Göğü Omuzlarında Taşıyan Atlas: Fazla Düşünmeden 5 Olumlu Kişilik Özelliğinizi Sayabilir misiniz?

“Dünyanın bittiği bir yerlerde

 Güzel sesli akşam perilerinin karşısında 

 Dimdik durup ayakta tutuyor göğü 

 Başı ve yorulmaz kolları üstünde. 

 Akıllı Zeus’un ona ayırdığı kader bu.

 Bu Atlas görür denizin bütün uçurumlarını,

 Ve koca direkleri omuzlarında taşır, 

 Yeri göğü birbirinden ayıran direkleri.”

(Odysseia I, 53-55)

Atlas, Olympos’a saldıran Titanlar arasında lider olduğu için Zeus tarafından yeri ve göğü birbirinden ayıran sütunları taşımakla cezalandırılmıştır.

Atlas tasvirlerine baktığımızda omuzlarında bir küreyi taşıdığını görürüz. Bu sebeple Dünya’yı taşıdığını düşünürüz. Bakıldığında Zeus’un Atlas’a verdiği ceza oldukça acımasız geliyor öyle değil mi? 

Hayatlarımıza baktığımızda, bazılarımız Zeus’un görevini üstlenip, kendi içindeki Atlas’ı aynı cezaya çarptırıyor. Kendimize bir başkasına davranmayacağımız hatta bir başkasının da bize davranmayacağı derecede acımasız davranabiliyoruz.

Günlük hayatımda ve terapi seanslarımda genellikle “Çok fazla düşünmeden 5 olumlu kişilik özelliğinizi sayabilir misiniz?” diye sorarım. Bu soru karşısında genelde bir duraksama yaşanır. Beşe ulaşılamaz ya da kişilik özellikleri yerine somut olarak görülebilen yetenekler söylenir. Yani aslında dışarıdan da görülen ve görülmesini istediğimiz “bizi” yansıtan özellikler söylenir ve bu özellikler gerçekte olan “bizi” yansıtmaz. Ancak 5 olumsuz özelliğinizi söyleyin dediğimizde onları bulmakta, iyi özelliklerimize oranla daha az zorlanırız. Çünkü içimizde kendini sürekli eleştiren ve cezalandıran bir Zeus vardır. 

Utanç ve suçluluk duygusu 

Suçluluk duygusu; gerçekleştirdiğimiz eylemlerin bir sonucuyken, utanç; varoluşumuzla ilgilidir. Utanç benliğimiz ve kişiliğimiz ile ilgili çok temel süreçleri kapsarken, suçluluk duygusu toplum içinde şekillenen dışsal kaynaklı beklentilere dayanan bir kontrol mekanizmasıdır. 

Daha anlaşılır şekilde açıklarsak; suçluluk eylemlerimizin kendimize veya bir başkasına zarar verme olasılığından duyduğumuz rahatsızlığı içerir. “Acaba iyi bir anne miyim?”, “ Bu davranışımın bir başkasına zararı dokunur mu?” şeklinde kaygıları içerir. 

 Utanç ise; çok daha derin ve benliğimize yöneliktir. Değiştirilmesi kolay olmayan ya da imkansız olan varoluşumuzla ilgili konularla derdimiz vardır. Statü, aile, yetenekler vs. bu grupta yer alır. Hissettiklerimizden ve hayatımızın parçası olan ve bizi biz yapan özellikleri saklamayla sonuçlanan kaygı durumunu yansıtır. Sevilmeyeceğimizi veya saygı duyulmayacağımızı düşündüğümüz için utanç duyduğumuz kendiliğimizi saklamaya çalışırız. 

Suçlulukta daha bireysel ve kendine yönelik sevgi ve saygı ihtiyacı varken, utançta toplumun sevgi ve saygısını kazanma ihtiyacı vardır. Suçluluk ve utanç dengede olduğunda sağlıklıdır. Utanç narsizmin sınırlarını belirlerken, suçluluk duygusu toplum içinde diğerlerinin özgürlük alanını işgal etmenin önüne geçer. Frijda (1986; 1996) suçluluk duygusunun toplumla uyum sürecindeki işlevini içsel-ruhsal kontrol yönünden ele alarak, bireyin kendini suçlu hissetmesinin, kontrolü elinde tutması ile ilişkili olduğu sonucuna varmıştır. Yani; birey yaşadığı olayda hissettiği acının kaynağını kontrol altına aldığında kendini affettirme kontrolünü de elde eder. Böylece suçluluk hissettiği durum hakkında çabalayarak karşı tarafın saygısını ve desteğini kazanır.

