Fırat Neziroğlu Yazio: Çağdaş Sanat ve Köklerimiz Üzerine...

Halı, bu toprakların dili. Göçebe toplulukların çadırının duvarı, tavanı, yeri... Binek hayvanları ile aralarındaki bağ.

Anadolu’nun kadim kültürü. En eski el zanaatlerinden biri. Tüm dünyada kullanılan iki tür düğüm vardır. Biri Türk (Gördes) düğümü diğeri de İran düğümü. Bilinen ilk halı Pazırık halısıdır, ortalama 2500 yaşındadır ve Türk düğümü ile dokunmuştur.

Bugün bu dili sanat haline getirenlerden biri de Ramazan Can. İşlerini hayranlıkla takip ederim. Çok severim. Bugün için bize yeni sözler söyler Ramazan’ın halıları ve sanatı.

Tekstilin çağdaş sanat içinde henüz kabul görüyor olması çok manidar. Ben de bir dokuyucu olarak ürettiğim için çok içten bir beğeni duyuyorum Ramazan’ın işlerine karşı.

Her söz kendi diliyle söylenince anlamlı. Ramazan da kendi dilini öyle güzel kullanıyor ki geçmiş, bugün ve gelecek arasında güçlü bir köprü kurup üzerinde yolculuğa çıkarıyor bizleri.

Kara Şaman II, 2012, Tuval Üzerine Yağlıboya, 200x140 cm

Sanat dilinin kendisinde köklenmesi ve kendiliğinden gelişimi hakkında konuştuk. Hayat ne güzel bir organizatör. Yaşadıklarımız bizi şekillendiriyor. Ramazan'ın hikayesi çok güzel bir örnek. İlham olsun...

“1988 Manisa’nın Demirci ilçesine bağlı bir köyde doğdum. Doğduğum köy bir zamanlar göçebe olan Karakeçili Yörüklerine ait. 5 yaşımda babamın işi gereği Kastamonu Taşköprü’ye taşındık ve şehir hayatıyla orada tanıştım. Ben ortaokulu bitirene kadar bir apartmanın zemin katında yaşadık. Nedeniyse uyurgezer olmamdan kaynaklı ailemin yaşadığı kaygılardı. Bu ayrıntıyı veriyorum çünkü bu durum şu anki üretimimin kaynağını oluşturuyor.

Şehir hayatıyla birlikte okul hayatım da başlamış oldu. Kulakları çınlasın ilkokul öğretmenim resim konusunda fazlaca yeteneğim olduğunu söyler bu konuda aileme telkinlerde bulunurdu.

Şaman İkonu, 2013, Ahşap Üzerine Yağlıboya, 190x130 cm

Evet bir yeteneğim vardı belli ki ancak o vakitlerde haftada bir yapılan resim dersleri dışında resim yaptığımı hiç hatırlamıyorum. İlkokul 5. sınıfta geçirdiğim talihsiz bir olay neticesinde sağ elimde üç, sol elimde iki parmağım kesildi ve doku ve uzuv kaybını önlemek adına art arda üç ameliyat geçirdim.  Üçüncü ameliyatın sonunda doktorun tavsiyesi gereği bilek ve parmaklarımı sıkça hareket ettirmem gerekiyordu ki bunun için en mantıklı yöntem yazı yazmak ya da resim yapmaktı.  Dolayısıyla bu olay resimle olan bağımı geliştirmek adına bir hayra vesile olmuş oldu. Keza o gün bu gündür resim yapıyorum 😊

Sıradan bir ortaokul dönemi ardından liseye başladım. Lise üretim açısından benim adıma daha verimliydi sokak sanatı ve graffitiyle ilgileniyor neredeyse tüm defterlerime sketchler yapıyor cesaret edebildikçe de sokağa graffitiler yapıyordum. Lisedeki resim öğretmenimin beni keşfedip yönlendirmesine kadar resimle ilgili bir eğitimin varlığından bile haberdar değildim. Ki o zamanki haylazlıktan olsa gerek çok da umursamıyordum açıkçası. Liseyi bitirip tüm arkadaşlarımın ülkenin farklı bölgelerine üniversiteye gitmesiyle gelen yalnızlık bana öğretmenimin söylediklerini hatırlattı ve iki yıl sonra öğretmenimin yanına gidip ben de üniversite okumak istiyorum dedim ☺

Sağ olsun beni kendisinin de hocası olan çok değerli bir sanatçıya Sait Civcioğlu’na yönlendirdi.

