Gazeteci Alper Görmüş, Gülen cemaatine karşı Ergenekon'dan tahliye olan sanıkların ihbar mektuplarına dayandırılarak ard arda soruşturmaların açılacağı bir döneme girileceğini belirtti
Gazeteci-yazar Alper Görmüş , Fethullah Gülen cemaatine karşı Ergenekon'dan tahliye olan sanıkların cemaatle ilgili Başbakan Tayyip Erdoğan ’a ihbar mektupları gönderildiğini belirterek “Yeni bir soruşturma ve dava bombardımanıyla karşılaşılacak bir dönem olacak” dedi.
Alper Görmüş'ün El Cezire Türk'te 'Cemaat ile hesaplaşmada hükümet-Ergenekon işbirliği muhtemel' başlığıyla yayımlanan (20 Nisan 2014) yazısı şöyle:
İdeolojileri ya da iktidar karşısındaki pozisyonları ne olursa olsun, Türkiye'deki 'reel' gazeteciliklerin hiçbirinin dışında kalamadığı bir sorun var: Ülkede medya süreçleri, ancak nihai noktalarına yaklaşırken, hatta çoğu kez 'patlama' anından itibaren izlemeye başlıyor. Sonuç: Bazı çok önemli gelişmeleri ıskalamak ve süreç işbâ noktasına ulaşıp da patladığında afallamak!
Sorun doğal olarak en çok, medyanın olanı biteni izlemekte en iştahsız olduğu alanlarda ortaya çıkıyor ve elbette bu alanların başında da Kürt Sorunu geliyor; özellikle de 5-6 yıl öncesine kadar.
Bu alandan bir örnekle, 'patlama ânı gazeteciliğinden' kast edilen de şu şekilde:
Diyarbakır Emniyet Müdürü Gaffar Okkan, 24 Ocak 2001'de uğradığı suikast sonrası hayatını kaybetmişti. Okkan'ın cenaze törenine Diyarbakırlıların gösterdiği olağanüstü ilgi bütün medyayı şaşkına çevirmişti. Gazeteler ve köşe yazarları, ertesi günden itibaren bu 'olağanüstü durumun' nedenlerini araştırmaya koyuldular.
Oysa 'patlama ânının' öncesini, yani süreci izleyen bir gazetecilik için ortada şaşıracak hiçbir şey yoktu. Gaffar Okkan, Kürtlerin kendilerini eşit yurttaş hissetmeleri için samimiyetle gayret gösteren 'aykırı' bir emniyet müdürüydü. Okkan, yaşamı gibi ölümüyle de 'birleştirici' bir rol oynamış, döneminde Diyarbakır'da oluşan barış ve sükûnet ortamı cenazesinde de sürmüştü. Medya, 'orayla' ancak öldürülen askerler ve PKK'lılar bağlamında ilgilendiği için bu 'havayı' ancak Okkan'ın cenazesinde algılayabilmişti.
Yeni şaşkınlık vesilesi
Türkiye, süreçleri izlemeyip, süreç işbâ noktasına varıp da patladığında şaşkınlıklar içinde kalan 'patlama ânı gazeteciliğinin' kendisini hazırlaması gereken yeni bir durumla karşı karşıya. Öyle anlaşılıyor ki, önümüzdeki dönem, Ergenekon Davası sanıklarının ihbarcı ve şikâyetçi, Gülen Cemaati'nin devlet içinde 'paralel bir yapı' oluşturmakla itham edilen bağlılarının ise 'şüpheli' ve 'sanık' konumunda yer alacakları yeni bir soruşturma ve dava bombardımanıyla karşılaşılacak bir dönem olacak.
Şüphesiz, hükümetin Cemaat'le hesaplaşmasının başka boyutları da olacak. Bunu da göz önünde bulundurduğumuzda, cevabını aradığımız sorunun nihai hali şöyle şekilleniyor:
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın her vesileyle tekrarladığı 'Cemaat'le hesaplaşmanın' bir kolunu da Ergenekon sanıklarının ihbar ve şikâyetleriyle başlatılan soruşturmalar mı oluşturacak?
Ortaya çıkan bölük pörçük bilgileri ve haberleri birleştirdiğimizde, bu soruyu 'olabilir' diye cevaplamak mümkün görünüyor.
Bu çerçevede şu âna kadar başlıca üç gelişme öne çıkıyor:
'Kumpas soruşturması'
2 Nisan'da Sabah gazetesinin 'Yılmazer'e kumpas soruşturması' başlığıyla verdiği habere göre, son tahliyelerle serbest kalan Ergenekon hükümlüsü emekli Albay Fikri Karadağ, Başbakanlık İletişim Merkezi'ne (BİMER) bir mektup gönderdi. Mektupta Karadağ, 2008'deki sorgusu sırasında eski İstanbul İstihbarat Müdürü Ali Fuat Yılmazer'in kendisini başbakan aleyhinde ifade vermeye zorladığını söylüyordu.
