Erhan Altunay: İnsanlar Sembolleri Öğrenmeye Önce Kendilerini Tanımak İçin Başlamalıdırlar

Televizyon ekranlarından görmeye alışık olduğumuz ve ilgiyle takip ettiğimiz bir isim Erhan Altunay. Günümüz mutsuz yaşamının, sembolizm ve 'kadim bilgelik' bilinmeden anlaşılamayacağını savunan Altunay, Paganizm, mitoloji ve tarih konulu kitaplarıyla Türkiye’de önemli bir isim. Araştırmacı-Yazar Erhan Altunay, uzun süre çok satanlarda yer alan Enok'un Kitabı, Paganizm 1, Kadim Cadılık Öğretisi, Mezopotamya ve Mısır Paganizmi, İstanbul’un Pagan Çağı, Ayasofya’nın Gizli Tarihi, İstanbul’un Gizli Tarihi, Kelt ve Germen Paganizmi, Roma Bilgeliği, Gizemlerle Dolu Salgınlar Tarihi, İstanbul’un Latin Çağı, Masalcı, Masallar Anlatıldıkça Gerçek Olur kitaplarının yazarıdır. Asıl mesleği nükleer enerji mühendisliği olan Erhan Altunay ile yeni kitabı Dionysos'dan, sembollerden, mitolojiden ve kendisinin uzmanlık alanına giren, merak ettiğimiz pek çok konuları konuştuk.

-Saint Joseph Fransız Lisesini bitirdikten sonra Hacettepe Üniversitesinde Nükleer Enerji Mühendisliği okumuş ve sonra da Marmara Üniversitesinde İşletme Yüksek Lisansı yapmışsınız. Tarihe ve tarihî yerlere ilginizin yanı sıra ezoterizm, mitoloji, paganizm araştırmaları da hayatınız vazgeçilmezlerinden olmuş. Bu merakınız nasıl başladı?

Gerçeği söylemek gerekirse bu konulara bir merak başlayınca bir anda artarak bütün bir hayatınıza yayılıyor. Benim halamın oğlu bu konulara çok meraklı idi ve çok küçük yaşlardan bana ezoterizm üzerine kitapları hediye etmişti. Daha sonra, hiç unutmuyorum, 13 yaşında iken Homeros’un İlyada’sını hediye etti, o kitapla birlikte hayatımda yeni bir pencere açıldı diyebilirim.  Sonra çevirmeni Azra Erhat’ı okudum ve Halikarnas Balıkçısı’nı keşfettim, hayatımda en büyük dönüm noktası Balıkçı’yı tanımak ve okumaktı. Bütün dünyam onu okumakla tamamen değişti diyebilirim. O zamandan bu zamana mitoloji ve paganizm tutkum bitmedi. Lise yıllarında Latince öğrendim, daha iyi anlayabilmek için ve sürekli ilerlettim, Grekçe’ye geçtim. Üniversitede fizik büyük tutkum idi ama kalan bütün vakitlerimde Latince çalışırdım. Bu tutku daha sonra da devam etti, bazı ezoterik örgütlerle tanıştım ve bu üç konuya olan merak bugünlere geldi. 

-Ezoterizme göre, ezoterik bilgiler, yani hakikatler ve sırlar, herkese açıklanmamalı. Sizin de 'Sırları çözmesini bilenler anlayabilir.' diye bir açıklamanız olmuştu. Bu cümlenizi biraz daha açar mısınız? Ayrıca Türkiye' de ezoterizm doğru anlaşılıyor mu sizce?

Ezoterizm bence Türkiye’de en yanlış anlaşılan kavram. Öncelikle “ezoterik bilgi” bir disiplin içinde sadece seçilmiş kişilere verilen bir bilgidir. Bu bilgiyi almanın belirli kuralları vardır ve mutlak bir adanmışlık ve disiplin gerektirir. Ezoterik bilgi “gizem” içerdiği kadar felsefidir ve çok büyük bir altyapı gerektirir. Günümüzde herkesin çok rahat televizyona çıkması ya da sosyal medyada parlaması bu bilgiyi de dezenformasyon sisinin arkasına soktu, herkes “ezoterik” kelimesini bilmeden kullanmaya başladı. Hep bir gizem peşinde koşuldu ama ezoterizmin bir öğretisi olduğu ve temel direkleri olan disiplin ile adanmışlık unutuldu. Ezoterizmin temel olarak tektanrıcı bir öğretiyi belli bir metodoloji ile anlattığını unutmadan “ezoterik örgüt” derken bunun aynı metodolojiyi kullandığını ve benzer bir öğreti savunduğunu anlatmak, kavramları tanımlamak gerek; çoğunluk “tanım bilmeden” slogan sözcükler kullandığından içerik de yok oluyor.