Utanç ve suçluluğun sağlıksız olduğu durumlar

Utanma sağlıksız bir hal aldığında benlikle ilgili sorunlar yaşanmasına neden olur. Bireyde; şiddet, madde kötüye kullanımı, grandiyöz sanrılar ( büyüklük fantezileri), depresif duygu durum ortaya çıkabilir. Bu durumda benlik inşasında ya utanmaya direnç gösterilir ya da utanma yoğun olarak hissedilir. Utanmaya direnç gösterildiğinde büyüklenmeci moda bağlı bir benlik, yoğun utanma hissedildiği durumlarda da toplumun idealize edildiği ve kişinin kendisinden kuşku duyduğu kırılgan narsisizme neden olur. 

Seidler (1997), benliğin inşasını etkileyen utanma duygusunun çeşitlerini şu şekilde belirlemiştir;

1) Aynalanamama basamağı: Utanma duygusu eksikliği söz konusudur. Benlik ve diğerleri arasındaki farklılaşmanın gerçekleşmediği durumlarda ortaya çıkar. Utanmaya gösterilen direnç sonucu toplumla gerçekleşmesi beklenen uyum ve diğerlerinin özgürlük alanına saygı duyulmaması gibi süreçlerin yaşanması olası hale gelir. 

2) Dışarıya yansıtma basamağı: Birey, benliğini “öteki” üzerinden inşa eder. Kişinin benliğinin oluşmasında idealize ettiği kişi veya kişilerin fikirleri ve benlikleri etkili olur. Diğerlerinin özelliklerini, fikirlerini kendi fikirleriymiş gibi benimser, dışarıya yansıtırlar. 

3) Kendini yansıtma basamağı: Kişinin utanma duygusunu kendi benliği üzerinden inşa ettiği ve utanmanın yıkıcı olmadığı bir süreci içerir. Utanmanın ilişkileri düzenlediği ve geliştirici olduğu sağlıklı benlik imajını yansıtır. 

Weiss (1986) suçluluk duygusunu 4 maddede inceler; 

1) Hayatta kalma suçluluğu: Diğerlerinden daha iyi şartlarda hayatta kalma ile ilgilidir. Bu duygu genellikle kardeşler veya ebeveynlere karşılık gelir. Birey hedeflerine ulaşmasının, diğerlerine zarar verdiği inancına sahiptir ve bu konuda suçluluk duyar. 

2) Ayrılık suçluluğu: Birey kendi gelişimi için bir ayrılık kararı vermelidir. Ayrılma kararı verdiği nesne veya kişinin ayrıldıktan sonra yaşamını devam ettiremeyeceğine dair bilinçdışında oluşturduğu inanca dayanır.

3) Tüm-Güçlü sorumluluk içeren suçluluk duygusu: İlişki nesnesine duyulan aşırı sorumluluktur. Hayatta kalma suçluluğu ve ayrılık suçluluğunu da kapsar. 

4) Kendinden nefret etme suçluluğu: Bireyin kendi benliğini cezalandırmasıdır. Bunu olumsuz düşünceler, davranışlar ve hislerle yapar. Birey değersiz görüldüğü ortamlardan uzaklaşmak yerine kalma eğiliminde olur. Diğerlerini idealize eder. Bu özellikle ebeveynlerin idealize edildiği, kendi kişiliğinin ise aşağılandığı durumlarda gözlemlenir.

Dengede kalmak sağlıklıdır ama nasıl kalacağız?

Toplumdaki genel algıya bakıldığında; kendine öncelik vermenin bencillik olarak görüldüğü ve bu özelliklere sahip bireylerin dışlandığını görmekteyiz. Aşırı fedakârlığın övüldüğü bir bakış açısı içerisinde büyüyoruz. Benliğimize dair değer algımız, “Yardım ettiğin ve önceliği kendine değil, çevrene verdiğin zaman sevilirsin.” Üzerine inşa ediliyor. Peki, böyle mi olmalı?