Tüür, 2014, Ahşap-Metal-Kumaş, 215x145x30 cm

Sait hocadan aldığım 7-8 aylık eğitimle Gazi Üniversitesi Gazi Eğitim Fakültesi Resim-İş öğretmenliğine yerleştim. Gazi eğitimin bir parçası olan gelenekçi yapı dört yıl boyunca sadece plastik değerler üzerinden okunabilecek ya da değerlendirilebilecek işler üretmemi dolayısıyla ağırlıklı olarak el yeteneğini geliştirebileceğim bir eğitim almamı sağladı. Ancak mezun olduktan sonra dönüp bir etrafa bakındığımda sanatın sadece kendinden ibaret olmadığını yani sanatın içsel sorunlarının dışında çevremde de fazlasıyla sorun olduğunu ve benim bunlara cevap olarak bir şeyler yapmam gerektiğini anladım.

Evet yaptığım şey sadece resim ya da heykel olmamalıydı bir şeyler anlatmalıydı. Buna karar vermiştim ancak ne anlatacağımı da bilemiyordum. En samimi olan tabi ki de kendimi anlatmaktı, belki de o an için en kolay olan buydu. Ama nereden başlamalıydı? Şimdi burada yaptığım gibi en başa döndüm ve yazdım. Anılar üzerinden kendime basit bir harita çıkardım.

Burada Andreas Huyssen’ den bir alıntı yapmak istiyorum. ‘’Anımsayan özne, düne ait olan geçmiş yaşantısını, bugünde bellek aracılığı ile oluşturur. Belleğin sakladığı izler olarak anılar, geçmişe ait iken; bellek, şimdide yaratılan bir kurgu olarak, varlığını içinde bulunduğumuz an’a yayar. Geçmiş, şimdi, gelecek birlikteliği, bu anlamda belleğin kimlik tasarımlarında kullanılmasını sağlar.’’

Kozmogoni,2015,  Ahşap-Metal-Kumaş, 215x205x40 cm

Ürettiğim işlerin kendi kimliğimle ilgili olmasına karar verdiğim dönemde gözümü doğup büyüdüğüm bölgeye çevirdim. Bir zamanlar göçebe olup sonrasında yerleşik hayata geçmiş insanların yaşadığı bölgeye ait kendi belleğimdeki unutulmaz anekdotların peşine düştüm. Çünkü Huyssen’in de söylediği gibi geçmişin anı haline gelmesi için dile getirilmesi gerekmektedir. Geçmiş, belleğin içinde saf ve yalın halde bulunmaz. Anımsama ediminin statüsü şimdidedir. Anımsama geçmişin kendisi değildir.

Bu nedenle bir olayı yaşamak ile bir temsil içinde anımsamak arasında, geçmiş ve şimdinin arasında olduğu gibi ince bir yarıktan söz edilebilir.

Kepenekli, 2015, Metal, 50x22x16 cm

Belleğin canlılığını, aktarım gücünü sağlayan bu yarık, sanatsal yaratıcılığı da beslemektedir. Çocukluğumda geçirdiğim rahatsızlıkların özellikle uyurgezerliğin tedavisi için bölgede alışılagelmiş tedavi yöntemlerine başvuran ailem tarafından götürüldüğüm sağaltıcıların gerçekleştirdiği ritüeller ilk ürettiğim işlerin besleyicisi oldular. Sonrasında bu ritüeller üzerine araştırmalar yaptığımda meselenin İslamiyet’ten önceki inanç sistemi olan Şamanizm’e kadar dayandığını keşfettim.

