Erdem Gencer ile Sohbet

Yoganın hayatıma kazandırdığı maneviyat üzerine bir röportaj okuyacaksınız. Bu konuşmayı çok uzun zaman düşledim. Erdem, tanıdığım en mistik ve entelektüel insanlardan biri. Onunla bir yoga festivali zamanında tanıştık. İlgilendiği alanlar, duruşu ve yarattığı aura ile sohbetinde ilham veren ve merak uyandıran bir enerjiye sahip. Saygı ve sevgiyi, müziği, meditasyonu, sporu, hayata – egoya bakış açısını merak ettiğim, gittiği inziva turundan sonra Doğu ve Batı’nın onda yarattığı hislerini detaylarını duymak için can attığım biri Erdem. Ayrıca eğer içsel yolculuk için bir niyetiniz var da Doğu’ya giderek deneyime açacaksanız kendinizi, bu sohbetimiz size rehber olacak. Fiziksel veya manevi olarak fikir ve duygular tattıracak. 

Onunla tanışmanızı ve sohbetimizi hissetmenizi çok isterim.

Hadi başlayalım Erdem, bize biraz kendinden bahseder misin?

Bana biraz yardım eder misin? Kendimi anlatmam gerektiğinde çok zorlanıyorum. “Ben kimdim, kaç yaşındaydım?” şeklinde düşünmem gerekiyor. :) 

İzmir’de yaşıyorum. Orada doğdum büyüdüm. İstanbul’a üniversite okumak için geldim. Otuz dört yaşındayım ve Nest adında bir spor salonu işletiyorum. Genel itibariyle dövüş sanatları sporları hakim stüdyomuzda ama diğer branşlar üzerine de derslerimiz mevcut. Benim özellikle geldiğim ve bilindiğim branş dövüş sanatları. Bunların dışında genel bir yorum yapmam gerekirse, ben ‘şuyum ve buyum’ demek beni tam tatmin etmiyor. Çok sevmiyorum ama bir şeylerle kendimi anlatmam gerektiğinde mecburen etiketler ve ifadelerle anlatmaya çalışıyorum. 

Bütün bunların dışında hayatın kendisi ile ilgileniyorum. Beni en çok ilgilendiren şey bu hayatta, hayatla ilgilenmek.  Birçok şeyi okumak, araştırmak, fikir sahibi olmak, irdelemek ve gözlem sahibi olmak. Benim etiketlerim bunlar sanırım. Dolayısıyla her şey benim konum oluyor bir yerde. Her şeyin birlikte yaşadığını düşündüğüm için böyle tanımları bir araya getirmek beni hem zorluyor hem de düşündürüyor. 

Son dönemlerde özellikle müzikle ilgileniyorum. Daha önce ilgilenmediğim kadar ilgileniyorum. Çok erken yaşlarda başladım müziğe fakat artık benim için bir kendini ifade ediş yoluna dönüştü. 

Yazıyorum. Aslında yazıyı yazmanın kendisini değil bir şeyi anlatmayı seviyorum. Düşünüp, gözlem yapıp o gözlemi kendime anlatmayı seviyorum.

Spor kariyerin hakkında merak ettiklerim var. Kaç yaşında hangi branşta nasıl başladın ve nasıl ilerledin?

Fiziksel uğraşlar çocukluğumdan beri hayatımın hep bir parçasıydı. Bir çok şeyi denedim ve bıraktım. Ebeveynleri tarafından ‘hiçbir şeyi tam yapmayan çocuk’ algısı vardır ya ben tam öyle bir çocuktum fakat en büyük şansım anne-babamın bana bunu yapmaması. Bana hiç bu algıyı yüklemedi ve kesinlikle her şeye fazlasıyla izin verdiler. Eğer bir emsal teşkil etmem gerekiyorsa bu konu için olabilir. Şu an iş olarak yaptığım tüm sporları (jiu-jitsu, dövüş sporları vb.) çok daha sonraları, üniversite yıllarımın sonunda keşfettim. Dolayısıyla çocuklara çok şans verilmeli ve yeteri kadar yanılmalarına izin vermek gerekiyor.  Uzmanlık alanlarını belirlemeleri çok erken isteniyor. Bu mümkün değil. Ben ailemin izni ve desteğiyle çok şanslıydım ve hayatım belki de bundan dolayı en içime sinecek formda şekil aldı. Çok fazla spor denedim ama bir şekilde hepsi yarım kaldı. İyi ki de öyle olmuş. Genel olarak fiziksel şeylere kabiliyetim vardı ve bu hal beni her şeye hazır tuttu aslında. Bu da bana bu konularda özgüven kazandırmış olabilir. Spor kariyerimi jiu-jitsu branşıyla devam ettirdim. Bu branş benim hayatımda ciddi bir etki sahibi oldu. Zaten bu branşla tanıştıktan sonra hayatım boyunca bunun içinde olacağıma karar vermiştim ve ben bunu çok az şey için hissederim. Hissettiğimi yaşamaya başladım ve artık dövüş sporları alanında gelişmeye çalıştım. Üniversite eğitimi olarak spordan gelmiyorum. Çevre mühendisliği lisansı mezunuyum. Haliyle kendi istek ve çabamla branşın içinde her anlamda kalmaya ve gelişmeye fazla fazla özen gösterdim, gösteriyorum.