Hepimiz farklı yaşam tarzlarına ve düşünce yapılarına sahibiz. Olayları algılayış şekilleri verilen tepkiler kişiden kişiye göre değişiklik gösteriyor. Herkesi sevmemiz ya da herkesin bizi sevmesi ne kadar mümkün? Benliğimizi “öteki” üzerinden inşa ettiğimizde sürekli bir onay arama durumu içerisine gireriz. Herkesin bizi sevmesi mümkün olamayacağı için de olumsuz bir tepki ile karşılaştığımızda benlik algımız zedelenir ve kendimizi suçlamaya başlarız. 

Toplumla sağlıklı ilişkiler kurabilmenin ilk aşaması kendini sevmektir!

Aşırı fedakârlık iyi bir şey gibi görülse de, aslında bir sınır ihlalidir. “Senin için her şeyi yapıyorum. Kendi sınırlarımı ihlal ediyorum. Sen de bana aynı karşılığı vermelisin.” alt mesajını taşır. Kendimizi zor durumda bırakarak karşı taraf için elimizden geleni yaparız. Aynı ilgi ve fedakârlığı karşı taraftan da bekleyip bulamadığımızda da hayal kırıklığı yaşarız. Böylelikle kendimize ve “ötekine” saygımızı kaybeder ve “alacaklılık” hissi ile yaşarız. 

Aslında bunu toplum prototipi olan ailede öğreniriz. Seanslarda, “Bu hafta kendiniz için ne yaptınız?” sorusunu sorduğumda, bireyler ailenin ihtiyaçlarını gidermeyi ve kendi için görev olarak gördükleri aktiviteleri saymaya başlıyor. Ailenin ihtiyaçlarını gidermek bireyin benliği ile o kadar bütünleşmiş ki, bireysel sınırlar ortadan kalkarak ailenin iyiliği bireysel iyi oluşu yok etmiş. “Ben kimim?” ve “Ne istiyorum?” sorusunu kendinize sormayı deneyin. Verdiğiniz cevaplar sizi ne kadar yansıtıyor?

Aile ve toplum içinde sağlıklı bir şekilde var olabilmenin yolu;

1) Sınır belirlemek: Diğerleri için yapabileceklerimizin standartının farkında olmak ve kendimizi zor durumda bırakacak durumlarda hayır diyebilmek. 

2) Yükleri paylaşmak: Yapacağımız işleri paylaşmak, insanlardan yardım istemek muhtaç olduğumuz anlamına gelmez. Herkesin desteğe ihtiyacı vardır. Sorumluluk paylaşımı bireyler arasındaki duygusal bağı güçlendirir. 

3) Kendine zaman ayırmak: Toplum içinde farklı rollere sahibiz. Anne, baba, eş rolü gibi. Ancak bu roller haricinde de bir biz olduğunu unutmamalı ve kendimize zaman ayırmalıyız. 

4) Kendini sevmek: Hatalarını kabul etmeyi içerir. Çoğu zaman hata konusunda başkalarına tanıdığımız toleransı kendimize tanımayız. Hata yaptığımızda, “Bu hatayı bir arkadaşım yapmış olsa ona ne derdim?” sorusunu sorarsak kendimize söylediğimizden çok farklı ve ılımlı cevaplar verdiğimizi görürüz. Güçlü ve güçsüz yanlarımızın farkına varmak, kendimizi olduğu gibi kabul etmek ve değiştirebildiğimiz özelliklerimizi değiştirmek, kontrolümüz dışında olan değiştiremediğimiz özelliklerin bizim farklılığımız olduğunu, bizi özel yaptığını fark etmek gerekir. 

Instagram

Bu makalede öne sürülen fikir ve yaklaşımlar tamamıyla yazarlarının özgün düşünceleridir ve Onedio'nun editöryal politikasını yansıtmayabilir. ©Onedio

Popüler İçerikler

HTŞ Lideri Colani Kadına Başını Örtme Talimatı Verdiği Videoyla İlgili İlk Kez Konuştu
Berfu ve Eser Yenenler'in 3. Kez O Ses Yılbaşı'na Katılmaları Tepki Topladı
Sosyal Medyada Süren Öğretmenlik Tartışması: Az Çalışıp Çok mu Maaş Alıyorlar?