Bu işi yapan insanlara olan saygım beş, hatta altı katına çıktı.😱😱
Bu işi yapan insanlara olan saygım beş, hatta altı katına çıktı.😱😱
Bu kadının mezarını açtıklarında kadının bağırır gibi bir yüz ifadesi, bükülmüş uzuvları ve kömürleşmiş teni arkeologları şok etti. En tüyler ürpertici detay, tabutun içindeki çiziklerdi. Yapılan analizlerden sonra, bu kadının doğum sırasında bayıldığı ve ölü zannedilip gömdüğü anlaşıldı. Toprağın altında uyanan kadın korkudan bağırmaya ve çırpınmaya başlamış. Eninde sonunda oksijeni tükenince de boğularak ölmüş.
Bir keşif ekibi, Yeni Zelanda'daki Owen Dağı'ndaki mağara sisteminin derinliklerine inerken, dev bir pençeyle karşılaştı. Pençenin, görünüşe göre kötü bir pençe seti ile gelen büyük bir tarih öncesi kuş olan Yayla Moası'na ait olduğu belirlendi.
Bram Stoker'ın Dracula'sı, Doğu Avrupa'daki vampir hikayeleri ile karşılaştırıldığında solda sıfır kalıyor. 16 yüzyılda bir vampirin sadece kalbine kazık çakarak öldürülemeyeceğine dair bir inanış vardı; tam olarak ölmesi için ağzına bir tuğla yerleştirmek gerekiyordu. Polonya'da 17 ve 18. yüzyıllarda, bir sürü insan boyunlarına oraklar ve çenelerinin altına taşlar sıkıştırılarak gömüldü. Yerlilerin inanışlarına göre bu önlemler, vampirlerin intikam almak için dönmesini önlemek içindi.
Birçok antik kültürde görülen uzun kafatasları bilerek yapılan bir deformasyonunun bir sonucu aslında ve tartışmasız en ünlü örnekler Paracas kültüründen gelenler. Bebeklerin kafalarına iki tahta levha ya da kumaş bağlanarak oluşturulan bu deformasyon, sosyal statünün bir simgesiydi.
Bir mürettebatın Kuzeybatı Geçidi'ni bulmak için çıkıp Arktik bölgesinde kaybolması, tarihe 'Franklin'in Kayıp Seferi' olarak geçmiştir. En hazırlanılmış seferlerden biri olsa da, bu seferin sonu cinayet, zehirlenme ve yamyamlıkla bitti. Seksenlerde mürettebat mezarlarından çıkartılmış, otopsileri yapılmış ve tekrar gömülmüşlerdir.
2013 yılında İngiliz arkeolog Paul üstüne milyonlarca euro değerinde mücevher giydirilmiş bir iskelet buldu.
Arkeologlar, Birleşik Krallık'ta bulunan Weymouth kasabasında 51 bin yıllık bir çukur keşfetti. Bu çukurda kafataslarının yanında, başsız vücutlar da bulunuyordu. Araştırmalardan sonra, bulunan çukurun aslında bir katliyam alanı olduğu ve Vikinglerin M.S. 910-1030 yılları arasında Anglo-Saksonlar tarafından katledildiği anlaşıldı.
İspanya'da bulunan on iki neandertalin kemikleri incelendikten sonra başka neandertaller tarafından yendikleri anlaşıldı. Üç yetiştin erkek, üç yetişkin kadın, üç ergen, iki çocuk ve bir bebeğin oluşturduğu aile neandertaller arasındaki yamyamlığın en önemli örneklerinden biri olarak sayılıyor.
İngiltere'de üç tane işlenmiş kafatası bulundu ve zamanında bardak olarak kullanıldıkları düşünülüyor. 14,700 yıllık bardaklar, şimdiye kadar bulunan en eski kafatası bardakları. Ayrıca bulundukları yerde, yamyamlığı çağrıştıracak diğer insan kalıntıları da bulundu.
