Fehmi Koru: 'Erdoğan Saray'ı Kendisi Vermeli'

11. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül ile olan dostluğu 1970'li yılların Milli Türk Talebe Birliği'ne dayanan Habertürk Gazetesi yazarı Fehmi Koru 'Başkanlık sistemini seçmen gündemden kaldırdı. Madem orası artık bir başkanın sarayı olmayacak o halde Tayyip Bey kendini başkan değil normal bir cumhurbaşkanı olarak düşünmeli. Cumhurbaşkanı'nın yeri de Çankaya' dedi. Erdoğan'ın pazarlık konusu olmadan kendiliğinden saraydan Çankaya Köşkü'ne çıkması gerektiğini vurgulayan Koru, AK Parti fabrika ayarlarına dönmeli, ANAP'ı hatırlayın, siyaset ölü partilerle dolu” ifadesini kullandı. 

Gül'ün 12 yıl başdanışmanlığını yapan Ahmet Sever'in Gül'lü yılları anlattığı kitabından, koalisyon adımlarına Fehmi Koru'nun Cumhuriyet'ten Selin Ongun'un sorularına verdiği bazı cevaplar şöyle: 

“Ahmet Sever'in yeni kitaplarıyla da karşılaşmak mümkün”

Ahmet Sever'in kitabını siz nasıl buldunuz?

Bir gazetecinin önce Başbakan'ken ardından Cumhurbaşkanlığı'ndayken Abdullah Gül ile geçirdiği 12 yılın tanıklığını yazmasını elbette önemsiyorum. Kitabına aldığı tanıklıkları herhalde sadece bir bölümdür. Önümüzdeki günlerde Ahmet Sever'in yeni kitaplarıyla da karşılaşmak mümkün olabilir diye düşünüyorum. Ülkemizin kritik bir dönemine önemli ve değerli bir tanıklık bu kitap.

“Gül'ün Ahmet Sever'in kitabını okuduğunu zannetmiyorum”

Bu kitap, Abdullah Gül'ü kendi tabanında “Abdüllatif Şener'leştirir” mi?

Abdullah Gül, AK Parti tabanı denilen kitlede çok saygı gören, önemli bir isim. Bu, günlük tartışmaların değiştiremeyeceği bir gerçek. Diğer yandan şunu kayda geçirmekte yarar var. Kitapla ilgili tartışmaların gittiği yön onu mutlu etmemiştir. Nitekim açıklamasıyla bunu ifade etti. Abdullah Gül'ün en hassas olduğu konu kendi çevresi olarak gördüğü, yetiştiği siyaseti hareketin içinde yanlış anlaşılmaktır.

Bu kitabı yayımlanmadan evvel okuduğunu biliyoruz. Yılların siyasetçisi olarak böyle bir kitapla bu tip yorumların çıkacağını öngörüyor olmalı?

Ben okuduğunu zannetmiyorum.

Okuduğunu Ahmet Sever söyledi.

Benim bildiğim kadarıyla kendisine getirilen metne şöyle bir bakmıştır. Düzeltmeye gidecek herhangi bir ciddi okuma yaptığını zannetmiyorum. Kitapla ilgili olarak kendisinin benimle paylaştığını söyleyeyim. Ne “Şu doğru değil, bu doğru” tarzında herhangi bir düzeltme yapmış, ne de bu tip düzeltmelere fırsat verecek şekilde kitabın ayrıntılarıyla ilgilenmiş. Böyle anlaşılabilecek olanları fark eder düzeltirdi yoksa. Sanıyorum Ahmet Sever kitabın müsveddesini bırakmış, Gül'ün de okuduğunu varsayıyor. Ben Abdullah Gül'ün bana söylediğini de nakledeyim. “Ben şu anda benimle hiçbir irtibatı olmayan bağımsız bir gazetecinin benimle birlikte yaşadığı yılları yazdığı bir kitabı 'bu doğru değil, bu doğru' diye düzeltmeye kalkarsam o onun kitabı değil benim kitabım olurdu. Dolayısıyla hiçbir noktasına o şekilde yaklaşmadım” dedi.