Bu durum mitolojik kaynaklı bazı geleneklerin halen devam ettiğinin ispatı niteliğindeydi. Halen devam eden bu mitoslar güncel bazı sorunlara Şamancıl bir bakış açısıyla yaklaşabilmeme yardımcı oldular. Güncel sorunlara cevap ararken izlediğim metodoloji, geçmişle bugün arasındaki bağlantıları kurabilmemi sağlarken modern olanla ilkel olanı karşılaştırmama da neden oldu. 2016 yılına kadar her şey normaldi oluşturduğum haritaya göre kronolojik bir sıra oluşturmuştum ve ona sadık kalarak üretiyordum.

Amacım Orta Asya’da Şamanizm’in var olduğu ilk zamanlardan göçler yoluyla meseleyi Anadolu’ya getirmek ve Yörüklerle sonuçlandırmaktı.

Kırk Yıl Dağda Gezdim Geyiklerinen, 2016, Tuval Üzerine Yağlıboya, 160x190 cm

Konuyla ilgili fazlasıyla kaynak edinmiştim bir taraftan üretiyor bir taraftan okumalar yapıp ilgimi çeken kısımları not alıyor bu notlar üzerinden çizdiğim basit taslaklarla yapacağım yeni işler için hazırlıklar yapıyordum.

Bu aşama üretim açısından tek bir pratiğe bağlı kalmamam gerektiğini fark etmemi sağladı. Sonuçta anlatmak istediğim şeyi izleyiciye doğrudan yansıtabileceğim farklı pratikler denemeye başladım. Bir meseleyi en iyi heykelle anlatabileceksem heykel, resimle anlatabileceksem resim, fotoğraf, video, yerleştirme, dokuma derken plastik sanatların hemen her disiplininde işler üretmeye başladım. Hatta benim için kutsal olan bu bir şeyler anlatma kaygısı daha da ileri giderek aynı disiplin üzerinde üslupsal farklılıklara başvurmama neden oldu. 

Derken 16.05.2016 tarihli bir gazetede ‘’Belediye başkanı Sarıkeçili göç şenliğini basıp çadırları yıktı’’ manşetli bir haberle karşılaştım. 

Haberin özeti kısaca şöyle şenlik günü, bazı konuşmalarda, hükümet aleyhine konuşuluyor, göçebe kültürünün yok edilmek istendiği, obaların konakladığı yerlerdeki suların kullanıma izin verilmediği ve göçebelerin her gittiği yerde bu tür sorunlarla karşılaştığı yönünde sözler söyleniyor ve belediye işçileri şenliğin düzenlendiği alana gelip alanı yakıp yıkıyor.

Bu haber beni fazlasıyla etkiledi ve geçmişte takılı kaldığımı hissettim. Burnumun dibinde böyle güncel sıkıntılar varken benim Orta Asya’da ne işim vardı?  Evet onu da yapmalıydım ama bu sıkıntılara da doğrudan değinmeliydim. Başlangıcından beri yaptığım küçük çaplı saha araştırmaları esnasında ilk dikkatimi çeken Yörük dokumaları oldu. Bu dokumalar basit kullanım nesneleri olmalarının yanı sıra göç halindeyken kolay taşınabildikleri için Yörüklerin tüm varlıklarını oluşturmaktadır.

Topladığım dokuma örneklerini kullanmanın vakti gelmişti ve aile yadigarı olan 60 yıllık kıl çadırı böyle bir işe dönüştürdüm

İskanlardayım (yüklük serisi), 2016, Beton, Kıl Çadır, 65x105x47 cm

Bu işle birlikte Yörük dokumalarını işlerimin bir parçası haline getirmeye başladım. Özellikle ikinci bir malzeme olarak kullandığım betonla birleştirerek yaptığım işlerin daha önce kullandığım açıklayıcı metni şu şekilde.

Osmanlı devletinden bu yana güdülen politikalar neticesinde göçebe yaşam biçiminden tarım kültürüne geçen Yörükler, Cumhuriyetin ilanından sonraki dönemde ise ekonomik nedenlerden dolayı kent kültürüne geçiş yapmışlardır.