2007'deki, 'silah üzerine ölme ve öldürme yemini' ettirme görüntüleriyle hatırlanan Fikri Karadağ doğrudan başbakana hitap ettiği mektubunda şöyle diyordu:
'Size bütün mukaddesatım üzerine ant vererek söylüyorum ki ben Ergenekon soruşturması kapsamında gözaltına alındığım 22 Ocak 2008 tarihinde 'Kuvayı Milliye Derneklerini Recep Tayyip Erdoğan kurdurdu' şeklinde ifade vermiş olsaydım cezaevinde olmazdım. [...] Ben Vatan emniyetinde gözaltında iken yanıma sohbet amacıyla bir kısım sivil kişiler gelmişti. Yıllar sonra televizyonda görünce gelen kişilerin başındaki kişinin Ali Fuat Yılmazer olduğunu anladım. Yoksa onların kim olduklarını hiç öğrenemeyecektim. Onların istediklerini verseydim başıma hiçbir şey gelmeyecekti. Kendime olan saygım gereği böyle bir şey yapmadım. Size karşı operasyonlar KCK-MİT ve 17 Aralık ile başlamadı. Bunların tarihi daha eskiye gider. 20 Ocak 2008 tarihli rapor bunun miladıdır diye düşünüyorum. Sizden ricam bu raporu hazırlatanları araştırınız.'
Bu ihbar dilekçesi BİMER tarafından Adalet Bakanlığı'na, oradan da İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı'na gönderildi ve soruşturma başlatıldı.
Kemal Kerinçsiz'in dilekçesi ve yeni soruşturma
16 Nisan'da çeşitli gazetelerde yer alan bir başka haber, yine bir Ergenekon sanığının şikâyeti ve ihbarı üzerine başlatılan bir Cemaat soruşturmasına ilişkindi.
İhbarın sahibi, Ergenekon davasında 6 yıl tutuklu kaldıktan sonra geçtiğimiz ay tahliye edilen avukat Kemal Kerinçsiz. Kerinçsiz, henüz cezaevindeyken, 28 Ocak 2014'te BİMER'e gönderdiği dilekçede, başbakanın 'devlet içinde paralel bir yapı oluşturulduğu' şeklindeki tespitine atıfla, bu yapı içinde yer aldıklarını iddia ettiği bazı polisler hakkında suç duyurusunda bulundu.
Başbakanlık yetkilileri, tıpkı Fikri Karadağ'ın başvurusunda olduğu gibi bu dilekçeyi de İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı'na gönderdi. Başsavcılığın görevlendirdiği Cumhuriyet Savcısı Mesut Erdinç de Kerinçsiz'in dilekçesinde tek tek isimleri sayılan bazı polisler hakkında soruşturma başlattı.
Başvurusunun akıbeti hakkındaki bilgi, 17 Mart'ta Kemal Kerinçsiz'e iletildi.
'Ötüken terör örgütü'
Başta Balyoz ve Sahte Çürük Çetesi davaları olmak üzere çeşitli davalardan yargılanıp toplam 36 yıl hapse mahkûm edilen emekli Albay Ahmet Zeki Üçok'la 14 Nisan'da Akşam gazetesinin Sincan Cezaevinde gerçekleştirdiği söyleşi de bu çerçevede dikkat çekiciydi.
Gazetenin, 'Türk Silahlı Kuvvetleri'nin en parlak subaylarının başında geliyordu' diye tanıttığı Üçok'a göre, başbakanın 'paralel yapı' diye nitelediği Gülen Cemaati aslında yıllar önce Ötüken adlı silahlı bir örgüt kurmuştu. Cemaat, kendi kadrolarının bu açıdan yetersiz oluşu nedeniyle de Alperenler'den militan devşirmişti. Üçok'a göre, Gezi ayaklanmasını da Ötüken örgütü gerçekleştirmişti.
Gerçi Ahmet Zeki Üçok 17 Eylül 2013'te Oda TV'de yayımlanan bir yazısında Gezi olaylarında 'örgütsel bağlantı' arama çabalarının ancak 'ileri demokrasilerde mümkün olabileceğini' söyleyerek, bu düşünce sahiplerini alaya almıştı. Yine de onun daha 5-6 yıl önce askeri başsavcı olarak Karargâh Evleri ve Işık Evleri gibi soruşturmaları yürüttüğünü hesaba katarsak, savcıların Üçok'un sözlerini ihbar kabul edip soruşturma başlatabileceklerini düşünebiliriz. Bu durumda, Ergenekon sanıklarının şikâyet ya da ihbarları temelinde başlatılan soruşturma sayısı üçe çıkacak.
Geçtiğimiz günlerde, her ikisi de Ergenekon sanığı olan Doğu Perinçek ve Tuncay Özkan, Cemaat'e karşı yürütülecek hukuk mücadelesinde hükümete destek verebileceklerini açıklamışlardı.
Bütün bunlar, Cemaat'e karşı hükümetin başlatacağını söylediği mücadelenin önemli bir parçasının da Ergenekon sanıklarının lojistik desteği üzerinden yürüyebileceğini gösteriyor.
Şimdilik bölük pörçük bir görüntü arz ettiği için kamuoyunun dikkatini çekmeyen gelişme yakın bir zamanda sistemli bir biçime bürünebilir ve bu fazla şaşırtıcı olmaz.
T24