Düşük oksijen, düşük sıcaklık ve yüksek asit miktarı sayesinde Kuzey Avrupa'da bulunan turba bataklıklarında bulunan insan kalıntıları yüzyıllar boyunca korunur. Ortaçağ döneminin ilk yıllarına dönecek olursak, sayısız insan cezalandırma amaçlı ya da ritüel amaçlı olsun, bu bataklıklara atıldı. Bulunan bedenlerin midelerindeki yiyeceklerden damarlarında dolaşan kana kadar her şeyi korunmuş durumda. Bulunan en ünlü kalıntı Grauballe Man'e ait.
Reformdan önceki yıllarda, Aberdeen'in eteklerinde bulunan bu küçük şapel sadece dini nedenlerle kullanılırken, Protestanlığa geçildikten otuz yıl sonra St Mary Şapeli çok daha karanlık ve uğursuz bir rol üstlendi.
Şapelin içinde, 1597'de cadı olduğu düşünülen kadınları dizginlemek için kullanılan demir halkalı taş bir sütun bulunuyor. Aynı yıl, Aberdeen 'Büyük Cadı Avı' olarak da adlandırılan bir dizi davaya da ev sahipliği yaptı. Bu av toplamda sekiz ay sürdü ve yargılanan 400 kadından 200'ü idam edildi. En bilinen davalardan biri Jane Wishart ve oğlu Thomas Leyis'in davasıdır. Anne oğul beraber mahkum edilmiş ve boğulup yakılmıştır.
Kraliçe Arnegunde'nin açılan lahitinde kemiklerinin arasında mumyalanmış bir akciğer bulundu. Kraliçe'nin kıyafetleri ve mücevherleri ilk başta ilgi odağı olsa da, bilim adamları mumyalanmış akciğerin durumunu araştırmaya başladı. Kısa süre içerisinde akciğerin mumyasının doğal mı yoksa yapay mı olduğu gibi soru işaretleri oluştu.
Uzun zaman boyunca Arnegunde'nin neden sadece akciğerinin mumyalandığı ve vücudunun geri kalanının çürümeye bırakıldığı anlaşılamasa da 2016'da gerçekler su yüzüne çıktı. Yapılan analizler Arnegunde'nin akciğerinde yüksek düzeyde bakır ve kimyasal izler olduğunu ve mumyalama sırasında vücuduna enjekte edilen sıvının akciğerine dolduğunu gösterdi. Ayrıca Kraliçe bakır alaşımı içeren bir kemerle gömülmüş. Bakırın antimikrobiyal özelliği, mumyalama sırasında kullanılan metal ve otlarla bir araya gelince tek organı korumuş.
Temmuz 2018'de Mısır'da 2000 yıl önce mühürlenmiş siyah granitten yapılmış bir lahit keşfedildi. Açıldığı zaman insanlığın sonunu getireceğine dair spekülasyonlara yol açan lahitin içinden kırmızı bir sıvı içine konulmuş üç Mısır subayının kalıntısı çıktı.
Kuzey İtalya'da 1300 yıllık bir nekropolde kazı yapan arkeologlar kolunda bıçak protezi olan bir adamın kalıntılarını buldu. Adamın kemikleri analiz edildiğinde kolunun dirseğinin altından koparıldığı ve yerine bir bıçak protezi takıldığı anlaşıldı.
Peru'da bulunan Chavin de Huantar'da çalışan arkeologlar, uzaktan kumandalı robotlar sayesinde birbirine bağlı 35 tünelden oluşan bir yeraltı ağı keşfettiler. Bu tünellerin içerisinde en az üç insanın uyuşturucu maddeler, ışık ve ses öğeleri içeren ritüellerde kurban edildiği ortaya çıktı.
Harward Üniversitesi'nde ortaya çıkan Ruhun Kaderleri isimli kitabın doğal yollarla ölen bir akıl hastasının derisiyle kaplandığı düşünülüyor. Antropodermik bibliyopeji olarak da bilinen kitapları insan derisiyle kaplama işlemi 19. yüzyılda özel bir ilgi görse de, bu uygulamanın çok daha gerilere gittiği ortaya çıktı. Günümüze kadar hayatta kalan örneklerden bazıları İngiltere'de bulunuyor. Bunlardan biri Bristol Kayıt Bürosu'nda asılan bir adamın derisinden yapılmıştır. Resimde görülen koyu kahverengi kitapsa Eliza Balsum cinayetinden asılan 18 yaşındaki John Horwood'un derisinden yapılmıştır.