-Ülkemizde gün geçtikçe kadim bilgilere ilginin arttığını görüyoruz. Astroloji, nümeroloji, tarot, çakralar, auralar, psişik gelişim, spiritüalizm gibi alanları bilmek isteyenler çoğaldı sanki. Bunun sebebi ne sizce?

Bence çok nedeni var ancak en önemli nedeni günümüz global kapitalist düzenin insanı doğa ve doğasından uzaklaştırarak mutsuz etmesi ve insanı farklı arayışlara sürüklemesi, artık 19. yy pozitivizmi ve materyalizm insanların arayışlarına bir çare olmuyor.  Bu farklı arayışlar arasında insan tabii geçmişe dönüp orada da çözüm arıyor ve geçmişin spiritüel hatta okült bilgileri insana daha cazip geliyor ancak kaynak yokluğu ya da birçok kaynağın doğru bilgi vermemesi de insanların tatmin olmamasına ya da yanlış yollara yönelmesine neden oluyor. Oysa astroloji, nümeroloji ya da tarot kadim bilgi dediğimiz ve insanlara farklı çözümler sunan önemli disiplinlerdir; bunlara “bilimdışı” ya da “saçma” demeden yapılacak araştırmalar doğru yola ulaştıracaktır.  Bu nedenle, astroloji, nümeroloji, tarot, çakralar, auralar, psişik gelişim, spiritüalizm gibi saydığımız konularda çalışacak olanların gerçekten en doğru kişiyle ve doğru kaynaklarla çalışması gerekmektedir. 

Öte yandan kapitalizm bu durumu kullanarak arayış içinde olanlara geçmişi dezenforme ederek “new age” adı altında farklı seçenekler sunuyor. Böylece çok az bilgi ve minimum “idrak” ile kişi söz söyleyebilecek duruma geliyor. 

Öte yandan pandemi, ekonomik koşullar, savaş ve doğal felaketlerin eksik olmadığı dünyamızda insanlar hurafelere ve safsatalara daha da çok inanır oldu. Bu umutsuz durumdan çıkışı kendi olanakları ile bulmakta zorlanan kişiler topu “üst” aktörlere atarak hem kendilerinin bilgili zannetmeye hem de çaresizliklerini örtmeye çalıştılar. Son günlerde asılsız komplo teorilerinin medya ve sosyal medyada bu kadar yer bulmasının arkasında bu dürtüler var. Tabii sosyal medyada her tık’ın para etmesi de dezenformasyonu körüklüyor.

-Yaşamın içinde doğru soruları sormak, doğru cevapları aramak çok önemli. Sizce insan bu soruları ne zaman sormaya başlar?

İnsan var olduğu günden itibaren soru sormaya başlamıştır. Soru sormadan, bir derdi olmadan insan gelişemez zaten. Bir çocuk da soru sorarak ancak aradığını bulabilir. İnsanı insan yapan soru sormasıdır ve sorduğu soru da kendi ruhunun bir yansımasıdır. 

Ancak doğru soruyu sormak çok önemli tabii, başka bir deyişle insan ne aradığını çok iyi bilmeli. İnsanın varoluş mücadelesinde belki de en çok kandırıldığı dönemdeyiz. Günümüz kapitalizmi insana sorularını ve anıtlarını hazır veriyor, herkesin sorularıyla değil kendi soruları ile var olmalı insan. Günümüzde TV’ler ve Internet her şeyi bir paket halinde, sorgulatmadan veriyor; bilgiyi kolay aldığınızı zannederken aldanıyorsunuz. O nedenle arayış, insanda başlar, kendi soruları ile devam eder ve bir Yol ile son bulur.   

-Sembollerden de bahsedelim. Tarih boyunca, farklı kültür ve uygarlıklar semboller kullanmışlardır. Kutsal olarak kabul gören sembolik sistemler var. Peki sembol nedir, neden önemlidir?