Yani çıkartma, düzeltme vs. yaptırmamış mı?

Çıkartma yaptırdı mı; onu bilmiyorum. Fakat Ahmet Sever'in kitabı yazma sürecinde birkaç kez kendisiyle görüşme ihtiyacı olduğunu, hafızasındaki ya da notlarındaki tereddüt ettiği konuları ona danışarak yazdığını biliyorum. Sever'in tereddüt ettiği noktalarda düzeltmeler yapılmış. Ama yazılı hale getirildikten sonra bir müdahalesi olduğunu zannetmiyorum.

“Erdoğan ile Gül kitabı konuşmamıştır bile”

Erdoğan ile Gül arasında bu kitap “geçiştirilebilir” mi?

Konuşmamışlardır bile diye düşünüyorum. Biliyorsunuz daha önce Ahmet Sever'in bir çıkışı olmuştu. Ruşen Çakır'a verdiği söyleşiden söz ediyorum. Orada açık biçimde güncel siyasetin kahramanlarını rahatsız edecek unsurlar vardı. Rahatsız olabileceklerden biri de bizzat Başbakan Tayyip Erdoğan'dı. O ne yaptı; hiçbir cevap vermedi. Onun adına başkaları cevap verdi. Hatırlayacaksınız, “Bu görüşler Cumhurbaşkanı Gül'ün değil, onun danışmanının fikirleridir” demişlerdi.

Ama kitaptan öğreniyoruz ki, Erdoğan Gül'den danışmanını işten çıkarmasını istiyor.

O dönemde hem Gül hem Sever ile görüşüyordum. Ne Gül'den ne de Sever'den Ahmet Sever'in görevinden atılmasıyla ilgili bir telkinin geldiğini duymadım. Ahmet Sever bunu başka kaynaklardan duymuş olabilir.

Gül'ün Erdoğan'a “Ben konuşsam daha mı iyi olurdu” yanıtını verdiğini de okuyoruz kitapta. Gül bu kitabı okudu nihayetinde. Ve yalanlamadı, değil mi?

Az önce de söyledim, benim bildiğim Gül'ün kitabı “Burada bunu demişim, bu yanlış, bu doğru” mahiyetinde okumadığı, hangi konuların işlendiğine baktığı. Zaten kendisinin yaptığı açıklama da bunu ortaya koyuyor.

Bir cumhurbaşkanı siyasette böyle kütlesi olabilecek bir kitap önüne geldiğinde “şöyle bir bakıp” mı davranır? Siz kıdemli bir gazeteci olarak buna ikna oluyor musunuz?

Oluyorum. Sebebi de çok açık. Eğer Abdullah Gül bu kitabı baştan sona okumuş ve bunun kendisinden alıntılar da dahil olmak üzere yayımlanmasına onay vermişse o zaman Abdullah Gül çok saf, politikanın içerisinde boşuna vakit geçirmiş bir insan olur. Bu kitabın nasıl bir hava yaratacağını öngörebilecek zekada bir politikacıdır Abdullah Gül. Ben o sebeple diyorum ki, bunu okumuş olması mümkün değil. Bu kitap kendisine müsvedde olarak verilmiş, bu besbelli. O müsveddeye de bakarak konuları görmüş besbelli. Ama mesela Ahmet Sever'in görevinden atılması konusundaki telkin kısmını gördüğünü zannetmiyorum. Görmüş ve düzeltme yapma gereği duymamış ise o zaman Ahmet Sever öyle bir izlenim almıştır, bunu da kayda geçirmiştir.

Kitap seçimin hemen ertesinde yayımlanınca şunu söyleyenler oldu: “Düğmeye basıldı, Gül devreye giriyor, bu kitap da onun bir parçası.” Fikriniz nedir?

