20. yüzyılın başlarında keşfedilen fosfat yatakları, Nauru’nun kaderini tamamen değiştirdi. Britanya ve Almanya tarafından işletilen madenler, uzun yıllar boyunca ada ekonomisinin temel gelir kaynağı oldu. Bağımsızlığın ardından fosfat kontrolünü devralan yönetim, kısa sürede olağanüstü servet birikimi sağladı.
1980’li yıllara gelindiğinde uluslararası basın, Nauru’yu 'dünyanın en küçük ve en zengin demokrasisi' olarak tanımlıyordu. Kişi başına düşen gelir, petrol ihracatçısı ülkeleri geride bırakmıştı.
Ferrari ve Lamborghini gibi spor otomobillerin ithal edildiği, özel uçaklarla alışveriş seyahatleri yapıldığı aktarılıyordu. Ancak fosfat rezervlerinin sınırlı olması, refah döneminin de sınırlı kalmasına yol açtı.