“Felsefe ve edebiyat bir dil hokkabazlığı değildir. Felsefe ve edebiyat, pratik sonuçları bakımından seçimde gidip oy kullanmanız kadar belirleyici ve politiktir.” Taylan Kara, Edebiyatta Ahmaklaştırma Felsefeyle Çökertme 2 kitabında böyle söylüyor ve önemli bir yere de parmak basmış oluyor.
Öncelikle sanatın, özel olarak da yazın sanatının sadece bir hegemonya aracı değil, aynı zamanda bir meta olduğunu, üretilen ürünün aynı zamanda tüketildiğinde bir değer kazandığını söyleyerek konuya başlamak gerekiyor. Bu söylem bile birçok kişiyi rahatsız ediyor biliyorum ama gerçek her zaman gerçektir. O yüzden daha önce yaptığım gibi Afşar Timuçin’in şu sözüyle başlamak istiyorum konuya:
“İzleyici edilgin alıcılığı ölçüsünde değil, etkin değerlendirici kavrayıcılığı ölçüsünde izleyicidir. İzleyici önemlidir: İktisadi etkinlik gibi sanatsal etkinlik de ancak tüketicisiyle vardır. Üreticisi olmayan bir alanın tüketicisi, tüketicisi olmayan bir alanın da üreticisi olmaz. Tüketicinin istemi üreticiyi belirler. En azından üreticinin istemiyle tüketicinin istemi şu ya da bu ölçüde uyuşmalıdır.”
İşte asıl sorun tam da burada ortaya çıkıyor: “İsteği dışında tüketici üretilebilir mi?” Benim bu soruya verdiğim cevap hem evet hem de hayır.
Herhangi bir birikimi olmayan okur yani bu yazının konusu olarak tüketici, okuyacağı kitabı seçerken elbette toplumun yönlendirmesiyle hareket eder. O tüketici iyi kitap peşinde değildir ve sadece okuduğu kitap için yapacağı eleştiri de “İyi kitaptı” olacaktır. Çünkü kafasında iyi kitap hakkında hiçbir fikir ve birikim yoktur Sadece, o kitabı okuduğundan dolayı onun için iyi kitap odur.
Tüketici artık içerikten ziyade pazarlamacılar tarafından anlatılan hikâyeleri ciddiye alıyor. Sabun değil güzellik rüyası, çorba değil aile saadeti, ayakkabı değil özgürlük vaadi vs. gibi. Hikâye popülizmi ve popülist tüketiciyi daha çok etkiliyor. Artık popülist tüketici için seçim, içerik ve estetik, iyilik ve kötülük değil, insanlara daha çok hitap eden veya etmeyen bağlamında belirleniyor.
Birazcık kendini yetiştirmeye başlayan okuyucu için ise başka bir sürpriz vardır: “Aptal yerine konmak.” Büyük insanların beğendiği, sevdiği, övdüğü kitaplar nasıl olur da kötü olabilir? Sevmese de, beğenmese de, anlamasa da beğenmiş gibi yapmak zorundadır. Buna en güzel örnek ise hiç kuşkusuz Hasan Ali Toptaş sevgisidir. Kimse ne dediğini anlamaz, mistik öğelerle bezenmiş metinler, anlamsız cümleler ama herkes beğeniyor diye herkes beğenir gibi yapar.
“Her gün çıkan yüzlerce kitap, önerilen onlarca kitap, zaten yazılmış olan on binlerce, milyonlarca kitap karşısında okur, bireysel olarak hiçbir şey yapamaz. Bir insanın sadece son bir ayda çıkan kitapları bile okuyup değerlendirmesi mümkün değildir. Önüne yığılan bilgi dağı karşısında bireysel olarak bir okurun kıpırdanması imkânsızdır.
Okurun tercihi ya da iradesi çok sınırlıdır. Okur çoğu kez bir imalattır; çoğu okur sadece şekillenir. Okur üretimi, piyasa edebiyatı için en kolay iştir. Sosyal bilimlerin bugünkü gelişme düzeyiyle her türlü okur kolaylıkla imal edilebilir. Çoğu okur, etrafındaki ortama hâkim olan bilgi ve anlayışa boyun eğer.”
– Taylan Kara, Edebiyatta Ahmaklaştırma Felsefeyle Çökertme 2