‘Tükenmezkurşunkalem’ adında bir bloğun var. Birçoğunu keyifle okudum. Bu ismin bir hikâyesi var mı? Okuyucuyu neler bekliyor?

Şaşırdım bu sorulara. Çok spontane oldu bu. Benim gözlem yapıp, fikirler üreten, kendine açıklama yapmaya çalışan bir tarafım var. Bunun bir yerden sonra kağıda yazılması gerektiğini düşünmeye başladım. Tabi el yazım rezalet olduğu için bilgisayara yazmaya başladım. Montaigne’in denemeleri gibi bir şeyler çıkmaya başladı ortaya. Sonra bunlar zaman içerisinde çoğaldı. Benim öğrenmek ve nasıl öğretilmesi gerektiği ile ilgili eğitmen tarafımın da oluşuyla, ilgilenen bir tarafım var. İnsanlar nasıl öğreniyor bunu öğrenmek zorundayım ki ben öğrendiklerimi aktarabileyim. Yapıyor olmakla aktarıyor olmak arasında büyük fark var. İnsanların nasıl anladığını anlama çabamdan dolayı, bu fikirler ve notlarım Yolculuk adında bir kitaba dönüştü. Dileyenler bu kitaba İnternet üzerinden ulaşılabilir. 

Yolculuk’ kitabı yazı yazıyor olmaya dair de bir motivasyon oldu bana. Bu kitap çalışmam sonrası oldu bloğum. Özellikle beni en çok tatmin eden denemeleri bloğa ekliyorum. Bazıları sadece düşünce aşamasında kaldığı için beni tatmin etmiyor. Haliyle bana bu motivasyonu sağlayan her deneme şu an da bloğumda. Ben açıklayabilmekle çok ilgileniyorum. Bir şeyi açıklayabiliyorsam onu aynı zamanda yazmak istiyorum. Onun dışındakiler bende yapım aşamasında kalıyor diyelim. Son dönemde de pek yazamadım. İsmine beş dakika içinde karar verdim. Kurşun kalem kusurun temsilidir. Yanlış yapar arkasındaki silgiyle silersin. Tükenmez kalem daha emindir ne yaptığından. Kurşun kalem amatörlüğü temsil ediyor. Şüphe etmeyi çağrıştırıyor. Aslında beni temsil ettiğini düşünüyorum. Tükenmez kısmı ise ‘hep ve devamlı' olmasını temsil ediyor. 

‘Basitlik + Zorluk = Etkili Pozitif Sonuç’ dediğin o felsefeden bahsedebilir misin?

Evet bu da yazılarımdan birinin konusuydu. Yazdığım şeylerden yola çıkarak söylüyorum; hepsi birilerinden bir şeylerden ilham alınarak yazılmış metinler. Hiçbir tanesi yok ki 'ben sıfırdan bir şey buldum.' diyeyim. Birisinin söylediği herhangi bir şeye tamamen katılıyor oluyorsam ya da bende bir yere dokunuyorsa bu bana ilham veriyor ve bunun üzerinden konuşmaya ve eklemeye başlıyorum. Bazen olur ya, birisi senin o ana kadar söylemeye çalıştığın şeyi bir cümle ile söylemiştir. Bu da öyle ve karşıma çıktığı anda üzerine düşünmem gerektiğini hissettim. Şunu iyi öğrenmeliyiz; hiçbir şeyi biz yapmıyoruz tam olarak. Her şey o kadar birbirine bağlı ki, 'ben' diye izole bir yapıdan tam olarak söz edebileceğimizi sanmıyorum. Sadece belli bir boyutta ‘ben’den bahsedebiliyoruz. Şimdi ben konuşuyorum mesela. Daha geniş açıdan ele alayım, beni yetiştiren insanların aracılığıyla bir şeylere başka türlü bakabilmeyi ve anlayabilmeyi başarabilirim. 

