Hürriyet'te yazısı yayımlanmayan Özdil’in, gazete yönetimi-yazar ilişkileri hakkındaki düşünceleri
Yılmaz Özdil , yazısının Hürriyet’te yayımlanmamasının ardından gazeteden ayrılması tartışılırken, 2010 yılında Ayşe Arman ’a verdiği röportaj tekrar gündeme geldi. Özdil, röportajda “Ben yazarım, basar değilim. Basma kararı, yöneticime ait. Bak bu mevzu gelmişken anlatayım, gazete yöneticilerinin herhangi bir yazarı işe alma hakkı olduğu gibi, işten çıkarma hakkı da vardır, yazıyı basma hakkı olduğu gibi, basmama hakkı da vardır. Aksini iddia eden, geri zekalıdır. Ya da gitsin, kendisine matbaa kursun. Patronlar muhabire para vereceğine, yazarlara para vere vere, yazarların egosu patladı' görüşünü dile getiriyor.
Yılmaz Özdil Arman'a Konuştu!
'Son zamanların, en tavan yapan yazarı o bence. Her gün inanılmaz yazılar yazıyor, pardon döktürüyor!'
Bu ay Elele’ye Yılmaz Özdil röportajı yaptım. 9 sayfa. Çevir çevir bitmez. Ama aklım çıkıyor, göremeyeceksiniz diye.
En iyisi, işi sağlama alıp hatırlatmak. Gidin bir Elele alın, sakın kaçırmayın.
Fotoğrafları Mehmet Turgut çekti, olağanüstü oldu. İşte size röportaj... Tek başına muhalefet partisi
Geçenlerde bir dergi, “Bu aralar, Türkiye’deki en karizmatik adam kim sizce?” dedi. Düşündüm, bulamadım. “Beni pas geçin” dedim. Ve hayatıma devam ettim. Sonra fark ettim ki. Var benim için de karizmatik biri: Yılmaz Özdil.
Son zamanların, en tavan yapan yazarı o bence. Her gün inanılmaz yazılar yazıyor, pardon döktürüyor! Bazen bildiğimiz ama fark edemediğimiz, bazen de bilmediğimiz şeyleri gözümüzün önüne getiriyor. İnce bir zekayla yapıyor. Boş sallamıyor. Hep donelere, verilere dayanıyor. Bir ağız isali hali yok yani. “Nerede belgesi?” desen, “Aha burada!” diyecek. Ve cesur. Çok cesur. Onlardan çok kalmadı artık...
Ama galiba beni en çok etkileyen, bu kadar çok konuşulmasına, okunmasına rağmen, içinde egosunu ayarlayan bir regülatörün olması. Tek başına bir muhalefet partisi gibi o. Ama “Şu küçük dağları ben yarattım” edasıyla dolanmıyor ortalıkta. Bu haline bayılıyorum. Aslında herkesin birbirinin gözünü oyduğu bir ortamda, Uğur Dündar’la olan ilişkisine de bayılıyorum. Ona duyduğu saygıya, bağlılığa. Her zaman eşi Hülya’dan aşkla söz etmesine. Ailesine verdiği değere. Bence nesli tükenen adamlardan...
Geçtiğimiz günlerde, bir gün yazmayınca ödüm koptu. “Aman Allah’ım yoksa” dedim. Ve onu aradım, Elele için röportaj sözü aldım. Buyurun buradan okuyun...
Deli misiniz, divane misiniz, size gelen bütün mailleri yanıtlıyormuşsunuz...
Süs olsun diye koymuyorlar o mail adresinleri. Yazar değilim, okur-yazar’ım, evet yanıtlıyorum. Bir sakıncası mı var...
Yoo da, nasıl vakit buluyorsunuz?
Cevaplamayanlar, vakit olmadığı için mi cevaplamıyormuş!
İyi de gerekçesi nedir?
Merhaba diyene, merhaba demez misin? Yüzünü mü çevirirsin? Okur, vakit ayırmış, görüşünü iletmiş, en azından bir teşekkür cevabı anormal mi?
Yok değil, şahane! Devleştiniz siz. Ve aslında Bekir Coşkun’dan sonra, daha da devleştiniz. Sizin “Yok canım” diye cevap vereceğinizi biliyorum ama ben öyle görüyorum. Siz kendinizi nasıl görüyorsunuz?
İyiyim Allah’a şükür, sağlığım yerinde...
Siz, Beyaz Türklerin mi temsilcisisiniz?