Ben sembolizm derslerine başlarken ilk “İnsanlığın ilk dili nedir?” diye sorarım. Bu sorunun yanıtı aslında çok basitti. İlk dil sembol dilidir. İlk insanlar sembol dili ile anlaşmış, birbirlerinin dilini anlamayan toplumlar sembol dili ile bir ortak yol bulmuşlardır. 

Sembol bir bakıma bilinçdışının ifade şeklidir ve geçmişten gelen mesajları en iyi semboller iletir. Sembollerin dilini anladıkça eski eserlerin ve mitlerin dilini çözebiliriz.  Bu semboller aynı zamanda günümüz insanının da dilidir.  

Sembollere baktığınızda zamanın ve mekânın bir anlamının olmadığını en iyi şekilde görüyorsunuz. Bir kültürdeki sembol ile başka bir kültürdeki sembol yılları, asırları aşarak bir araya gelebiliyor. Bir yılan sembolünü farklı kıtalarda benzer şekilde bulabiliyoruz. Bu bile aslında zaman ve mekân engellerini bilincimizin koyduğunu gösteriyor.  

Ben çok uzun zamandır semboller üzerine çalışıyorum, eğitim aldım ama yine de her gün insan daha çok şey öğreniyor.

-Günümüzde ezoterik ve spiritüel semboller de oldukça ilgi çekiyor. Sembolü doğru kullanmak da çok önemli. Peki semboller bize ne söyler, bizi nasıl etkiler, sembolleri öğrenmek hayatımıza ne katar?

Ezoterik semboller yüzyıllardır insanların ilgisini çekmiş ancak “sır” olduğu için tam olarak anlaşılamamış sembollerdir. Bugün hâlâ kitaplarda gördüğümüz açıklamaların doğruluğu tartışılır.  Ancak unutmamak gerekir ki bu semboller “biz farkında olmadan bizim bilinçdışımızı etkiler”; bu nedenle reklam, siyasi propaganda gibi çalışmalarda çok sık kullanılırlar. Bugün bir AVM’ye gitsek sadece logolardaki semboller bile bize oldukça bilgi verecektir. Sembolleri öğrenmek bence çok önemli geçmişi ve günümüzü anlamak için bir anahtardır ancak bu anahtarı insan kendi için de kullanmalıdır. Rüyaların ve kullandığımız dilin bilgisinin kilidini de bu anahtar açar, kişi kendini tanıdıkça bütün hayatını çözer. Bence insanlar sembolleri öğrenmeye önce kendilerini tanımak için başlamalıdırlar. 

Semboller algı yönetimi ve subliminal mesajlarda da sık kullanılmaktadır ancak bunları anlamak uzamaları için bile kolay değildir. Bu semboller inanın bütün davranışlarımızı yönetebilir. Ben bir TV programında yanımdaki konuğa “Sadece sembol kullanarak size istediğimi yaptırabilirim.” demiştim. Bu bir abartı değil. Her ne kadar ezoterizm kişinin iradesine karışmayı yasaklasa da bunu para ve siyaset için yapanlar var. Bu gibi etkilerden uzak kalmanın tek yolu, özellikle çocuk ve kadınların ruh sağlığı ile oynayan bu sistemde olabildiğince sağlıklı kalabilmektir.

-Kullanmayı sevdiğiniz bir sembol var mı?

Evet. Fleur de lys (⚜️) sembolü… Bir asaleti anlatır, ben de birçok yerde kullanırım.

-Bu arada mitoloji serisine yeni kitabınız "Dionysos" ile başladınız. Birçok insanın mitolojiye ilgisi olduğunu görüyorum. Kitabın detaylarına geçmeden mitoloji ile ilgili sorularımız olacak. Her kitabınızda doğaya sahip çıkmamız gerektiğinin altını çiziyorsunuz. Bu kitabınızda da doğayı, kadını, cinselliği, doğumu, ölümü, varoluşu çok etkili biçimde ele almışsınız. Günümüze kadar gelen törenlerin kökeninde neler olduğunu gösterdiğiniz ve keyifle kaleme aldığınız bir kitap olmuş, bu çok hissediliyor. Anadolu’da yapılan bir kına gecesini anlatmışsınız. Yani mitolojik öyküler aslında yaşamımızda gelenek ve göreneklerle mi yer ediniyor?