Bu formülü çok tatmin olarak paylaşmıştım. Bu formül hayatı direkt açıklıyor. Nereye bakarsan bak bence bir şey basit olmak zorunda. Basit olması onun kolay olduğu anlamına gelmez. Basit demek kolay demek değil ya da örneğin; birbirimize anlatacağımız her şeyi basit ve anlaşılır anlatmak gerekir. Benim o konuyu ne kadar iyi bilip bilmediğin ifadesidir aslında. En büyük açıklamalar en büyük keşifler basitleştirilebilindiği için değerli oldu ve tarihe geçebildi. Einstein’dan örnek verelim mesela; çok ciddi ve kompleks bir konuyu olabilecek en basit hale getirebildiği için yaptığı iş çok değerli idi. Enerji ve madde ilişkisini meşhur E=mc2 kadar basit bir ifadeye indirgeyebildi. Dolayısıyla bir çıkarımın ne kadar kuvvetli olduğu ne kadar basit olduğu ile ilgili bence. O yüzden hayatta her konuda bir şeyi çok sade yapmak önemli ve bu sadeliği bulabilmek için de konunun üzerinde çok vakit harcamak gerekiyor. Şimdi bence muhakkak hemfikir olacağızdır bu konuda; karmaşık şeyleri doğru ve ulvi bulan bir tarafımız var çünkü zihnimiz komplikasyon istiyor. Zihin hayran oluyor karmaşıklığa. Sanki öyle olmadığında anlamaya, üzerinde düşünmeye değer değilmiş gibi. Bu yüzden insanlar çabuk kandırılıyor ve manipüle oluyor. 

Yeterince bilgi sahibi olmadığımızda komplike gelen şeylerin doğruluğuna inanma eğiliminde oluyoruz. Dolayısıyla bu formül benim için hayatı açıklayan bir formül. Zor olan tek şeyin emek vermek olması gerekiyor. 

Çoğu başarıya, basit bir pratiğe her gün emek vererek ulaşılmıştır fakat zihne kalsa bir kaç tekrardan sonra, ''Tamam bunu anladık ee sıradaki...'' diyecek.

Bir paylaşımında sanırım ‘’Doğu’yu anlamadan Batı’yı anlamak pek mümkün değil.’’ demişsin. Ne demek istiyorsun?

Asya seyahatimden çok yeni döndüm ve bu fikre orada vardım. Bu seyahatimden önce yolculuklarım hep Avrupa olmuştu. Biz ülke olarak özellikle yakın tarihte Avrupa’ya bakmış bir ülkeyiz. Ben de o yüzden hep buna özenerek oralara gitme eğiliminde oldum bunu şimdi daha objektif görüyorum. Aslında sanırım şu an toplum olarak hepimiz öyleyiz. İyiler, gelişmişler ve onlara özenmek de aslında çok doğal. Dolayısıyla seyahatlerimin oralar olması hiç rastlantı değil. 

Avrupa maddi bilgiyi, bilgiyi işlemeyi ve materyal üzerinden bilgiyi geliştirmeyi ifade ediyor. Batı bilimi, maddi evrende ne olup bittiğiyle ilgileniyor ve bu durum dünyada o kadar karşılık almış ki, değerli olmuş ve günümüzde de çok fazla değer görüyor. 

Avrupa, maddeyi ve maddeden gelen bilgiyi temsil ediyor. Doğu’da ise; bazı insani değerleri görüyor insan. Sevgi, şefkat, insanlar arasındaki bağ ve birbirini düşünme kabiliyeti. Bunları çok bilgiden saymamışız biz modern dünyada. Eklemem gerekir ki bunlar kesinlikle ayrı uzmanlık alanları. İnsanların şefkat gösterme kabiliyetleri bir uzmanlık alanıdır. Nasıl bir kişi spor salonuna gidip omuz kası çalışıyorsa ve kuvvetli olmasını beklemesi gibi şefkat de çalışabilir bir insan ve gelişmesini sağlayabilir. Batı’daki insanlar maddeyle o kadar çok ilgileniyor ki manevi değerlerden biraz uzak yetişiyorlar. Bu kısımları yani kabiliyetleri daha az aktif oluyor. İnsanların, ailelerin birbirine bağlı yaşaması, destek olma hissiyatı daha büyük. Ben seyahatimden sonra Türkiye’yi daha iyi anlıyorum. Türkiye iki taraf arasında sıkışmış bir ülke. Ne o olabilmiş ne bu olabilmiş. İki tarafta da olamadığı gibi iki tarafı da gerçekten keşfedememiş. O özendiği Batı gerçekten ne yapıyor, onu bilmiyor bizim ülkemiz. Oraya nasıl gidilir onu bilmiyoruz ki bir şeyleri üretemiyor oluşumuz buna en büyük örnek. Bu arada o tükaka ettiği yani geldiği yer ne kadar değerli onu da bilmiyor insanımız. Başımıza gelen felaketlerde görüyoruz aslında üstün manevi duyguya sahip olduğumuzu. Biz bir arada olabilen, birbirine destek olabilen bir ülkeyiz. Bu Doğu’nun eseri. Doğu toplumları manevi konular üzerine ciddi zaman harcamış ve hiçbir şey şans eseri olmamış. 