“Beyaz Türk” diye bir şey yok. Eğitimli, seçkin halk çocukları var. Kendini Beyaz Türk zannedenler, sonradan para kazanıp, golfe başlayanlar. Dünyadaki en iyi golfçü de “zenci” iyi mi!
O zaman Ege’de Trakya’da mahallede, kahvede oturanların mı temsilcisisiniz...
Okeye dördüncü lazım olduğunda çağırıyorlar, katılıyorum bazen aralarına!
Ben kendi temsilcim gibi de hissediyorum sizi. “Yaşasın biri, geniş kitlelere sesimi duyuruyor!” diyorum. Buna ne diyeceksiniz?
Okey biliyor musun?
Referandumda beklentiniz neydi?
“Evet.”
Tarhan Erdem’in anketini gördüğünüzde, inandınız mı, inanmadınız mı?
Ben daha çok Selçuk Erdem’i okuyorum!
Peki hayal kırıklığı ne ölçüde oldu?
Hayal kırıklığı yaşamadım, inan. Titanic filmi gibiydi benim için, başlarken sonunu biliyordum zaten. Neticede güvertedeki zenginler kurtuldu, ambardakiler sizlere ömür!
Kendinizi yenilmiş gibi hissetmiyorsunuz yani...
Bir reyim vardı, hayır verdim, 1-0 galibim. Şu ana kadar beni yenebilen parti olmadı!
“Biz”, azınlık mı olduk artık?
Din değiştirme maddesi yoktu referandumda, dolayısıyla Lozan’a göre hala azınlık değiliz Allah’a şükür! Sokma akıllarına, onu da yaparlar!
Bu sonucu nasıl değerlendiriyorsunuz, Türkiye nereye gidecek?
Cumhurbaşkanlığı forsunda 16 yıldız var, 17’ye bağlarız!
İçkili sanat galerisi açılışlarına, eli sopalı baskınlar yaygınlaşacak mı?
İçkili sanat galerilerinin ne kadar yaygınlaşacağına bağlı...
Peki o zaman, var olan bu tehlikeyi “Evet” diyen liberaller, neden göremiyor? En zeki siz misiniz? Siz görüyorsunuz da, onlar göremiyor mu?
Liberal olmak için zeka şartı mı var? Marks, liberal miydi?
O liberaller için ne düşünüyorsunuz? Bir cümleyle onları nasıl tanımlarsınız...
Bir kelime yeter: Liboş.
Bekir Coşkun’un gidişini nasıl değerlendiriyorsunuz?
Elimizden alınan Türk kahvesi o...
Hükümetin baskısı sonucu gönderildiğine inanıyor musunuz?
Hükümet baskı yapmaz, aksine baskı yapılmasın ister, o yüzden basılmıyor artık yazıları!
Emin Çölaşan gitti, Bekir Coşkun gitti, üçüncü isim olarak siz kaldınız. Siz korkmuyor musunuz? “Sıra bana da geldi” diye düşünmüyor musunuz?
Sırayla mı bu işler?
Bekir Coşkun, onun Hürriyet’teki yerini şahane bir şekilde doldurdunuz diye size sinir olmamış mıdır?
Vereyim telefonunu, aç sor...
Okur için, Bekir Coşkun’un gitmesi, sizin gelmeniz bir şey fark etmez mi?
Logolar, yazarların üstündedir.
Yazılarınızda bir sürü arşiv bilgisi var, olay var, tarih var, rakam var. Bu verilere nasıl ulaşıyorsunuz?
Gazeteci tanıdıklarım var!
Siz, bir arşiv faresi misiniz? Hangi arşivi kullanıyorsunuz?
Hürriyet okyanus gibi. Yeter ki yüzmeyi bil.
Sizin beyniniz nasıl çalışıyor? Olaylara nasıl yaklaşıyorsunuz? Önünüze bir şey gelince, önce duygularınız mı, aklınız mı harekete geçiyor?
Bizim ahali, lafı kıçından anlar, o yüzden tersinden yaklaşıyorum...
Yazılarınızda hem mantık hem duygu var. Ve aynı oranda. Nasıl başarıyorsunuz...
Dedim ya, oran’ı oram’dan ölçüyorum!
Sizce IQ’nuz mu EQ’nuz mu yüksek?
“Ya biri düşükse?” diye korkuyorum, ölçtürmüyorum. Ne yaparım ben sonra?