Gül'ün “yanlış anlaşılabileceği” ya da “etki edebileceği” endişesi ile kitabın seçimden önce yayımlanmamasını rica ettiğini biliyoruz. Peki seçim öncesinde yayımlansaydı ne denecekti?

“Gül'ün partinin başına geçerim, yeniden başbakan olurum, gibi bir derdi yok”

Ya şu kısım: “Doğan Grubu kitabın arkasında, Gül'ü sahaya sürecek siyasi mühendislikte bir merdiven bu kitap?”

Seçimden önce AK Parti karşısına hep siyasetçi olmayan bir rakip koyuyor. Bu kez o rakip Doğan Medya Grubu'ydu. Seçimden sonra da bunun devam etmesini talihsizlik olarak görüyorum. Bence bu tip tartışmaların bir temeli yok. Daha iyi anlaşılması için Abdullah Gül portresinin şu yönünü belirtmekte yarar var: Bu insanın bakanlık, başbakanlık, cumhurbaşkanlığı yapmış bir insan olduğunu unutuyoruz. Abdullah Gül'ün gelecek ile ilgili herhangi bir hesabı yok. “Partinin başına geçerim, yeniden başbakan olurum” gibi bir derdi yok. Onun hiçbir zaman böyle bir niyetinin olmadığını bildiğim için bu tartışmaları ciddiye almıyorum.

“Gül'ün her şeyi imzalamadığını en başta Tayyip Erdoğan biliyor”

Kitaptaki portre AK Parti'li olmayan çevrelerde, “Gül'ün hükümetin tasarruflarıyla ilgili rahatsızlıkları var. Üzüntü duyuyor fakat tayin edici müdahalesi yok” şeklinde karşılık buldu. Katılır mısınız?

Abdullah Gül Cumhurbaşkanlığı görevi boyunca hükümetle ilişkilerini hep iyi tutma gayreti içinde oldu. Bu doğru. Kaldı ki bunu kendisi de her fırsatta ifade etti. “Ben bu parti tarafından seçildim, buradan ayrılınca da gideceğim adres orası” diye hep uyardı. Dolayısıyla hükümetle ya da o dönemin başbakanı Tayyip Erdoğan'la çatışma niyetiyle Cumhurbaşkanlığı yapmış biri değil. Ancak “Abdullah Gül önüne getirilen her şeyi imzaladı, hiç itiraz etmedi, itiraz etse de kaale alınmadı” gibi bir zan yanıltıcı olur. Bunun böyle olmadığını en başta o süreçte Başbakan olan Sayın Erdoğan ve o günün ilgili bakanları biliyor. İmzalama safhasının da dışında, daha henüz Meclis'te Genel Kurul'a inmemiş, komisyonlarda görüşülmekte olan kimi yasalara “Bunu böyle çıkartırsanız asla onaylamam” dediği için vazgeçilmiş, en az 10 yasa var.

Fakat hafızalardaki en kritik “onaylardan” biri Gül'ün internet yasasının altındaki imzası örneğin.

O süreçte defalarca bu yasanın mahsurlarını, getireceği yasakları yazılarına yansıtan biri olarak yakından izlediğim olayı paylaşayım. İnternet yasası Meclis'te görüşülürken Abdullah Gül, hukuken sakıncalı bulunan kısımları 14 maddeyle raporlaştırdı. Bakanla oturdular, o 14 maddenin değiştirilmesi üzerinde bir mutabakat sağladılar. Ancak yasa aceleyle, herkesten habersiz olarak Meclis'ten geçti. Yasa önüne geldiğinde mahsurların değiştirilmesini istedi. Bakan da yeni bir torba yasa içerisine o değişikliklerin konulacağı sözünü verdi. Onlar konuldu da.

Tam bu noktada “Gül hep idareci davrandı, kuvvetli hayır demedi” görüşü var.