Tam da bu cevaplarla bağlantılı olarak, Doğu ile ilgili olarak bize neler anlatmak istersin?

Bunlara paralel olarak söylemek istediklerim var evet. Bir tatil olmadığından bahsedebilirim öncelikle. Oranın genel olarak lokal insanıyla çok vakit geçirdim. Özellikle Hindistan zamanım tatilden en uzak zamanımdı. Tatil kelimesini kullanmamın nedeni, iyi bir zaman geçirmek, keyfini çıkaracağın şeyleri yapmaktır ya, işte onların mümkünlüğü olmadı oradayken. Hindistan yaklaşık iki buçuk ayımı aldı. Amacım pozitifi aramak olmadı. Gözlem yapmanın, sorularıma cevap bulmanın ve bildiğimi düşündüğüm şeylerin içinden yeniden geçmenin tadını çıkarmaktı aslında niyetim. Bunların hepsini hayata geçirmek istedim. Dolayısıyla orada yaptığım tüm tercihler, seyahatin beni götürdüğü yerlere gitmek üzerine oldu. Çok insanla tanıştım. Bölgenin zor şartlarına girerek keşfettiğim şeyler oldu. Bunlardan bir tanesi özellikle Hindistan’da, oradaki insanların ciddi anlamda manevi kabiliyetleri var. Madde olmayan her şeye fazla alışkın ve içtenler. O yüzden bence birçok kişi Hindistan’a gitmek istiyor. Özellikle kendini arayan insanların bir dönem için oraları ziyaret etmeleri gerçekten hiç tesadüf değil.

Benim bu yolculuktaki en büyük uyanışım, manevi değerler üzerine oldu. Batı’nın manevi değerlerle ilgilenmeyişini çok daha iyi fark ettim. Özellikle reform hareketlerinden sonra din algısının insanı kandıran tarafını fark ettikten sonra Batı’lılar daha da uzaklaştı bu inanç sistemlerinden. Bilimin peşine takılmak, biraz maneviyattan uzaklaşmaya neden oldu. Elle tutulmayan kıymetleri Doğu çok güzel temsil ediyor. Doğu bana bunu verdi.

Seyahatinde gözlemlediğin ve deneyimlediklerinden sonra aydınlandığın ilk konu ne oldu?

Neden bu yolculuğa çıkmak istediğimden başlamak isterim. Uzun bir süre yaklaşık beş yıl kadar sabit yaşadım. Bir spor salonu işletiyorum. Covid dönemi girdi araya. O süreçte çok sabit, belli bir yerde yaşayan biri oldum. Genelde çok seyahat ederdim. Tabi hepimizin içinden geçtiği bir süreç olduğu için ekonomik konular elbette benim hayatımı da etkiledi. Haliyle biraz daha sabit, durağan bir dönem geçirdim. Etrafımdaki herkesi biliyormuşum gibi hissetmeye başladım. İnsanları çok tanıdığımı düşünmeye başlamıştım. Halleri, tavırları hep bildiğim yerlerden geliyordu. Aynı sosyal yapı, aynı problemler. Dolayısıyla artık şaşırmak istiyordum. Bilmediğim bir şeyleri arzulamak, öğrenmek isteğim oluşmaya başladı. Hayatımda sürpriz yeni şeyler oluşsun istiyordum. Şimdilerde anlıyorum ki Hindistan bunun için müthiş bir seçim olmuş. Şans eseri bir seçim olmuştu aslında ucuz ve ulaşılabilir diye seçtim. Tamamen şokla ve sürprizlerle dolu bir ülke. 