Yazar olarak her geçen gün daha da yükseliyorsunuz ama hep “low profile” duruyorsunuz. Hiçbir şey yapmıyormuş gibi. Bunu nasıl beceriyorsunuz?
Ego başka şey, megolo başka çünkü...
Sizin egonuz yok mu?
Var.
Saklıyor musunuz?
Yooo.
En büyük egolular en alçak gönüllülerden çıkıyormuş. Doğru mu?
Bak ben sana söyleyeyim: En büyük egoluların, alçak olduğu doğru!
Siz bu toplumu her geçen gün biraz daha fethediyorsunuz ve bu toplum da size güvenip, önemli sorumluluklar yüklüyor. Bunun sonuçlarından korkmuyor musunuz? A) Popülist olarak değerlendirilmekten B) İktidarın tepkisi çekmekten, hapse girmekten, işsiz kalmaktan, dışlanmaktan C) Taşıyamayacağınız bir yükün altına girmekten, ailenizin başını belaya sokmaktan...
Popül’üm; bana popülist diyenler farkında değil ama, onlar da popül! Hapse girdim, işsiz kaldım, hayatın sonu değil, dışlanmadım hiç, arkadaşlarım var benim, gerekirse hayatlarını tehlikeye atarlar, kardeşliğimizden vazgeçmezler, taşıyamadığım yükü taşımam, bırakırım, ailem desen, başları zaten benle belada...
Farkında mısınız böyle bir misyona doğru gittiğinizin...
Misyon filan yok.
Biri size demiyor mu, “Yılmaz yeter yazma!” diye. Size, “Dur” diyen kimse yok mu?
Ayşeciğim, senin hakikaten sinirlerin bozulmuş!
Büyük resme bakınca, medyada muhalefet bitti mi? Bütün basın, iktidarın mı?
Pravda bile başaramadı o işi!
İşinize son verilirse, B planınız nedir? Zeytin yetiştirmek mi istersiniz mesela. Yoksa Sözcü’de mi yazarsınız?
Devlet Planlama Teşkilatı’na danışırım!
Elinizde bir televizyon var. Neden bu fikirlerinizi orada duyamıyoruz?
Elimde televizyon yok, ama senin elinde kumanda aleti var, beğenmiyorsan zapla.
Dürüstlüğü konusunda kuşku olmayan Uğur Dündar’a karşı bile suçlamalar da bulundular. Ne hissettiniz? Bunlar sizi nasıl etkiliyor?
Gülüyoruz çok. Uğur Dündar’la toplantımıza gir, çenen yırtılır kahkahadan. Şaka değil, gel bir gün, yazarsın belki...
Siz, gelişmeleri nasıl görüyorsunuz? Tehlike var mı?
Var, hakikaten yırtılır çenen!
Bir İzmirli olarak, Sezen’in “Evet” deme hakkı olmadığını mı düşünüyorsunuz?
İzmirli değil, Kastamonulu da olsam, Artvinli de olsam, “evet” deme hakkı olduğunu düşünüyorum. İzmirlilikle alakalı bir mesele değil bu. Hasan Mutlucan olma meselesi...
İzmir’e ihanet mi etti? Yoksa “Evet” oyunu ilan etmesi miydi kötü olan?
Güfteleri, besteleri ve sesi güçlü olduğu için seviyoruz onu, güçlünün yanında yer aldığı için değil...
Sezen’in neden böyle davrandığını düşünüyorsunuz? Etkileniyor mu? Kimlerden?
İşte o haddime değil, bilemem.
Sokağın tabelasının yere atılması ayıp değil mi?
Öyle bir sokak ismi yok. Çakma. Var diyen, çıkarıp belediye meclis kararını göstersin.
Bence o iktidar yalakası olabilecek bir kadın değil. Sizce öyle mi? O yüzden mi “Evet” dedi? Ya da menfaat mı elde etmek istedi?
İşte bu ayıp. Asla böyle bir düşünce içinde olamaz. O kadar severim ki Sezen Aksu’yu, kendisi hakkında bu tür düşüncelerin oluşmasına sebep olduğu için çok kızıyorum ona...
Annenizi bazen yazılarınıza sokuşturuyorsunuz. Benim çok hoşuma gidiyor. Onun da gidiyor mudur?
Hoş kadındır çünkü. Dünyada, yanağında kaşıkçı elması gibi şark çıbanı taşıyan tek Giritli, benim anamdır. Üşenmezsem romanını yazacağım: Hanya’yı da Konya’yı da gördü Nadide.
