Richard Sennett meşhur kitabı ‘Kamusal İnsanın Çöküşü’nde çağımız insanının en önemli sorunu olarak narisisizmi ortaya atıyor. “Benlik” bu kadar değerleştirilen bir kavram olunca elbette narsizmin doğması da kaçınılmaz...
Richard Sennett şöyle açıklıyor narsisizmi;
“Klinik anlamda narsizm, kişinin kendi güzelliğine duyduğu aşk şeklindeki popüler görüşten kesin olarak ayrılır. Daha geniş anlamda, bir karakter bozukluğu olarak, neyin benliğin tatmininin alanına ait, neyin bu alanın dışında olduğunun algılanmasını engelleyen kendine dönüklük halidir . ‘Bu kişi ya da olay benim için ne ifade eder?’ şeklindeki bir takıntıdır.”
'Narsizm kendini en yaygın şekilde bir tür ters çevirme işlemi ile belli eder: ‘keşke daha fazla hissedebilseydim, gerçekten hissedebilseydim, o zaman başkaları ile ilişki kurabilir, gerçek ilişkilere girebilirdim. Yazık ki, hiçbir karşılaşma anında yeterince bir şeyler hissetmiyorum.’ Bu ters çevirme işlemi görünürde kendini suçlamayı içermektedir, ama bunun altında ‘Tüm dünya beni atlatıyor’ hissi yatmaktadır.” Ve şöyle devam ediyor: “Narsist duygular daha çok, yeterince iyi miyim? Yeterli miyim? Gibi saplantılı sorular üzerinde odaklanır.”
Narsist ilişkilerde değerli olan kişi, değerli olan hayatını anlatmayı bitirdiğinde karşısındaki insanla da ilişkisi bitmek zorundadır.
Narsisizm insanın kendi iç malzemesiyle kendine kimlik bulma çabasıdır. Halbuki insan kendini ancak başkalarının varlığıyla tarif edebilir.
Ve Sennet’ten yaptığımız şu alıntıyla kuvvetlendirebiliriz konuyu, “ Narsizm böylelikle, hem benliğin gereksinimlerine tam anlamıyla gömülme, hem de gereksinimlerin tam olarak doyurulmasını engelleme şeklinde ikili bir özelik taşır.”
Ece Baban’ın “Hepimiz Aynı Sürüdeyiz” kitabından bir alıntı yaparak aşk meselesine son noktayı koymanın zamanı geldi sanırım. Yoksa bu konu başlı başına birkaç kitaplık bir çalışmayı gerektiriyor.
“Aslında dikkat çekilmesi gereken kendi hayatlarımızı yaşadığımız, özel ve biricik olduğumuz, sürüden ayrıldığımız, farklı olduğumuz duygusunun size verilen ve nasıl özgür olacağımızın yazılı olduğu reçeteye göre başkaları tarafından belirlenmesidir. Aynada sadece kendine bakan insan dünyayı da sadece kendisinden ibaret zanneder. Bu anlamda sosyal medya platformlarında kendine bakıp, kendisini filtrelerle mükemmelleştirmeye çalışan birey, görünenin gerisindekilerini fark edemez. Böylece etraf kendini en en en göstermeye çalışan ve hepsi de diğerlerinden farklı olduğunu düşünen aynı bireyler ile dolup taşar.”
Peki aşkın ideal olanı var mıdır?
İdeal olanı bulmak bu yazının konusu değil elbette. Ama biz yine de minicik bir giriş yapabiliriz sanırım.
Cehaletin bir göstergesi de cahil kişinin her şeyi kendisiyle başlatmasıdır. Cahil için kendinden öncesi ve kendinden sonrası yoktur. “Bilinç eksikliği kadının erkeği kadın gibi, erkeğin de kadını erkek gibi görmesi sonucunu doğuruyor. Bu, karşıdakini anlamaktan ve kendi ruhsallığını karşındakine yansıtmaktan başka bir şey değildir. Bilinç yetersizliğinin en önemli belirtilerinden biri herkesi kendi gibi düşünmektir.” diyor Afşar Timuçin.
Maalesef ki hepimiz bencilliğin sınırında gezerken kadını erkeğe, erkeği de kadına benzetmeye çalışıyoruz. Kadın erkeğe benzer, erkek de kadına benzerse aradaki zıtların birliğinin çekiciliği de yok olacağından ilk önce aşkı öldürmüş olacağız. Doğa farklılıklarıyla güzeldir oysa, kapitalizm sürekli güzeli öldürmek peşinde. Oysaki kadınla erkek arasındaki doğal çatışkının türün devam etmesi için en önemli neden olduğunu gözden kaçırıyoruz. Kapitalizmin bize şu an dayattığı tek şey herkesi birbirine benzetmektir.
İnsanoğlu çağlar boyu birçok salgın, savaş ve kıtlık yaşamış her birinden bir şekilde kurtulmayı bilmiştir. İnsan birçok şey olmadan yaşayabilir, günümüzün ihtiyaçlar listesine bir göz atmamız yeterlidir. İhtiyaçlarımızın çoğu karşılanmasa bile yaşayabiliriz ama sevgisiz, aşksız bir dünya düşünebiliyor musunuz? Güzelin olmadığı bir dünyada kim yaşamak ister ki?
Çağımızın insanı aşkın yerine ya kaba cinselliği koymaya çalışıyor ya da daha kolay olan, yeni eğlence ve haz araçları geliştiriyor.
Aşk temelinde cinsel isteğin uygarlaşmış, entelektüel hali demiştik. Yani temelde cinsellik… Afşar Timuçin’den bir alıntı daha yapmam gerekiyor bu noktada;
“Aşk cinselliğin karşıtı değil insanlaştırılmış biçimidir. Aşk insan olma koşullarına uyarlanmış cinselliktir, buna göre kendi olanaklarıyla yetinen doğal ortam olduğu kadar kendinde her zaman bir aşkını arayan kültür olmalıdır.”
Şunu söylemeden de geçmemek lazım. Cinselliğin bu kadar kolay ulaşılır hale gelmesi cinselliğin de değerini düşürmektedir. Değer önemli bir konu. Ahlak değerleri, sanat değerleri, iktisadi değerler, inanç değerleri gibi birçok değerden söz edebiliriz. Cinselliğin değerinden bahsedeceksek, buna verilen emek miktarı ve az bulunur olması önemli... Emek vereceksiniz ve az bulunur olacak.
Bir şeyi aşırı derecede kolaylaştırmak, kolay ulaşılır hale getirmek, içinden emeği çıkarmak o şeyin ucuzlamasına sebep olur. Ucuzlayan şey de bir süre sonra istenmez hale gelir. Eskiden müzik dinlemek için verdiğimiz emeği hatırlıyorum. Plaklar, kasetler, cd’ler, karışık kasetler, karışık cd’ler…
Cinselliğe bu kadar kolay ulaşmanın sonucunda cinselliğin artması değil sonucunda cinselliğin yok olmasına sebep olacaktır. Cinsellik yok olduğunda aşktan sanırım söz edemeyeceğiz.
Ahlakla, doğruyla, merhametle, güzelle tüm bağlarını koparmış görünen günümüzün insanı işte tam da bu yüzden hayatına bir anlam katamıyor. Gerçek anlamını tam olarak kavrayamadığı soyut bir mutluluk peşinde sürekli ama asla güzel kavramı olmadan onu bulamayacağını henüz bilmiyor.
Instagram
Twitter
Facebook