Soruya cevap olarak şunu belirtmek isterim ki; Tibet Budizm’in öğretildiği bir yerde on günlük bir kursa katıldım. ‘Budizme Giriş’ başlığı altında. Burada bize Budizm i hem pratiğiyle hem de bir üniversite gibi Budizm felsefesi ve bilimi şeklinde anlattılar. Burada deneyimleyip öğrendiklerim benim seyahatimi şekillendiren şey oldu. Varsa eğer, benim yola çıkış nedenimin o bilgileri öğrenmek olduğunu anladım. Tabi aynı zamanda öğrendiklerimi uygulamak elbette. Eğer bir şeyi fark etmekten bahsedeceksek ben en büyük fark etme anımın orası ve o deneyim olduğunu söyleyebilirim. Elbette idrakım ve hissi uzun zaman alacak. Hindistan’dan Tayland’a geçtiğimde tatil yaptım, bolca brazilian jiu jitsu ve mma kulübü ziyaret edip antrenman yaptım, seminerler verdim. 

Bu içsel yolculuğun sırasında kendinde keşfettiğin en büyük zayıflığın ne oldu?

Aslında kendimde keşfettiğim bir zayıflığım olmadı, zaten biliyordum. Bildiğim şeyin üzerine çıktım. Onunla çalıştım. Bence hepimiz her şeyi biliyoruz zaten. Çok nadiren bulamayabiliriz. Bunun sebebi çok hızlı ve fazla kirli yaşam. Gün içinde sessiz ve kendimizle kalamıyoruz. Her yerden gürültü ve data şeklinde çok uyaranlar var. Bizler bu gürültülerin içinde durup da içeride ne oluyor bitiyor tam duyamıyoruz. Zaten meditasyon bu yüzden önemli. Sorulara cevapları bulamayabiliriz. Bunun büyük ihtimalle sebebi hayat tarzımız. Cevaplar çok basit yerlerden ve sürekli geliyor fakat  duymuyor ve ıskalıyoruz. Fark ediyoruz da gerekeni yapmıyoruz bazen. Bu kısımda da çoğu zaman bildiğimiz şeyleri yapacak kadar cesur değiliz. Genel olarak cevap bulmak konusunda sorun yaşamadığımızı, cevabı bildiğimizi fakat cevabı uygulayacak kadar cesaret gösteremediğimizi düşünüyorum. Her şey sadece bizimle ilgili. Sorumluluğu başkasına atmak en kolayı oluyor hepimiz için ama hakikat böyle ilerlemiyor.

Tarzın bende hem gerçek bir entelektüel hem de mistik bir hava uyandırıyor. Elbette bu başlıklar ele alındığında az ve yetersiz kalır. Sen kendini nasıl özetler ve tanımlarsın?

Çok teşekkür ederim güzel cümlelerin için. Ben de kendimi entelektüel olarak buluyorum. Sanırım İlber Ortaylı’ dan bir söyleşide duymuştum ‘’Entelektüel, üzerine vazife olmayan konularla ilgilenen kişidir’’ diye. Bence de öyle. İnsan üzerine vazife değilken bir şeylere uğraşıyorsa gerçekten merak duyuyor demektir. Birçok ayrı şeyle ilgilenip, bilme isteği ve merak halimin oluşunu hep hissediyorum. 

Bazen manevi olan maddi olmayan şeyleri kavramakta zorlandığımız için de bazı yaşananları mistik kabul ediyoruz belki de. Dini konular mesela bu konuya dahil olabilir. Kendimi gerçeği görmeye çalışan birisi olarak görüyorum. Özellikle mutlak olan gerçeği anlamaya çalışan birisiyim. Maddi bir arama haline ‘entelektüelite’ denebilir. Manevide de gerçeği arayan birisi olarak ‘mistik’ bir taraf yansıtıyor olabilir tabi. 

‘’Niyet, bilgelik ve emek bir araya gelince bir yol bulunur.’’ dediğin bir paylaşımın oldu. Hayatı bu kavramlarla dengede buluşturmamız için hangi kaynaklardan beslenmemiz gerekir? 

Niyet benim için motivasyon demek aslında. Bir şeye niyetlenen kişi aslında bir şeye motivasyon yüklemiş oluyor. Bir başka söylemle motivasyon yoksa bizi ileriye götürecek yakıt ve ateş yoktu. Bir şeyle ilgili çok motiveysek insan çok daha ileri gitme potansiyeline sahiptir. Bilgelik dediğimiz kısımda da; kişi konu hakkında hem safi data (bilgi) hem de genel anlayış ve yorum olarak belirli bir seviyede olmalıdır.

Emek ise; bu engebeli yola ayırılan zaman. Bu üç şeyin harmanı hayatımızdaki girişimleri sonuçlandırıyor veya sonuçlandırmıyor. 

'Bir kayayı severken 'Vay be, ne kadar güzel kaya.' dersin ama düşerken altında kalmak istemezsin. Bu bir şeyi sevmenin ya da nefret etmenin ötesinde bir konu. Kendini konumlandırmaktan başka bir gücün yok.’’ derken sevmenin veya nefret etmenin aynı yerden geldiğini söylüyor olabilir misin? Bunlar senin cümlelerin nasıl devam etmek istersin?

