Giden Otobüsün Peşinden Koşmaya Ne Kadar Devam Edeceksiniz?

Alarmın çaldığını duymamıştı. Uyandığında içini bir geç kalmışlık hissi kapladı. Oysaki sadece birkaç dakika geç uyanmıştı. Hızlı bir şekilde hazırlanıp evden çıktı. Otobüs durağına ulaştığında bineceği otobüs kapılarını kapatmış ve harekete geçmişti. Yetişmeye çalıştı. Ancak yetişemedi. Giden otobüsün arkasından bakarken içini bir huzursuzluk kapladı. Diğer otobüsün gelmesini beklerken durağın karşısında daha önce farkında olmadığı kiraz ağacına baktı. Nasıl fark etmediğine şaşırmıştı. Ağaç çok güzeldi. Yine de içindeki huzursuzluk ve geç kalmışlık hissi geçmemişti.

Zamanımızın çoğunu bir şeylere yetişme çabası içerisinde geçiriyoruz. Yaşama yüklediğimiz anlam; bir gün yok olup gittiğimizde arkamızda bir iz bırakmak. Ölüme ve zamanın sınırlılığına duyduğumuz kaygı bizi zamanın dışına itiyor belki de… Anın içinde kalmak yerine geçmiş ve gelecek arasında savrulup duruyoruz. Aslında ikisine de ait değiliz. Giden otobüsün ardından bakmak yerine neden önümüzde duran kiraz ağacına odaklanmayalım?

Geçmiş ve gelecek şimdilerden ibaret!

Kontrolümüzün dışındaki zaman dilimlerine odaklanmak şimdinin sorunlarına çözüm aramak ve harekete geçmekten daha kolay geliyor. Çoğu zaman geçmişin bilindik ancak değiştirelemez keşkeleri ile geleceğin belirsizliği arasında eylemsiz bir şekilde yaşamımızı sürdürüyoruz. Fiziksel olarak bugündeyiz ve şimdideyiz. Ancak düşüncelerimiz ve duygularımız şimdinin çok az bir zaman dilimini kapsıyor. Sürekli bir yerlere yetişme çabası içindeyiz. Günün içinde var olmaya değil, günü kurtarmaya odaklanıyoruz. Zamanı kontrol etme çabamız paradoksal bir şekilde kontrolün elimizden kayıp gitmesi ile sonuçlanıyor. Bu da kaygı bozukluğunun oluşmasına zemin hazırlıyor.

Her kaygı sağlıksız değildir!

Şimdiye ait olan ve herhangi bir duruma dayanan kontrol edilebilir kaygılar işlevsel kaygılardır. Ancak bir duruma bağlı olmaksızın kontrolümüz dışındaki süreci kontrol etme çabamızdan kaynaklanan kaygılar sağlıklı değildir. Kaygı bozukluğu birçok sebebe bağlı olabilir. Ancak ben burada teorik bilgiden çok, klinikte dikkatimi çeken ve insanların farkında olmadan yaptıkları, kaygıya sebep olan birkaç maddeden bahsetmek istiyorum:

1) Hayır demekte zorlanmak: Toplumun değer algısı çerçevesinde baktığımızda kendine öncelik vermenin bencillik olarak görüldüğü bir bakış açısı ile büyüyoruz. İlişkilerdeki dengeyi bulamadığımız için de karşı taraftan aldığımız en küçük olumsuz tepkide güvenimiz kırılıyor ve insanlardan izole olmaya başlıyoruz. Verdiğimiz emeğin oranı ne kadar fazlaysa o kadar hayal kırıklığı yaşıyoruz.

Sonrasında da suçlu arıyoruz. Karşı tarafı suçlama eğiliminde olurken, kendimizi kurban durumunda görüyoruz. Ancak sınır koymayan ve zarar görmeye zemin hazırlayan aslında biziz. Hayır diyemediğimiz için karşı tarafın da sorumluluğunu üstlendiğimizden performansın üstünde bir çalışma ve bir şeylere yetişme çabasına girildiğinden kaygı düzeyimiz artıyor. “Hayır dersem, karşı taraf kırılır ve onunla ilişkimiz bozulur.” Düşünceleri nedeniyle bunu yapıyoruz.