Göçebe kültürden kent kültürüne geçmiş Yörüklerin bir daha kullanılmamak üzere yüklüklere kaldırdıkları dokumalar yerleşik hayatın en önemli endüstriyel malzemesi olan betonla birleştirilerek oluşturduğum iş-işler kültürlerarası bu çarpık ilişki içinde bir kültürün nasıl yok olduğunu izleyiciye sunuyor.

Bu seriyle birlikte dokumalarla fazlasıyla haşır neşir olmaya başladım.

Renkler desenler beni öylesine cezbetti ki her birinin sıradan bir kullanım nesnesi olmaları dışında birer sanat eseri olarak kabul edilmesi gerektiğini düşünür oldum.

İslamiyet’in yanlış yorumlamalarından kaynaklı olarak gelen tasvir yasağıyla Türklerin sanki bu duruma bir başkaldırı gibi bütün yaratma arzusunu dokumalara aktardığını düşünüyorum.

Yaptığım küçük çaptaki saha araştırmalarını arttırdım. Fırsat buldukça doğduğum bölgeye gidip Yörük köylerini geziyor dokuma yapan insanlarla tanışıp onlarla sohbetler edip ses kayıtları, fotoğraflar ve videolarla bunları kayıt altına alıyordum.

Yaptığım bu geziler esnasında bazı küçük örnekler topladım. (Bkz. alttaki görsel)

Örnek, Anonim, 21.5x47 - 19.5x22 cm

Bu örnekleri çocukluğumdan da hatırlıyorum da annem ve teyzelerim bu örneklere bakarak halı ve kilimleri dokurlardı. 

Sonuçta elimde 50 kadar örnek birikti. Fakat gel gelelim hemen hepsi çevresel faktörlerce saklandıkları yerlerde yıpranmış üstlerindeki desenlerin bir kısmı yok olmuştu. Bence yok olmaya başlamış bir kültürün en somut örneği elimdeki bu çizimlerdi. Bu süreci olduğu gibi izleyiciye aktarmanın en mantıklı yönteminin yarım haldeki o halıyı dokutmak olduğuna karar verip böyle bir işe koyuldum.

Eğer bu iş bana ait olacaksa bu sıradan bir tezgâhtan çıkmamalıydı benimle ilgili olmalıydı.  Benim çocukluğumda şahitlik ettiğim gibi annem dokumalıydı, teyzem dokumalıydı, halam dokumalıydı. Tıpkı eski günlerdeki gibi onlar halı dokurken ben etrafta yaramazlık yapmalıydım ☺. 

Annem ve akrabalarımı bana yardım etmeleri konusunda ikna etmek için epeyce ter döktükten sonra sonuçta işe koyulduk. İlk başta herkes büyük bir

tereddüt içindeydi çünkü en son halı dokuyan bundan 20-25 yıl önce bu eylemi yapmayı bırakmıştı. İlk başta sağda solda bir gün kullanılır diye düşünülüp saklanan ipleri yerlerinden çıkardık.  Sonra en temel ihtiyaç olan tezgâhı civar köylerden birinden bulup getirip teyzemin evine kurduk ve dokuma başladı. Ben ise tüm bu süreci bir kamerayla kayıt altına alıyordum. Kayıt esnasında normalde benim yapmam gerekirken bana sorular soruluyor bu halıyı neden dokuduklarını ne işime yarayacağını anlamlandırmaya çalışıyorlardı.

O diyaloglar esnasında geçen bir cümle benim hem 2018’de Anna Laudel galeride açtığım sergimin adı hem de o serginin en önemli parçası olan bu dokumanın ismi oldu… Evvel Zaman İşi.

Görselde sol üstte örnek, (Anonim, 22.5x38 - 19x22 cm), onun altında tüm sürecin videosu, Sağda dokuma (Evvel Zaman İşi, 2018, halı, 125x190 cm) hemen altında ise dokuma esnasında tezgahın altında biriken ip kırpıkları.