Evet yasayı reddedebilirdi. Fakat unutulan bir nokta var. Yasayı reddederseniz hükümet aynı maddeleri aynen geçirir ise yasa ikinci kez köşke geldiğinde Cumhurbaşkanı'nın onu reddetme hakkı yok. Anayasadaki düzenleme Cumhurbaşkanı'na sadece bir kez veto hakkı veriyor. Dolayısıyla Abdullah Gül pek çok yasada “dolaylı kabulleri” uyguladı. Çabaları sonucu düzeltilmiş olsa bile “internet yasasını onaylayan Cumhurbaşkanı” olarak da kayıtlara geçmiş oldu maalesef.

“Gül ancak partiden kuvvetli bir çağrı olursa siyasete döner”

Yakın süreçte siyasette Gül'ü görecek miyiz?

Bence küçük harfle başlayan siyasetin içerisinde olmayacak hiçbir zaman.

Ne demek bu?

Kendiliğinden “Genel başkan olacağım, başbakanlığı elde edeceğim” gibi bir çabanın, böyle bir mücadelenin içinde Abdullah Gül'ü hiçbir zaman görmeyeceğiz. Abdullah Gül'ün yeniden siyasete dönmesi ancak AK Parti'nin ona ihtiyaç duyduğunu en belirgin ve kuvvetli şekilde ifade etmesi ile olur. Şu andaki halinden çok mutlu. Kendi adıyla bir vakıf kurdu. Orada Türkiye ile fikirlerini herkesle paylaşabileceği bir zemin yaratmaya çalışıyor. Sadece Türkiye değil yurtdışından da fikirlerine başvurmak isteyenlere o vakıfla hizmet sunacak. Neticede bundan sonra Abdullah Gül adını fikirlerini açıklarken daha sık işiteceğiz.

Parti kurmaylarından “Gül'ün dönmesini istiyoruz” çağrısı gelir ise?

Böyle bir şey olursa, ancak o zaman geri döner. “Ahmet Davutoğlu'nun karşısına çıkayım” gibi bir hevesi yok. Partinin başarılı olması en büyük temennisi. Seçim sonrasında, kitap yayımlanmadan hem Başbakan hem Cumhurbaşkanı'yla görüştüğünü biliyoruz. Ne görüşmüş; “Aman hükümet dışı kalmayın, AK Parti mutlaka koalisyonda bulunsun” diyor. O makamda gözü olsa o makamların sahiplerine bunları neden söylesin? Kurtarıcı olarak siyasete geri dönmenin planlarını yapar aksini düşünen biri.

“Gül'ün de Erdoğan yerine başkasını tercih ettiği noktalar olmuştur”

“Erdoğan Gül'ü oyun dışı bırakmak için elinden geleni yapmış. Meğer kardeş değillermiş” algısı için ne diyorsunuz?

Zaten kardeş değil, siyasette yol arkadaşıydılar. Burada en çarpıcı nokta kongrenin Gül'ün Cumhurbaşkanlığı'ndan ayrılacağı tarihin bir gün öncesine alınması. Her şey herkesin gözünün önünde oldu. Tayyip Erdoğan, başbakanlık ve parti genel başkanlığını Abdullah Gül'e değil başka bir kardeşine uygun görüyor. Aralarındaki ilişki biçimini anlatmak için söylemek gerek. Bunun tersinin yaşandığını da tahmin ederim. Abdullah Gül'ün Tayyip Erdoğan yerine bir başkasını tercih ettiği noktalar da olmuştur. Bu insanların yol arkadaşlıklarının siyasetin içinde olduğu gözardı ediliyor. Bugün vefatı dolayısıyla kendisini değerlendirdiğimiz Süleyman Demirel de bir siyasetçiydi. Demirel ile Tayyip Erdoğan ve Abdullah Gül'ün siyasetçilikte çok farklı olduklarını düşünmeyin. Neticede siyaset yapıyor bu insanlar.