Bir şeyin iyi veya kötü olmasından ziyade bir şeyin önce bir şey olmasını anlamak lazım. Dualistik zihinde her şeyin bir iyi bir kötü tarafı olduğuna göre bu şeyin de bir iyi bir kötü tarafı olacak muhakkak. Dolaysıyla buradan gelen sonuçlarla ilgili şikayet etme şansın kalmıyor böylece. 

Bütün bunlardan sonra tek bir şey kalıyor geriye… 'Sen nerede duracaksın?’’ 

Yani o konunun şurasında duracaksan ezileceksin, burasında duracaksan altında kalmayacaksın. Belki de öyle bir yerde duracaksın ki o kayanın düşüşüne yön vereceksin. Hayat bu seçim anlarıyla dolu. Hatalı olan ise durduğumuz yeri anlamayıp farklı sonuçlar beklemek.

Sporla sanatın müzik yönünü nasıl sentezledin? Sanırım sayamayacağımız kadar enstrüman çalıyorsun. Hangisiyle ilgilenirken ne hissediyorsan?

Aslında çok fazla enstrüman çalmıyorum. Başlarda da dedim ya, denemeyi seviyorum diye. Müzikte de durum böyle çok fazla şeyi elliyorum diyeyim. Ben müziği anlamak daha derin deneyimlemek istiyorum. O sırada buna enstrümanlar kapı açmış oluyor. Dolayısıyla merakımı ele alıp harekete geçtiğimde bir enstrümanı çalarken buluyorum kendimi. Bir motivasyon anımda elime almış olup, oradan alacağım duyguya bakmış oluyorum. Genelde çok fazlasına temas ettiğim için öyle görünüyor. Hayatımın son zamanlarında büyük bir etken oldu müzik aslında. Bir çok insan vesile oldu. Daha önce müziğe daha matematiksel bir yerden bakıyordum. Çocuk yaşlardan beri bağlama çalıyordum. O yüzden benim için yeni değildi ama hep mekanikti. Şimdilerde müziği, daha anlayarak yapıyorum. Mesela sessizliği daha iyi anlamamı sağladı müzik. Özellikle birden fazla insanla müzik yapmaya başlayınca gereksiz sesin rahatsız ediciliği ve dinlemenin önemi artıyor. Gürültü olmadan, sesin melodiye dönüşmesi gerekir. Birlikte çaldığımız arkadaşlarımızla zaman zaman susup, zaman zaman yükselmeler yaşıyoruz. Müzikle uğraşmak beni biraz daha gereksiz sesten uzaklaştırdı. Ben iyi bir dinleyiciydim şimdi daha da iyi dinleyici oldum müzik sayesinde. Bir söz var ‘’Söylediğin söz sessizlikten daha iyiyse söyle.’’ Bir yerden sonra boş konuşmaya başlanır. Benim için müzikte de böyle bu durum. 

’Bir insan mütavazı olmak için çaba harcıyorsa orada pusuda bekleyen ego vardır.’’ Sen kendini nasıl tanımlarsın? Biraz kibri ve egoyu sağlıklı buluyor musun?

Mesela bu röportajı yapıyor olmak bana kendimi önemli hissettiriyor. Röportajdan hemen sonra bu mental halden çıkmak için bir çalışma yapacağım. Bu bir saniye bile olabilir, hatırlamak gibi. Önce egonun bana göre ne demek olduğunu da açıklamam gerekir. Bir tane gerçek olmayan bir ben daha var, o ego. Bunun içine hepsi dahil bence, iyisi de kötüsü de. Ego kötü olmak zorunda değil. İyi şekilde gözüken ego da var. İyi insan olmaya çalışan egosu. Ego mesela gerçek olmayan kimlik olarak düşünülebilir. Dolayısıyla şu an bu yaptığımız şey o tarafıma hizmet ediyor. Bu olay özelinde birilerinin benim fikrimi merak ediyor oluşu egomu okşayan bir hal. Aslında insanların ‘Ben egoluyum ve bunu yenmeliyim.’’ diye düşünmesine gerek yok. Herkes egolu. İçimizde birden fazla kişi veya kişilikler olabilir. Konu şu; aksiyonlarıma o mu karar verecek ben mi? Ego zaten var ama ben ona bağlı çalışmıyorum, ona bağlı yol almıyorum. Onu hissettiğim an zaten bir fark etme anı olduğu oluyor ve gönderiyorum onu. Egolu olmamak çok zor bir şey ve zaten kapıda da bekliyor beni ama bunun beni, duygularımı ve yaşantımı manipüle etmesine izin vermeden kontrol altında tutuyorum. Tabii ki uzun vadede üzerine çalışıp bu gerçek olmayan kimliği küçültmek ve ütopik son hedef olarak yok etmek niyetimiz olmalı. 

