Donma tepkisi, sadece travmatik bir olayın sonucu olmayabilir. Ani bir eleştiri, otorite figürü, bitmek bilmeyen beklentiler, performans baskısı, sosyal gerilim… Bu tür zorlayıcı uyaranların tamamı, bedene anlık olarak ‘tehdit algısı’ ileten bir sinyale dönüşebilir.
Birey dışarıdan sakin görünür ama içeride karmaşık bir sistem devrededir: Sempatik sistem “kaç ya da savaş” der, parasempatik sistem “dur” der. İki zıt ses aynı anda çalar.
Sonuç?
Hareketsizlik. Sessizlik. Başlayamama.
Bu tepkilerin temelini anlamak için, süreci yöneten nörofizyolojik mekanizmadan kısaca bahsetmek gerekirse;
Stephen Porges’in Polyvagal Theorysi bu tabloyu berraklaştırır.
Vagus siniri tek bir hat değildir; üç farklı devreden oluşur;
Dorsal vagal devre tehdit anında sistemi kapatır “tasarruf ve korunma modu.” Ventral vagal devre güvenlik sağlar.
Sempatik sistem ise bildiğimiz savaş/kaç devresidir.
Ve Porges’in şu cümlesi freeze culture’ın belki de en net açıklamasıdır:
“State shifts story.” Hikayeyi belirleyen bedenin içsel sessiz hali…
Tehdit algısı zihinde değil, bedende başlar.
Bu yüzden ‘Neden başlayamıyorum?’sorusunun yanıtı, sandığımız kadar sadece psikolojik değil; çoğu zaman biyolojik süreçlerle de ilgilidir.
Bir Davranış Kültürleşir mi? Evet. Donma da.
Toplumsal bilimlerde “davranışın kültürleşmesi” oldukça yaygın bir fenomendir.
Erteleme kültürü, hız kültürü, toksisite kültürü, sessizlik kültürü, hustle culture…
Bireysel bir davranış tekrarlandığında, görünür olduğunda, ortak bir anlam kazandığında bir anda “yeni normal” olur.
Freeze de tam olarak böyle oldu.
Önce bireysel bir refleks olarak hayatımıza girdi.
Sonra birçok kişi benzer bir hâli yaşamaya başladı.
Ve bugün hepimizin dilinde aynı cümleler dönüyor:
“Başlayamıyorum.”
“Odaklanamıyorum.”
“Takılıp kaldım.”
“Enerjim hiç yok.”
Donma artık bireysel bir sorun değil; kolektif bir deneyim.