Fehmi Koru'dan 'Gül'ü savaşa sürdü' eleştirisine yanıt

“Erdoğan AK Saray’dan ayrılıp Çankaya Köşkü’ne gitmeli, kongre de erkene alınmalı” çağrınızın ardından hakkınızda 'Nazlı Ilıcak'ın erkek versiyonu', 'Birileri pusuya yatmış', “AK Parti'yi ele geçirmek isteyenlerin sözcüsü” gibi ifadeler kullanıldı. Bunların sizdeki yeri nedir?

Bunlar seçim sonrası telaş içinde söylenen sözler. Bunları söyleyen arkadaşlar kendilerinde bu sözleri söyleme hakkını görüyorlar ise ben de o itiraz ettikleri konuları yazma hakkını kendimde görüyorum. Ben bildiğimi ve öngörümü yazıyorum. Saray başbakanlık olarak yapıldı. Tayyip Bey Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde yüzde 52 oy olunca, başkanlık sistemi olabilir gibi bir hisse kapıldı. Bunu zorlayan bir seçim kampanyası yürüttü. Sonuç ortada. 258 vekili olan, ancak koalisyonla hükümet olabilecek bir resim var önümüzde. Başkanlık sistemini seçmen gündemden kaldırdı. Madem orası artık bir başkanın sarayı olmayacak o halde Tayyip Bey kendini başkan değil normal bir cumhurbaşkanı olarak düşünmeli. Cumhurbaşkanı'nın yeri de Çankaya. Bu birinci nokta. İkinci nokta da şöyle: Koalisyon görüşmelerinde bir pazarlık süreciyle hükümet oluşacak. AK Parti koalisyonda olmak istiyor ise diğer partilerin birinci gündeminde sarayın olduğunu fark ediyor olmalı. Tayyip Erdoğan pazarlık konusu olmadan kendiliğinden saraydan Çankaya Köşkü'ne çıkarak bunu hayata geçirmeli.

Abdullah Gül'ü savaşa sürdüğünüz” kısmı için ne diyorsunuz?

Hatırlatayım; Cumhurbaşkanlığı'nı tamamladığı günlerde “Abdullah Gül AK Parti fotoğrafında olursa parti gelecek seçimde daha fazla oy alır” diye defalarca yazdım. Sonuçta ne oldu; tablo içerisinde yer almadığı ortamda AK Parti'nin oylarında gerileme yaşanıyor. Elbette bu gerilme sadece Gül'ün parti dışında kalmasıyla ilgili değil. Bunun dışında onlarca neden sayılabilir. Benim siyasi gözlemci olarak vardığım şudur. Bir partide gerileme başlarsa onu durdurmak çok zordur. Geriye gideni eski haline getirmek çok zordur. AK Parti'yi yönetenlerin yerinde olsam, kendileri gibi düşünmeyen insanların da fikirlerine kulak verirdim. Şimdi beni eleştiren kalemler seçim öncesinde başkanlık sisteminin çantada keklik olarak görüyordu. O yönde akıl veriyorlardı: “Aman şunları dışlayın! Liberaller mi, onları hiç kaale almayın. Onlar sırtınızda yüktür!” Tüm bunları açık açık yazdılar. Bunları yazanlar yüzde 41'in altındaki resmi görünce şaşkınlığa uğradılar. Ve halen aynı şekilde devam ediyorlar. Ben ise hep tersini söyledim. Eğer böyle giderseniz kaybedersiniz, başlangıçta yaptığınız ittifaklarınızı tazeleyin, fabrika ayarlarınıza dönün. 2000 yılında “daha fazla demokrasi daha fazla hak ve özgürlük” demiştiniz. AB perspektifinde kalma gibi bir derdiniz vardı. İslam dünyasında önemsenen, lider bir ülke olmak istediniz ama AB ve Amerika tarafından önemsenmeyi de hesaba katmıştınız. Bunları yazıp durdum. Yazdığım hiçbir şeyi de kimse adına, birilerinin promosyonu için kaleme almıyorum.