Ayrıca mütevazı olmaya çalışan bir insanın ancak kendini yorduğunu ve gerçeklikten uzaklaştıracağını düşünüyorum. Bu yüzden mütevazı olmaya çalışan biri değilim. Bir şeyi olduğu gibi söylemek kendinle övünmek veya kendini kötülemek olmak zorunda değil.

Bir yazında saygı ve sevgi üzerine Avatar filmini önerdin. Bu minvalde düşünecek olursak bize orada fısıldanan şeyleri biraz anlatabilir misin?

O yazıda saygı ve sevginin birbirinden ayrılabilecek bir şey olmadığı geçiyordu. Bizler saygıyı mesafe gibi algılıyoruz. Kelimelerin hissi ayarları var. Ben Türkiye’de yetişen birisi olarak, bu toplumun saygı kelimesine karşı bir soğukluk algısı içine girdiğini düşünüyorum. Saygı birinin oluş halini önce değiştirmeye olduğu gibi kabul etme halidir. Birinin oluşunu kabul etmek sevginin başlangıcı değil midir zaten? Romantik ilişkilerde veya kadın erkek ilişkilerinde çiftler birbirlerini değiştirmeye çalıştığında nasıl kavgalar çıkıyor. İnsan bu durumlarda karşı tarafı kendine bağlıyor ve karşıdakinin de artık kendi olduğunu düşünmeye başlıyor. Onun yaptığı şeyler sanki seni direk ilgileniyormuş gibi oluyor. Bu sancı verici bir şey. Direkt yanlış bir gerçek algısı oluşuyor. 

Filmi ele aldığımdaysa aslında çıkarımım doğa üzerine oldu. 'Doğayı seviyoruz.' diyoruz ama yeterince doğaya saygımız var mı? Bir hayvanı ehlileştirdiğimizde ondan faydalandığımızda bile onun ruhuna hitap etmek onun kendi varlığını hiçe saymamak ne kadar mümkün? Bizler sevdiğimiz bazı şeyleri kırmaya çekinmeden seviyoruz. Kırıyoruz, çok acı halde kırıyoruz. Buna sevgi demenin mümkün olmadığını görebiliriz. Dolayısıyla saygı ve sevgi birbirinden ayrılamayan birbiriyle derinleşen bir hal. 

Gelelim Matrix filmine. Yine bir yazında kablolar ve makinaları vücuda benzetmişsin. Matrix’in özünü oluşturan bu kabloları bize nasıl anlatırsın?

O yazı böyle aklıma bir kaç şeyin bir araya gelmesiyle epey kafa yorduğum bir anda oluştu. Bir araya çok getiremeyebilirim belki. Matrıx filmi nasıl yapılmışsa artık ne zaman dönüp yeniden izlesem bir şey öğretiyor. Görünen ve görünenin ötesini konuştuk ya; şimdilerde yine üzerine düşündüğümde matrix bunlarla da ilgili. Bunu anlatıyor film. Aslında filmin özü bence ‘’Bak bu senin deneyimlediğin şey aslında mutlak gerçek olmayabilir.’’  Bizim kendimizin hoşumuza giden ve hoşumuza gitmeyen aracılığıyla yarattığımız bir geçeklik algısı var. Bu gerçeklikler bir rüya gibi olabilir belki. Rüyada gördüklerimizi düşünelim, aynı gerçekmiş gibi yaşamıyor muyuz? Yaşadığımız mental deneyimler böyle aslında. Gerçek zannediyoruz ama aslında tam olarak gerçek değil. Örneğin; öfkeliyken bir konuyla ilgili çıkarımların farklı oluyor. O an bu duygu durumunun içindeyken olması gereken doğru görüşü sahip olamıyoruz ama bir yansıma da çok doğru ve haklı geliyor. Burada insanın gerçeklik algısı değişmiş oluyor aslında.

‘’Birini tanımanın en iyi yollarından biri dövüşmektir.’’ demişsin. Dövüşelim tamam ama nasıl?

İşte Matrıx detaylarından biri daha. Bir sahne var filmde; Neo, Seraph ile karşılaşıyor. Seraph önce özür diliyor ve hemen Neo ya karşı hamlede bulunuyor dövüşmeye başlıyorlar, bu arada Seraph Neo'yu kahine götürecek kişi, kahinin koruyucusu, Seraph bir kaç dakika sonra duruyor ve gidebiliriz diyor, ‘’Sadece o olduğundan emin olmam gerekti, kahinin düşmanı çok.’’ 