Mitoloji ile ilgili bir seriye Dionysos ile başlamak benim için çok önemli idi. Dionysos aslında insanın doğasını ve Doğa algısını en güzel anlatan mitolojik kişilik. Öte yandan Dionysos, baskıcı Helen dünyasına karşı Anadolu’nun özgürlük tutkusunu yansıtan bir karakter olarak da karşımıza çıkıyor ve bu bağlamda günümüz insanına anlattığı çok şey var. Birçok önemli yazarın günümüz baskıcı kapitalizminin karşısına çıkarttığı Dionysos’u bir de Anadolu kültürü bağlamında ortaya koymak ve gümümüz Anadolu insanına mesaj vermek benim uzun zamandan beri aklımda olan bir proje idi. Burada biraz da bu yolu açan Koca Balıkçı’yı ve etrafındaki o güzel insanları da anmak istedim. 

Bu gözle baktığımızda Anadolu’nun mitolojik birikimi de genel anlamda mitoloji de günümüz insanına hiç de yabancı değil. 

İnsanlar varoluşlarından itibaren Doğa ile uyum içinde yaşamışlar ve Doğa’nın düzenine katkıda bulunmaya çalışmışlardır. Doğa’nın düzenine katkıda bulunmak için de yapılacak en önemli eylem “ritüel” olmuştur. Ritüel aslında insanın Doğa olaylarına bir tür katkısını, kendince yapabileceklerini ortaya koymasını sağlayan kutsal eylemlerdir. Ritüellerin karmaşık mekanizmaları ve icra edilme şekilleri de sözlü kültür ile mitler vasıtası ile yayılmış, gelecek kuşaklara intikal etmiştir. Bu bağlamda sözel kültür ritüellerin, adetlerin ve geleneklerin taşıyıcısı olduğu için çok önemlidir. Sözel kültür, eskiden mitler, efsaneler, destanlar ve zamanla masallarla yaşarken günümüzde adetlerin içinde de yer edinmiştir. Bunun için ben masallara ayrı bir önem veririm ve de folklor araştırmaları paganizm incelemelerinde büyük yer tutar. Gelenek ve görenekleri inceledikçe geçmişi daha iyi anlayabiliriz.  

İşte Anadolu özelinde baktığımızda da bu büyük birikim, gelenek ve göreneklerde olduğu kadar Anadolu’nun her sözlü kültür öğesinde karşımıza çıkar. Günümüz kapitalizminin “tek tip” insan üretme amacına ters biçimde Anadolu kadim kültürü yaşatan eşsiz bir toprak parçasıdır. Bu yüzden ben bu kültüre  ve yaşamasına çok büyük bir önem veriyorum ve elimden geleni de yapıyorum. 

Mitoloji serisi Hekate ile devam edecek; o da anaerkil topluma ve günümüz ile olan ilişkisine farklı bir açıdan yaklaşacak. 

Günümüz insanının mitolojiye bu gözle bakarak aslında “kendine ait” çok ipucu ve bunu takip eden çözümler bulacağına inanıyorum.

-Erkeğin erginlenmesini anlatan bölümde "dişil bilgelik" olarak kadının önemini çok güzel ortaya koymuşsunuz. Anlatır mısınız kadim uygarlıklar da mitolojik hikâyelerde kadın neden önemli?

Eski uygarlıklara baktığımızda başlangıçta hep anaerkil düzeni görüyoruz. Toprağı bir anne gibi Ana Tanrıça olarak gören toplumlar, annenin doğuran, büyüten ve besleyen rolünü hep toprağa vermişler. Tarım kültleri ile birlikte Ana Tanrıça ve kadın önemli olmuş. Doğa’yı da dişil gören bir anlayışın Doğa ile uyumlanması da dişil bilgeliği oluşturmuş. Erkeğin tabii ki rolü avcı, toplayıcı ve koruyucu olarak önemli ancak toplum kuralları anaerkil düzen uygun olmuş. 

