Bunun bir de “milliyetçiyim ama ülkücü değilim” versiyonu vardır. P→Q ise Q→P olmak zorunda değildir. Ancak ve ancak, açıklama yapmaya da gerek yoktur.
Ortamda “ülkücü” kelimesinin geçmesi ile beraber “içki içenlere kızıp kendileri
içiyorlar”, “oruç tutmuyorlar, tutmayanlara karışıyorlar” eleştirileri başlar. Bu genellemelerin hangi alan araştırması sonucu kabul gördüğü merak konusudur.
Ah bu Kurtlar Vadisi…
Televizyon ve sinemanın yeşil parkalı prenslerinin aksine ülkücüler “kötü karakter”lerdir. “Sinemada gelişmeler var, karakterler artık siyah ya da beyaz değil” desek de bu ülkücü karakterler için geçerli değil. Ülkücü karakterler her türlü insani vasıftan uzak, ahlakı ve vicdanı olmayan, iki lafı bir araya getiremeyen kültürsüz ve avam “tip”ler… Daha doğrusu “tipsiz”ler…
Hastane koridoruna ayakta hacet edip tüyen teyzenin bile kendine göre geçerli sebepleri vardır, ancak ülkücü olmanın geçerli bir sebebi olamaz.
Dursun Önkuzu ile tanışmış mıydınız?
“Zaten dünyada saf ırk diye bişi yok yea…” söylemi ile özetlenebilecek bu algının ne “millet” kavramından, ne de ülkücülüğün beslendiği tarihî altyapı ve derin fikriyattan haberi vardır.
Ülkücüler solcular tarafından faşist, sağcılar tarafından ırkçı olmakla itham edilir. Bu iki taraf birbirine, ülkücülere olduklarından daha az tepkilidir.
İş, okul, mahalle… ülkücü ideolojinin hâkim olduğu çevre ender bulunur. Dolayısıyla ülkücü, ideolojik açıdan çoğunlukla yalnız kalır. Bunun sonuçlarından biri, okuduğu kitapları “kaplayarak” okumak zorunda kalmasıdır.
- Aaa, ülkücüler kitap da mı okuyor?
- Yok, sadece resimlerine bakıyorlar.
Rüzgâra karşı yürümek zordur. Bazen ekonomik kaygılarla bazen başka sebeplerle ülkücülerin “eski ülkücüler” haline geldiği görülür. Ne diyelim, eğer yapabilecekseniz, ülkücü olmayın…
- Muhsin Yazıcıoğlu iyi adam, ama…
- “Ama” ne?
- Ama “iyi adam” olmak yetmiyor, demek ki…
Bütün önyargılara, bütün klişeleşmiş söylemlere kulak tıkayıp bilgisayara Mehter CD’sini takmak. Ve gözlerini kapatıp arkaya yaslanmak…