AK Parti için ufukta en çok ne var?

Siyaset ölü partilerle dolu. ANAP'ın çöküşünü hatırlayın. Bir partide gerileme başladığında onu kolay kolay durduramazsınız. Seçim sonuçları AK Parti'nin ANAP'ın düşüşünün başlangıcını gösteriyor. Peki buradan dönemez mi AK Parti? Dönebilir ama zordur, çok zordur. Formül fabrika ayarlarına dönmektir. Ve AK Parti bir kadro hareketi idi. Ortak akıldan söz ediliyordu. “Kararlarımızı ortak akılla alıyoruz” diyorlardı. Bugün Tayyip Erdoğan'ın ya da Ahmet Davutoğlu'nun yanında “Geçmişin Abdullah Gül'ü, Bülent Arınç'ın bugünkü versiyonu” diyebileceğimiz isimler yok. Partinin bunları çok ciddi düşünmesi ve tedbirler alması lazım.

“Gül ve Davutoğlu koalisyon, Erdoğan ise tekrar seçim istiyor, bu çok tehlikeli”

Gül'ün “akıllı koalisyon” formülü nedir?

AK Parti'nin mutlaka hükümette olmasını arzuluyor. CHP, MHP, HDP olmuş, onun açısından fark edeceğini düşünmüyorum. Ben AK Parti-HDP koalisyonun daha hayırlı olacağını düşünüyorum. Bu benim fikrim. Diğerleri ile daha fazla sorun yaşayacaklardır. Neticede HDP ile başlattıkları bir çözüm süreci ve onun işbirliği var.

Erdoğan'ın gönlünden geçen koalisyon formülü nedir sizce?

Onun koalisyon düşündüğünü pek zannetmiyorum. Tayyip Bey herhalde yenilenmiş bir seçim, tekrar seçim, istiyor. Ama bu AK Parti açısından çok tehlikeli. Milletin uzaklaştığı AK Parti'ye şimdi birkaç ay içinde milletin dönmesi için sebep ne? Bunun için bir gelişme yaşanmadı. Ancak Davutoğlu'nun mesajları samimi bence. Gerçekten bir koalisyon kurulmasını arzu ediyor. CHP, MHP, HDP hepsi ile müzakere deneyecek. Neticede Tayyip Bey dışında Gül de Davutoğlu da herkes koalisyonun yararlı olacağını düşünüyor.

Gül ve Erdoğan kitaptan sonra ilk kez Demirel'in cenaze töreninde bir araya geldi. Merak ediliyor: Acaba kitap söz konusu oldu mu?

Koalisyon ve Suriye gündeminin konuşulduğunu varsayıyorum. Kitap konularının konuşulacağını pek sanmıyorum. PYD, Tel Abyad gündeminin özellikle konuşulduğunu tahmin ediyorum. Tayyip Bey selefinin bu konulardaki görüşünü almış olabilir.

Abdullah Gül ile Tayyip Erdoğan zaten mesafeliler”

Kitap aralarında mesafe oluşturur mu?

Zaten mesafeliler, Abdullah Gül'ün Cumhurbaşkanlığı'ndan bu yana geçmişteki gibi “yakın mesai” içinde değiller. Ben Tayyip Erdoğan'ın kitapla ilgili herhangi bir konuyu açacağını gerçekten düşünmüyorum.

“Erdoğan sarayı kendisi vermeli”

AK Parti daha sonra “şah-mat” diyebilmek için veziri, yani “sarayı” verir mi?

Bence Erdoğan sarayı muhaliflerinin şart koşması olmasa bile kendisi vermelidir. Bu bir geri adım değil. Başkanlık sistemi gündemden kalktı. Saray denilen yerin de yapılma amacına uygun olarak başbakanlık ve ilgili birimleri barındıran bir tesise dönüşmesinde yarar vardır. Bunun koalisyon pazarlıklarında Cumhurbaşkanı'nı rencide edecek şekilde yapılması yanlış olur. Erdoğan böyle bir adımın atılmasını kendisi sağlarsa bu ona zarar vermez.

