Eğer hayatım bir müzikal film olsaydı, o sabah yataktan kesinlikle neşeli bir şarkı söyleyerek kalkar, dans ederek banyoya gider, sonra kahvaltıya inip ev arkadaşlarımla eşsiz bir koreografi eşliğinde şarkımı bitirir, sonra etrafıma doluşan arkadaşlarımla güle oynaya evden çıkıp okula giderdim. Ama hayatım bir müzikal değildi ve fakat bu benim suratımda kocaman bir gülümsemeyle uyanmama bir engel de değildi. Kollarımı kocaman açarak gerindim, dişlerimi sıkarken ıhhhhhgghhh gibi bir ses çıkardım, ağzımı şapırdatarak ve gülümsememi hiç kaybetmeden banyoya gidip yüzümü yıkadım.
Salona girdiğimde Cengiz ve Sedat fırından aldıkları poğaçaları sallama çay eşliğinde tüketiyorlardı. onları böyle görmek bende bugünün Cumartesi olduğu yönünde bir algı oluşturdu, okul yok mu lan bugün dedim, o zaman Canan’la buluşurum ki ben diye düşünerek yüzümdeki gülümsemeyi ikiyle çarptım. Yok lan dedi Sedat, bugün Perşembe, kol gibi okul var dedi. Olsun dedim içimden, Canan’la yine görüşürüm ki. Son kalan bir poğaçayı iki ısırıkta mideye indirip Cengiz’in son yudum çayıyla mideme indirdikten sonra beraberce evden çıktık. Son iki aydır okula gitmemin tek sebebi Canan olduğu için, o gün hangi dersler var, not toplamam gerekli mi, vizelere hangi konular dahil, tez danışmanımla görüşmem var mı? vb. soruları asla kafama takmıyor, hatta düşünmüyordum bile. Cengiz ile Sedat’ın ve dahi sınıftaki diğer elemanların bana içten içe gıcık olduğunun, tüm zamanımı Canan ile geçirmemden dolayı bana karşı kin beslediklerinin farkındaydım ama kimin umurundaydı ki? Bu işler böyle yürürdü, sevgili yapmış biri olarak, üstelik daha 2’nci ayımdayken Canan ile vaktimden kısıp kahveye sizinle batak oynamaya mı gelecektim? Böyle böyle sürekli kendimi dolduruyor oluşum aslında pek de sağlıklı bir şey değildi, netice olarak onlar benim 3 yıllık samimi arkadaşlarımdı, ama böyle arkadaşların insana biraz hoşgörü göstermesi gerekmez miydi? Elbette ki gerekirdi, Sedat’ın 4 aylık ilişkisi sırasında hiç eve gelmediği, elektrik faturasına para vermediği günleri de biliyorum ben, ses çıkardık mı?… Tamam biraz gücendik falan ama o kadar. Sevgili bu ya, Sedat’a, Cengiz’e, Arif’e, Ahmet’e benzer mi Allah aşkına? Tam bunları düşünürken kantinin önüne geldiğimizi fark ettim, burada yollarımız ayrılıyordu, şimdi elemanlara ben buraya giriyorum desem bin türlü laf edecek, iğrenç iğrenç bakışlar yapacaklardı adım gibi biliyordum, onun için “ben kaçtım” diyerek hızlıca kantine girdim. Girdikten sonra kantinin büyük camlarından onlara baktığımda fısır fısır konuştuklarını gördüm, kesin yine benimle ve Cana’la ilgili bir şeyler sıçıyorlardı, amaan hiç keyfimi bozamam dedim ve cam kenarındaki Canan’la benim masama geçip çantamı koyduktan sonra çay almaya gittim. Elimde telefon Canan’ın numarasını ararken arkamdan seslendiğini işittim gül yüzlümün. Ona da çay alıp masaya geldim, yanaklarına ve hafifçe dudaklarına bir öpücük kondurduktan sonra yanına oturdum. “Nasılsın aşkit?” dedim. Sonra hemen ay sen aşkit dememden hoşlanmıyordun özür dilerim aşkım diye kendimi tashih ettim. İyiyim diyerek gülümsedi ömrüme ömür katanım. Derse girmeyecek misin dedi, sen diye cevap verdim, çünkü o girmiyorsa benim derse girmem kadar saçma bir şey olamazdı. Benim girmem lazım, sen de gir çıkışta bir şey konuşacağım seninle dedi.
İki saatlik ders geçmek bilmedi. Bir kız sevgilisine seninle bir şey konuşacağım derse altından iyi bir şey çıkma ihtimali, milli piyangodan para kazanma ihtimalinin, bilet almaya giderken ölme ihtimalinden düşük olması derecesinde bir şeydi. Çıkışta kantine koştum, Canan’ım şeftalili ice tea’sini yudumluyordu, hemen yanına oturdum, meraktan öldüm aşkım ne diyeceksin bana dedim. Yarım bizim çocuklarla buluşuyoruz, senin de gelmeni istiyorum dedi. Rahatlasam mı yoksa huzurum mu kaçsa bilemedim, sizin çocuklar? dedim. Ya liseden, mahalleden kaç yıllık arkadaşlarım, seni onlarla tanıştırmak istiyorum dedi. Hah dedim Kerem, şimdi s.ki tuttun evladım. Tabii olur, ben de çok tanışmak isterim dedim, ama zerre istemiyordum. Çünkü beni ölü gömer gibi gömeceklerdi adım gibi emindim.