Anaerkil düzenin de en önemli kuralı erkeğin “erginlenmesi” olmuş; bir kadından doğan ve kadın tarafından büyütülen erkeğin bir yetişkin olabilmesi için erkeği anneden ayıran, koparan ve onun bir birey olmasını sağlayan bir ritüel toplumun temel direği olarak durmakta. Bu geçiş ritleri dünya üzerindeki hemen hemen bütün toplumlarda bulunmaktaydı ve eksiksiz yerine getiriliyordu. Ataerkil istilalar ve savaşlar ve sonunda ortaya çıkan devlet biçimleri bu düzeni yıktığında erkek artık erginlenmek değil asker olmak zorundaydı ve bu sistem yıkıldı. Günümüze kadar gelen süreçte erkek bu yıkıntının altında kaldı ve erginlenmeyi unuttu. Toplumumuzda birçok yerde aksaklık gördüğümüz noktada bu ritüelin eksikliğini hissedebiliriz. Mitolojik anlatımlarda da kadının “erginleştirici” rolü ortaya konmaktadır bu bağlamda mitolojik öyküler günümüz insanına çok şey anlatmakta günlük sorunlara ilişkin eski insanların çözümlerini sunmaktadır.   

Bir başka açıdan baktığımızda da anaerkil toplumun Doğa ile olan ilişkileri de onunla uyum sağlamak ve saygı duymak şeklindedir. Ataerkilliğin coğrafyamızda yer alması ile “Doğa ile olan uyum” yerini Doğa ile olan mücadeleye bırakmış ve Doğa’yı yendiğini zanneden insan günümüzde çok iyi anlaşıldığı gibi aslında büyük bir yenilgiye uğramıştır. O yüzden “dişil bilgelik” toplum içinde daha çok anımsandıkça günümüz kapitalizmine karşı başka bir dünyanın mümkün olduğunu gösterecek, daha büyük kitleler bunu benimseyecektir.

-Dünyada yaşamış birçok uygarlıklardan onlarca mitolojik hikâye var. Yunanlıların Zeus'u, İskandinavların Odin'i, Türklerin de Ülgen'i, Erlik'i var. Türk mitolojisiyle diğer mitolojiler arasındaki farklılıkları nasıl değerlendiriyorsunuz?

Türk mitolojisi, fenomenolojik bağlamda ele alındığında öteki mitolojilerden çok bağımsız değil; sadece isimler ve anlatım farklı. Hepsinde, köken mitleri, mevsim mitleri ve kahramanlık mitleri buluyoruz.  Türk mitolojisi aslında çok daha zengin bir anlatımın sonucu ve farklı Türk topluluklarının olması ayrı bir zenginlik katıyor.  Ben de paganizm serisini hazırlarken Türk mitolojisini ve paganizmini sona bırakıyorum ki diğerleri anlaşıldıktan sonra Türk mitolojisinin zenginliği çok daha iyi anlaşılsın. 

-Türk mitolojisi hem çok az biliniyor hem de kaynaklarının yetersiz olduğu söyleniyor. Sizce de öyle mi?

Bu bir zamanlar doğru idi, Türk mitolojisi ile ilgili çok kitap yoktu ama artık son çıkan kitaplarla bu eksiklik kapanıyor. Öte yandan bu konu hakkında oldukça çok makale var. Türk araştırmacısı pek makale okumayı sevmiyor aradığını hemen bir kitapta bulmak istiyor. Bana en çok gelen soru “Bütün anlattıklarınızın olduğu bir kitap var mı?” diye oluyor. Ben de “Benim kendi kitabım.” diyorum, çünkü bir konuyu kitaba dökmek için yüzlerce kaynak tarıyorsunuz, bazen yerinde araştırma yapıyorsunuz, kendi tezlerinizi katıyorsunuz ve kitap ortaya çıkıyor. O nedenle her kitap bütün bir bilgini ifadesi. Bu bağlamda da masa başı araştırması önemli ve makale taradıkça çok önemli bilgiler çıkıyor. Kitap olarak bir zamanlar az kaynak varken şimdi birçok yazarın çok değerli kitapları çıktı bunlar da bu açığı kapatıyor.

-Çevirisini yaptığınız pek çok kitap var. Sizi en çok etkileyen ve bağ kurduğunuz kitap hangisi oldu?