Gül, Çankaya'dayken saray konusunda ne düşünüyordu?

Gül'ün bildiği buranın başbakanlık olacağıydı. Ama farklı bir noktaya vardı.

Koalisyon müzakerelerinin bir maddesi de yolsuzluklar. AK Parti'deki tutum ne yönde, izlenimiz nedir?

“Bu dosyalar kapatıldı, bitti” demenin yanlış olduğu kanaatindeyim. Meclis'in ilk yapacağı işlerden biri bu dosyaların açılması olacak. Mutlaka yolsuzlukların üzerine gidilecektir. Zaten bu konu çözülmezse Türkiye siyaseti daha da geriye gider.

Davutoğlu yolsuzluklar konusunda kararlı, bu kez engellenmeyecek”

AK Parti içinde bu konuda bugün görüş ayrılığı var mı?

Bence yoktur. O gün o bakanlar partinin içerisindeydi, Meclis'te birlikte oturuyorlardı. Bu konuda özellikle Ahmet Davutoğlu'nun özellikle kararlı olduğunu biliyorum. Engellendi. Ama bugün o bakanlar Meclis'te yoklar. Bu Meclis onlar hakkında daha rahat hareket edecektir. Kaldı ki o insanlar için de yararlı bu.

Davutoğlu yine engellenebilir mi?

Hayır. Çünkü koalisyon yapacağı hangi parti olursa olsun, önce bu konu olacak masada. Bundan geri dönüş olacağını zannetmiyorum. Yargılansınlar ve böyle bir suçları var mı yok mu; aydınlansın. Suçları varsa hele siyasi olarak bunları yapmışlarsa sonuna kadar da gidilmesi gerekir.

“Gül ilk gün tapelere inanamadı, sonrasını bilmiyorum”

Kitaptan öğreniyoruz ki, Gül tapeleri dinlememiş, okumuş.

Hiç inanmadı. O tapelerde yazılan şeylerin olabileceğine hiç inanmadı. Bugünkü noktasını bilmiyorum. Ama o günkü noktasını biliyorum. “Bunların olması mümkün değil” dediğini hatırlıyorum. “Birtakım hayırlı işlerde kullanılmak üzere bazı meblağlar bağış şeklinde belediyelerden toplanıyor” diye bir bilgi var zaten tabanda. “Bu o düzeyde de, belediye dışında da yapılıyor mudur?” diye bir şey düşünmüş olabilir.

Bir gönlünün inanmak istememesi var, bir de okuduğu tapelerdeki sıfırlama konuşmaları var, ayakkabı kutusu var?

Benimle paylaştığı ilk izlenimini söylüyorum. Onun bir yolsuzluğun değil ancak bir hayır işinde kullanılmak üzere elde olan parayla ilgili olabileceğini düşündü. Tapelerin yayımlandığı ilk gündü zannediyorum, o gün bu tapeler çıktığında birlikte olmuştuk. Kendisinin bu kadar yakından tanıdığı insanların o tip işlere bulaşmalarına, buna asla inanamadı. Sonra ne oldu, onu bilmiyorum.

Yine kitaptan öğreniyoruz ki, Ruşen Çakır'ı tutuklanmaktan Ahmet Sever aracılığıyla Gül “kurtarmış”. Ancak öncesinde şunu da duymuştuk; Ferhat Kentel ve Mesut Yeğen'i de Ali Bayramoğlu aracılığıyla Erdoğan “kurtarmış”. Bu iki resim aslında neyin göstergesi?

