Gazze savaşı, 7 Ekim sabahı Hamas’ın “El-Aksa Sel” adıyla başlattığı, roket atışlarıyla eşzamanlı kara sızmalarını içeren geniş çaplı saldırıyla başladı. Sınır hatları aşıldı, İsrail’in içlerine kadar girildi, rehineler alındı. Bu ölçekte bir operasyon, tek başına Hamas’ın kapasitesiyle açıklanamayacağı için pek çok gözlemci İsrail tarafındaki ciddi güvenlik ve istihbarat zafiyetlerine dikkat çekti.
Savaş öncesi iklimi hatırlayalım: İsrail siyasetinde aşırı sağın yükselişi, Batı Şeria’daki yerleşimci hareketin fütursuzca genişlemesi ve kurumların, özellikle yargı ve bürokrasinin, siyasetin ağır baskısı altında zayıflaması. Üst düzey istifalar, kurumsal dağınıklık, “güç kimde?” sorusunu bile tartışmalı kılan bir atmosfer… Bütün bunlar, güvenlik aygıtının odağını dağıtmış olabilir. Ayrıca bölgesel normalleşme hamleleri, Filistin meselesinin diplomatik öncelik listesinin alt sıralarına itilmesine yol açtı. Bu da “kaybedecek bir şey kalmadı” duygusunu besledi. Hamas’ın, İsrail’i bu kadar hazırlıksız yakalayabileceğini bizzat kendisinin de öngörmediği; ama oluşan boşluğu sonuna kadar kullandığı anlaşılıyor.
Kısacası 7 Ekim, yalnızca bir “saldırı” değil; iç zafiyetler, ideolojik körlükler ve bölgesel jeopolitiğin kesiştiği bir kırılma anıydı.
Savaş Bir Seçenek Miydi?
Yaklaşık bir asırlık deneyim bize şunu söylüyor: savaş, çözüm değil, krizi yeniden üreten bir sarmal. 1948 Nakba’sıyla yüz binlerce Filistinli yurdundan edildi; sınırlar ve demografi altüst oldu. 1967 Altı Gün Savaşı Gazze, Batı Şeria (Doğu Kudüs dahil), Golan ve Sina’da yeni bir işgal düzeni kurdu; statüsüzlük derinleşti. 1973 Yom Kippur, askeri dengeleri yer yer sarssa da kalıcı barış getirmedi.
1987–1993 Birinci İntifada, taş ve sivil itaatsizlikle dünya kamuoyunu harekete geçirdi; Oslo’yu mümkün kılan zemini hazırladı. Ama Rabin suikastı umutları tüketti; yerleşim faaliyetleri artarak sürdü. 2000–2005 İkinci İntifada, şiddetin sınırlarını zorladı; bedeli ağır oldu, siyasal ufku daralttı. İsrail’in Gazze’den çekilişi ise Filistin siyasetini Gazze’de Hamas, Batı Şeria’da El Fetih olarak iki “husumetli kardeşe” böldü; ortak strateji üretme kapasitesi düştü.
Obama döneminde “en azından normalleştirelim” anlayışıyla yürütülen girişimler ve 2013–14’te Kerry’nin yoğun diplomasisi de sonuç vermedi. Masada kalan iki devletli çözümün bile kendi içinde zor soruları vardı: Batı Şeria’daki yerleşimlerin kaderi, Doğu Kudüs’ün statüsü, mültecilerin dönüş hakkı, A–B–C alanlarındaki idari ve güvenlik düzenekleri… Yerleşimci nüfus artmaya devam etti; idari kontrol haritası gerçekliği, harita üzerindeki çizgilerin önüne geçti. Öte yandan tek devlet önerisi, eşit vatandaşlık temelinde bir demokrasi hayalini değil; pratikte Filistinlileri ikinci sınıfa iten bir apartheid düzenini işaret eden çevrelerce dillendirildi. Bu da etnik temizlik çağrışımlı fikirlerin meşrulaştırılmasına kapı araladı.
Sonuç ortada: Savaş ve zor, kalıcı çözüm üretmedi; kayıpları katladı, siyasal kanalları tıkadı, toplumsal barışı erteleye erteleye büyüttü.