Peki sonuç? Tükenme noktasına geldiğimizde ilişkiyi bitiren taraf biz oluyoruz veya karşı taraf fedakarlık yapmamıza o kadar alışıyor ki, yaptığımız fedakarlık görev haline geldiğinden yapılmadığında karşı taraf bizimle iletişimi kesiyor. Yani her şekilde ilişki olumsuz etkileniyor. “Hayır” demek sınır belirlediğinden uzun vadede ilişkinin devamlılığını sağlayacağından dolayı olumsuz değildir. Tam tersine ilişkinin sağlıklı bir şekilde devam etmesini sağlar.

2) Öncelik belirlememek: Gün içinde yapılan aktivitelerde öncelik belirlenmediğinde yetiştirme kaygısı başlıyor ve kendimiz yetersiz hissetmeye başlıyoruz. Görev içerikli aktivitelerin sayısı artarken, her günümüz başarılara tik atmak ve kendimizden git gide uzaklaşmakla geçiyor.

3) Mükemmelliyetçilik: “Ya hep ya hiç” şeklinde düşünce tarzı yapacağımız aktivitelerin ertelenmesi ile sonuçlanıyor. Ertelemek kaygı seviyemizin yükselmesine neden oluyor. Sonucun mükemmel olmasına odaklanmak ve büyük adımlar atmak yerine sürece ve küçük adımlara odaklanmak bizi başarıya ulaştıracaktır. Mükemmelliyetçilik başarıya yaklaştırmaktan ziyade uzaklaştırır.

4) Zamanı verimli geçirme yanılgısı: Geleceğe yönelik kaygıların bizi yönetmeye başlaması sonucunda, boş zamanlar yönelik kaygı yaşarız. Zamanımızı aktivitelerle doldurduğumuzda verimli geçirdiğimizi düşünürüz. Aslında boş zaman, durup düşündüğümüz ve kendimize “ben kimim?” sormamız gereken zaman dilimidir. Ancak zamanı verimli geçirmek uğruna kendimizi tanımadan, isteklerimizin ne olduğunu bilmeden aktiviteden aktiviteye koşarız. Ancak gerçekten istediğimiz ne? Bunu sormalıyız.

İşte size verimli bir aktivite: Bir gününüzü beklentisiz geçirin. Sabah kalktığınızda plan yapmayın. Anlık kararlar verin. Şu anda ne hissediyorum sorusunu sorun. Günlük koşuşturmanın içinde sadece 1 dk. durun ve çevrenizde neler olduğunun farkına varın. Rüzgarı hissedin. Evet, hayatımız çok zor ve bazılarımız temel ihtiyaçlarını karşılayamamanın haklı öfkesi içinde. Ancak fiziksel sağlığımız gibi ruh sağlığımızı da korumak zorundayız. Kendiniz için harekete geçin. Çünkü öfkeniz hiçbir şeyi çözmeyecek. Yavaşlayın…

Instagram

Bu makalede öne sürülen fikir ve yaklaşımlar tamamıyla yazarlarının özgün düşünceleridir ve Onedio'nun editöryal politikasını yansıtmayabilir. ©Onedio

Popüler İçerikler

Dünya Galatasaray'ı Konuşuyor: Galatasaray'ın Tottenham'ı 3-2 Yenmesi Dış Basında Yankı Uyandırdı!
Fenerbahçe Asbaşkanı Acun Ilıcalı'dan Zehir Zemberek Sözler: ''Teraziden Kaçan Bir Takım Görüyoruz''
Terörist Fethullah Gülen’in Cenazesinde Yeni Skandallar: Protestan Şirket, 25 Bin Dolarlık Tabut, Doğum Tarihi