Neo: ‘’Bana sorsaydın sana cevabı söylerdim, neden dövüştük?’’ diyor. Seraph ‘’Birisini gerçekten tanımak istiyorsan onunla dövüşmen gerekir' diyor. Evet meali şu :) 

Orası yani dövüşme anı çok gerçek bir an. İlişkilerimizde bir  çok şeyi saklayabiliyoruz, kendimizden bile. Mücadele anında biz o an ne isek onu reaksiyon olarak gösteriyoruz. Uzmanlık alanımın dövüş sanatları olması da bunu anlamamı çok kolaylaştırıyor zaten. 

Bizim derslerimize gelen insanların günlük hayatta nasıl biri olduğunu, öfkeli mi özgüveni mi eksik, yalan söyler mi, bunları onlarla biraz güreştikten sonra anlayabiliyorum. 

Jiu-jitsu nasıl bir spor? Bize biraz anlatabilir misin?

Dövüşmenin kişilerin gerçekliğini ortaya çıkarması gibi bir hali var bir önceki soruda söylediğim gibi Jiu jitsu’yu seviyorum. Şuan spor olarak yapılan Jiu Jitsu’da darbe yok daha çok güreşme olarak geçiyor. Dolayısıyla fiziksel olarak hasar görmediğimiz bir şey yapıyoruz. Bu sebeple gerçekten direnç gösteren partnere karşı yüzde yüz bildiklerini uygulamaya çalışma özgürlüğüne de sahip olabiliyoruz. Vuruşlu sporlarda %100 ile antrenman yaparsanız her an bir partner sakatlanabilir o sebeple çok nadiren o gerçeklik seviyelerine çıkılır. 

Dövüşte dominant pozisyonlar vardır mesela birini yere düşürürseniz fiziksellik önemli olmaksızın üstte olan doğal olarak daha avantajlıdır gibi. 

Bu dominant yani daha az zarar görüp daha çok zarar verebileceğimiz pozisyonlara geçip mücadeleyi kendi lehine çevirmeye çalışan bir dövüş sporu.

Fiziksel kısmı dışında da, dövüş sporlarının yeri çok değişik. Psikolojik sıkıntıları olan kişilerin bu spor aracılığıyla tedavi olabildiklerini görebildim. Özellikle jiu jitsu için bunu daha çok söyleyebilirim.

Şimdi ikinci etap sorularıma geçiyorum Erdem, tek kelimelik cevaplarla yanıtlamış olacaksın?

Bunu ilk kez seninle başlatmış olacağım. ☺

En sevdiğin kelime?

Muazzam

Seni ne heyecanlandırır?

Keşfetmek 

En sevdiğin ses?

Yankı

Kendin olmasaydın kim olurdun?

Seçmezdim ama bilge biri olsam hoş olurdu.

Nerede yaşamak isterdin?

Özgürlük ve bağlılığı hissettiğim herhangi bir yer.

En büyük sıkıntı yaratan kusurun nedir?

Hızlılığa olan meyilim.

Sana en fazla keyif veren kötü huyun ne?

Kötü huyların hepsi keyifli :) 

Kahramanın kim?

Annem ve Atatürk.

En çok kullandığın kelime nedir?

Herhalde 'Ben' dir herkes gibi. 

Hayat felsefeni hangi slogan özetler?

Sürekli değişen bir hayatı ve beni, bir slogan ile sabitlemek istemiyorum. 

Mutluluk rüyan nedir?

Gerçek mutluluk olarak değil fakat anlaşılmak beni mutlu eder.

Öldüğünde cennete giderken Tanrı’nın sana kapıda ne söylemesini isterdin?

Nasıl yapmışım? ☺

Instagram

'Bu makalede öne sürülen fikir ve yaklaşımlar tamamıyla yazarlarının özgün düşünceleridir ve Onedio'nun editöryal politikasını yansıtmayabilir. ©Onedio' 

Popüler İçerikler

Çanakkale'de AK Partili Belediyenin Tepki Çeken Atatürk Afişi Kaldırıldı!
Yeni Sezonda TV Ekranları Fena Karıştı: 5 Dizinin Ertelendiği Sezonda 6 Dizi Şimdiden Final Yaptı!
İzmir'de 5 Küçük Kardeşin Öldüğü Yangın Faciası: Bakanlık, Aileyi 18 Kez Ziyaret Etmiş!