını yansıtmayabilir. ©Onedio

Popüler İçerikler

Kat Kerkhofs'tan Eşi Mertens'in Ciro Sözlerine Cevap Gibi Paylaşım
Kat Kerkhofs'tan Eşi Mertens'in Ciro Sözlerine Cevap Gibi Paylaşım
Yoğun Bakımda Tedavi Görüyordu: Manisa Büyükşehir Belediye Başkanı Ferdi Zeyrek Yaşamını Yitirdi
Yoğun Bakımda Tedavi Görüyordu: Manisa Büyükşehir Belediye Başkanı Ferdi Zeyrek Yaşamını Yitirdi
Kimse Yok: Enflasyon Yüzünden Tatil Beldelerinin Boş Olduğunu Gören Turistler Şaşkınlığını Gizleyemedi
Kimse Yok: Enflasyon Yüzünden Tatil Beldelerinin Boş Olduğunu Gören Turistler Şaşkınlığını Gizleyemedi