Yazdığım kitaplar oldu, çevirisini yaptığım kitaplar oldu, editörlüğünü yaptığım kitaplar oldu; bir yazar her kitapla farklı bir bağ kuruyor, benimsiyor ve baş tacı ediyor. Ancak öyle bir kitap oluyor ki ona bakarken yazarın içinin titrediği de oluyor; benim de en çok bağ kurduğum “Masalcı” ve devam kitabı 'Masallar Anlatıldıkça Gerçek Olur” oldu; burada kendimi ve yaşadıklarımı anlattım. Belki de kendimi olduğu gibi, dokunmadan anlattığım için en çok bağ kurduğum kitaplar bu ikisi oldu; tabii bir de anlatamadıklarını kurgu formatında anlatabilmiş oldum. Masalcı ve devamı benim kendi Yol’umun da bir yansıması oldu, okuyanı da bu Yol’a davet etti.

-Son olarak, Mevsimlik bayramlardan birisi olan Hıdırellez'in tarihi yaklaşıyor. Anadolu'da "Baharın habercisi" olarak kabul edilen, Hızır ve İlyas peygamberlerin her yıl buluştuklarına inanılan "Hıdırellez", yurdun birçok yerinde farklı ve bir o kadar da ilginç gelenek ve inanışlarla kutlanıyor. Hıdırellez nedir, ne zaman kutlanır, Hıdırellez günü nasıl dilek dilenir sizden dinleyelim.

Ben çocukluğumdan beri Hıdırellez kutlamalarına şahit olurdum. Bunlar öyle abartılı kutlamalar olmazdı. Annem ve arkadaşları toplanırlar, bazen ateş yakarlar, ama mutlaka gül fidanı dibine bir şeyler gömerler, taşlardan evler yaparlardı. Annem hâlâ da Hıdırellez zamanı bu adeti sürdürmektedir. 

Hıdırellez Türk-İslam kültürünün en ilginç kutlamalarından biridir. Türk kültüründe, zorlu ve sert geçen kışlardan sonra Bahar kutlamaları büyük önem taşımaktadır. Zaten Bayram sözcüğü bile Divan-ı Lugat’it Türk’te “Bedhrem, halk arasında gülme ve sevinme, bir yerin ışıklarla ve çiçeklerle bezenmesi ve orada sevinç içinde eğlenilmesidir.” diye tanımlanmaktadır. İşte Hıdırellez de bu geleneğin bir devamı, önemli bir bahar bayramıdır. Hızır ismi ile ifade edilen yeşillenme de bu bayramın temasıdır. 

Hıdırellez aynı zamanda Türk takvimi için de önemlidir, halk takvimine göre bir yıl iki ana bölüme ayrılır. Hıdırellez gününden (6 Mayıs) 8 Kasıma kadar Hızır günleri yani “Yaz Faslı” 8 Kasım'dan 6 Mayıs'a kadar da Kasım günleri yani “Kış Faslı” bu ayrımlardır. 

Bu kutlama Yaz Faslı’nın başlangıcı olarak da önemlidir. 

Baharın gelişi her kültürde böyle coşku ile kutlanmıştır zaten, kışın soğuklarından çıkarak yeniden tarım mevsimine girmek, Doğa’nın canlanışı bütün toplulukların inançlarında rol oynamıştır. Kuzey Yarımküre’den benzer bayramların olmasının da nedeni budur zaten. Orta Çağ Avrupası’nda dahi soylu aşkları ve lirizmi de tema olarak baharı almış pagan adetlerini yaşatmıştır. 

Doğa’nın ritmi ile bir olarak baharı ben de kutlayacağım. 

Bu sene sanırım bir Hıdırellez turu düzenleriz, ben her sene olduğu gibi yine gül ağacı altına dilekte bulunacağım, mutlaka ateş yakacağım.

Röportaj: Hande İpekgil 

Twitter

'Bu makalede öne sürülen fikir ve yaklaşımlar tamamıyla yazarlarının özgün düşünceleridir ve Onedio'nun editöryal politikasını yansıtmayabilir. ©Onedio'       

Popüler İçerikler

Domuz Eti Skandalıyla Gündeme Gelmişti: Köfteci Yusuf Yeni Bir Sektöre Giriş Yapıyor!
İki Torunlu Mücevher Kralı 30 Yıllık Eşinden Genç Sevgilisi İçin Tek Celsede Boşandı
Montella Görevini Bırakırsa A Milli Takım'ın Başına Kim Geçmeli?