Bu mottoyu ve benzerlerini daha sonra farklı işlerimde de kullandım.

Hep Yarını Bekledi, 2019, Neon, Halı, 143x233x16 cm

Özellikle yarım halı fikri anlatmak istediklerim için yeterli yapıya sahipti fakat her defasında da halı dokumak benden ziyade bana yardım eden insanlar için fazlasıyla zordu. Ben de bu fikri biraz daha geliştirerek yardımcı başka malzemelerle meseleyi başka bir taraftan ele almaya yani yok olma eyleminin zamansal akışını (geçmiş-bugün) tam tersinden (bugün-geçmiş) ele almaya başladım. Dolayısıyla böyle bir iş ortaya çıktı.

Neon ve halıyı birlikte kullanmaya başladıktan sonra sanatsal bir ifade aracı olarak bu iki malzeme arasındaki ilişkiyi ve bunlar arasındaki hiyerarşiyi sorgulamaya başladım.

 Evinde Hissetmek, 2020, Neon, Halı, Pleksiglas 132x226x15 cm

Dolayısıyla bana bu noktada yol gösteren Derida’nın logo merkezciliğe getirdiği eleştiriler oldu. Logo merkezcilik, esas olarak düşünce dünyamızı kapsayan kalıplaşmış bir düşünce biçimi olup, daha ziyade içeri/dışarı, erkek/kadın, hatırlamak/unutmak, mevcut/yok gibi dikotomiler üzerinde yürütülmektedir.

Derrida’ya göre bizler dünyayı bu tür dikotomilerin penceresinden okumaktayız.

 I Am Stranger Of This Place, 2018, Yerleştirme, (Ahşap, Dokuma, Neon), 188x127x16.5cm

Bu dikotomiler üzerindeki her bir ayrım kendi içinde birincinin ikinciye üstün görüldüğü bir hiyerarşiyi simgelemektedir. Örneğin; Dost-Düşman, Varlık-Yokluk, İyi – Kötü, Hayır-Şer, Konuşmak- Yazmak. Derrida’ya göre birinci sıradaki (iyi) ve öncelikli olan kavram diğeri olmadan ele alınamaz. Çünkü birinci kavram ikinciyle anlam kazanmaktadır. Daha doğrusu ikinci kavram birinciye varlık kazandırmaktadır. Örneğin, hatırlamak kavramı ancak unutmak varsa bir anlam ifade eder. Ya da dünyada zenginlik ancak fakirlik varsa mümkün olabilir.

Yani, Derrida’ya göre her bir dikotomideki kavramın biri diğerinden bağımsız değildir.

 I Am No Longer A Stranger Of This Place, 2019, Neon, Carpet,Plexiglass, Wood, 220x127x17 cm

Bu bağlamda zamansal açıdan birbirine zıt iki yapının bir araya getirilmesiyle oluşturulan çalışmada sağda geleneksel motiflerle oluşturulmuş bir kullanım nesnesi solda ise sağdaki halıyı tamamlayıcı bir şekilde uzanan güncel bir pratik yer almaktadır. Derida’nın penceresinden bu iki yapı birbirini destekler niteliktedir. Dolayısıyla sağdaki yapı soldakine varlık kazandırmaktadır.

Benim öyküm kısaca böyle sevgili Fırat.

Atölye 

Şu sıra neler yaptığımı merak ediyorsan eğer Mayıs’ta bir sergim var, pandeminin ilk günlerinden bu yana atölyeme kapanmış ona hazırlanıyorum.

Instagram

Twitter

Popüler İçerikler

Bahis Reklam ve Teşvik! Acun Ilıcalı, TV8 ve Exxen Yetkilileri Hakkında Soruşturma Başlatıldı
Domuz Eti Skandalıyla Gündeme Gelmişti: Köfteci Yusuf Yeni Bir Sektöre Giriş Yapıyor!
"Bir Evim Varsa Onun Sayesinde": Hakan Meriçliler'den Vural Çelik Tartışmasında Gülse Birsel'e Büyük Destek!