Karınız, herhangi bir yerde “Ben Yılmaz Özdil’in eşiyim” demiş midir?
Demez, “LeBron James’in eşiyim” der. Şaka bir yana, asla bu tür şeyleri sevmez Hülya.
Yılmaz Özdil’siniz diye indirim yapılsa, kabul eder misiniz?
Etmem, hiç etmedim. Bazen istemediğim halde yapıyorlar, teşekkür için çiçek miçek gönderince daha pahalıya geliyor.
Ne kadar maçosunuz? “Karıma yan bakana kafa atarım!” demiştiniz...
Atarım. “Aman çok zarif beyefendi!” desinler diye, karımıza laf mı attıralım?
Yazılarınızdaki incelik, hayattaki davranışlarınızda da gözlenir mi? Bence, “Yazı ince bir zekanın ürünü olsun, insanları etkilesin” diye çok uğraşıyorsunuz, çok da iyi yapıyorsunuz. Gündelik hayatınızda da böyle bir özeniniz var mı?
Yok. Doktor Jekyll’ım ben. Gündelik hayatımda Mister Hyde oluyorum. Hava kararınca da, Karındeşen Jack’im. Delirtme insanı Ayşe!
Siz bağırır çağırır mısınız kanalın ortasında? Azarlar mısınız insanları?
Bağırırım. Örgü örelim diye maaş vermiyorlar bize, iş başarılı olmalı. Mide kanaması geçiren mesai arkadaşım çok. Ama bana kırgın veya küs olan mesai arkadaşım yok.
İnsanları utandırır mısınız? Siz ne zaman utanırsınız?
Yozlaşan toplumda, hala yüzü kızarabilen arkadaşları seçip, çalışmayı yeğleriz biz. Mesai arkadaşı seçiminde böyle tercihlerde bulunmasaydık, utanırdım.
“Keşke öyle yapmasaydım” der misiniz sık sık?
Hiç olmadı. Olursa, özür dilerim.
Herkesin hayatta kendini beğendirmeye çalıştığı bir esas insan vardır. Sizin kim?
Çabalar nafile. Busundur, beğenen beğenir, beğenmeyen beğenmez.
Zaaflarınız neler?
İşimi iyi yapmaya gayret etmek zaafımdır benim. Yoruyor insanı. Hayatından çalıyor.
Kendinizden memnun olmadığınız yanlar...
Gazeteci olmak istemezdim.
Dinç Bilgin’e ihanet ettiğinizi düşünüyor musunuz? Öyle şeyler söyleniyor ortalıkta. O güya sizi okutmuş, eğitim masraflarınızı yüklenmiş, ama siz o zayıf durumdayken cezaevinden hastaneye çıktığında, fotoğraflarını yayınlamışsınız. Doğru mu?
Babam, Dinç Bilgin’in yanında çalıştı, maaş aldı, o maaşla okudum. Personeline hakkını veren işveren, kutsaldır bizim aile için. Dinç Bilgin, Cem Uzan, Turgay Ciner patronlarımdı, şimdi Aydın Doğan patronum. Patronlarım bana işimi yapmam için maaş veriyor. Dinç Bilgin’in hastane fotoğrafı haberdi, kullandım. Babam olsaydı, gene kullanırdım.
Sizi attırmak için uğraşmıyor mudur Başbakan?
Başbakan sever beni.
Valla mı?
Valla.
“Bu yazını basamayacağız Yılmazcım” dediklerinde ne dersiniz?
“Siz bilirsiniz” derim. Ben yazarım, basar değilim. Basma kararı, yöneticime ait. Bak bu mevzu gelmişken anlatayım, gazete yöneticilerinin herhangi bir yazarı işe alma hakkı olduğu gibi, işten çıkarma hakkı da vardır, yazıyı basma hakkı olduğu gibi, basmama hakkı da vardır. Aksini iddia eden, geri zekalıdır. Ya da gitsin, kendisine matbaa kursun. Patronlar muhabire para vereceğine, yazarlara para vere vere, yazarların egosu patladı. Hiç okunmayan ama patronun vicdanını sömürüp, orada kalmayı başaran, “operadaki hayalet” gibi gazete koridorlarında dolaşan tipler var. Zincirlikuyu, “Ben gidersem burası batar!” diyenlerle dolu...
Başucunuzda ne durur?
Bu aralar ne okuyorsunuz?
John Lloyd-John Mitchinson, Şakir Eczacıbaşı, Adnan Nur Baykal, Andre Gide. Nokia.