Başbakan ve Cumhurbaşkanı'na ulaşabilenlerin tutuklanmasının önüne geçiliyor” gibi bir durum var. Bu noktada Ferhat Kentel olayının Ali Bayramoğlu'ndan Tayyip Erdoğan'a götürüldüğünü biliyorum. Aynı şekilde Gül'e de konunun geldiğini biliyorum. Tüm bunlarla çok yakından ilgilendi, yakından şahidim. Ancak bu hapse giren diğer gazetecilere sessiz kaldığı anlamına gelmiyor. Başından bu yana tutuklamalara net olarak tavrını koydu. Nitekim Nedim Şener, tutuklanma günlerinin Abdullah Gül'ün devreye girdiğinin duyulması üzerine bir gün önceye çekildiğini yazdı.

“Cemaatin okulları Tayyip Erdoğan'ın okulları olarak bilindiği için himaye gördü”

Sadece muhaliflerde değil özellikle Gezi'den sonra kimi AK Parti'lilerde de Gül'ün “cemaatten yana olduğu” görüşü kabul gördü. Kitaptaki 'Hocaefendi, bir din adamı gibi davranmıyor. Sürekli siyaset konuşuyor. Bu kadar siyasete meraklıysan, bir parti kur, siyasete gir' sözleri bu nedenle ayrıca dikkat çekti. Gül konusunda nasıl bir “cemaat çekmecesi” açarsınız?

Çok açık biçimde söyleyeyim. MİT Müsteşarı'nın ifadeye çağrılması 7 Şubat, 17-25 Aralık, bunlar olana kadar AK Parti'de “cemaate karşı olmak, ters bakmak” gibi bir şey zaten yoktu. Şimdi kapatılması arzu edilen yurt dışındaki okulların bir bölümü bizzat Tayyip Erdoğan'ın ya da Abdullah Gül'ün tavsiye mektupları oraya götürülerek açıldı. Bulundukları ülkelerde “Bu okullar Tayyip Erdoğan'ın okulları” olarak bilindiği için oranın yerli yöneticilerinde himaye gördü. Ne zaman 7 Şubat, 17-25 Aralık patlak verdi, siyaset manipüle edilme görüntüsü içinde kaldı, “karşı olmak” o zaman başladı. Kaldı ki bir siyasetçinin egemenlik alanını “siyaset dışı” bir güçle paylaşması düşünülemez. Fethullah Gülen ve hareketinin bağlı olduğu akım, Bediüzzaman Said-i Nursi diye adlandırılan Nurculuk çizgisidir. Said-i Nursi Osmanlı döneminde siyasetle çok yakından ilgilenmiş. O kadar ilgilenmiş ki, hem kendine dertler açmış hem de yanlış reçeteler vermiş. Sonrasında “Ben siyasetle meşgul olmayacağım, siyasetle meşgul olmak şeytandan bir iştir” diye formülleri var. “O eski Said'di. Yeni Said sadece dini hakikatlerin yayılması için çaba gösterir” diyor. Gülen ve çevresinin de böyle bir değerlendirmeyi yapması lazım. “O artık eski cemaat. Bundan sonra siyasete, bürokrasiye ellerimizi sokmayacağız, dini hizmetlerle ilgileneceğiz” diyerek, Bediüzzaman'ın “O eski Said'di” dediği gibi “O eski cemaatti” diyerek söylemlerini yenilemeleri lazım.

Ve gelelim o soruya: Gül neden kendi biyografisini yazmadı?

Notları var bildiğim kadarıyla. Yazacaktır diye düşünüyorum.

Popüler İçerikler

Müge Anlı'da Yeni Bir Fenomen Doğdu: Habibe Kendine Has Tarzı ve Tavrıyla Hepimizi Fena Gaza Getirdi!
Almanya’da Noel Pazarına Saldırı: Saldırgan Suudi Arabistan Vatandaşı Bir Doktor Çıktı!
HTŞ Lideri Colani Kadına Başını Örtme Talimatı Verdiği Videoyla İlgili İlk Kez Konuştu