1886 yılında açılan sade görünümlü tabutun içerisinden çığlık atan bir mumya çıktı. Mumyalanmış adam, Mısırlıların kirli olarak gördüğü koyun postuna gömülmeden önce, ellerini ve ayaklarını kenetlemiş. 'Bilinmeyen Adam E' olarak adlandırılan mumyanın bu korkmuş görünüşü, sadece doğal çürüme sürecinin bir parçası sadece.
Çin'de bulunan bir tapınaktan Hollanda'daki bir pazara gönderilen Buda heykelinin içinden mumyalanmış bir keşiş çıktı. Heykelin Çin'den ne zaman ve nasıl ayrıldığı belli değil. Garip olan şey, geçen yıl mumyanın organlarında eksikler olduğu fark edildi. Arkeologlar, akciğer dokusu olduğunu zannettikleri şeyin Pinyin romanizasyonlarıyla kaplı bir kağıt olduğunu açıkladılar. Yine Pinyin romanizayonları ile kaplı bir bezin üzerinde oturan mumyanın sonradan 'kendi kendini mumyalayan' Liuquan isimli bir Budşst keşiş olduğu ortaya çıktı.
Kendi kendini mumyalama işlemi Çin, Japonya ve Tayland gibi ülkelerde bilinen bir gelenektir ve binlerce yıl uygulanmıştır.
1629'da 'Batavia' isimli Hollandalı bir ticaret gemisi, Avustralya kıyılarından yaklaşık 60 kilometre uzaklıktaki bir mercan adasında karaya oturdu. Gemideki 341 yolcudan yaklaşık 60'ı gemi enkazında kayboldu; yaklaşık 280'i bir adaya sığındı.
Katman katman kıyafet giydirilmiş çiftin tabutuna 'Seni seviyorum. Bir sonraki yaşamda da seninle evleneceğim' cümlesi kazınmış.
Girolamo Segato, eski uygarlıkların ölülerin bedenleri korumak için kullandıkları tekniklerden esinlenerek ölü bedenleri korumanın yeni bir yolunu buldu. Bir kimyasal karışım üreten Segato, yeni ölmüş bir adamın bedenine bu karışımı enjekte etti ve o adamın bedeni günümüze kadar bu şekilde korundu.
Arkeologlar İngiltere'de bulunan Hadrian Duvarının yakınlarında bulunan Vindolanda Kalesi'nde gerçeğe yakın bronzdan yapılmış minyatür bir el buldu. Zamanında Roma ordusunda Jüpiter Dolichenus'a tapınan, kült sayılabilecek bir topluluk vardı. Bu el, o toplulukla ilişkilendiriliyor. Büyük ihtimalle milattan sonra üçüncü yüzyılda yaşanan İskoçya işgali sırasında geride bırakıldı.
Bu annesinin karnından mezarda çıkmış bir fetüs. Daha önce böyle vakalar görülmüş olsa da, çok da yaygın bir görüntü değil. Resimde görülen olaya tabut doğumu olarak biliniyor ve yaşanması gayet doğal bir olaydır. Hamile bir anne öldüğü zaman bazen vücut fetüsü rahimden atar ve zaten ölü olan anne, cansız çocuğunu 'doğurur.' Günümüzde de tabut doğumlar yaşansa da, eskisi kadar yaygın bir fenomen değil. Sadece gömme süreci ile ilgili iç karartıcı gerçeklerden biri.
John Reinhardt ve ortağı, 1995 yılında Peru'da çalışırken bir yanardağın kraterinde 12 ila 15 yaşındaki bir kızın cesedini keşfetti. Kızın bedeni neredeyse taze gibi görünse de, 1500 yıl önce kafasına yediği bir darbe yüzünden ölmüş.
Bu mumya, denizde öylece sürüklenen bir hayalet geminin içinde bulundu. Korkutucu olan şey, gemi kaptanın ölümünden yedi yıl sonra bulundu.
Siz bu konu hakkında ne düşünüyordunuz? Yorumlarda buluşalım...
Uzun zamandır ilk defa eski Onedio tadı aldım editörün eline sağlık
#4 ki adi mundi