Saadet Partisi Genel Başkanı Mustafa Kamalak, AKP'nin Milli Görüş çizgisinden yetişen kadrolarca kurulmasını 'Erbakan'ın yolu öğrencileri tarafından kesildi sözleriyle' eleştirdi
Saadet Partisi Genel Başkanı Mustafa Kamalak, Milli görüş hareketinden ayrılarak Adalet ve Kalınma Partisi'ni kuran kadroları sert bir dille eleştirerek, 'Abdülhamid'in yolu subayları tarafından kesilmişti, Erbakan'ın yolu öğrencileri tarafından kesildi' dedi.
Saadet Partisi Genel Başkanı Mustafa Kamalak, Milli Görüş hareketinin lideri ve kapatılan Refah Partisi’nin son genel başkanı olan, Necmettin Erbakan’a ‘kirli siyasi öneriler’ yapıldığını öne sürerek, “Eğer Erbakan İsrail’le ilgili yapılan önerileri kabul etseydi AK Parti kurulmayacaktı” dedi. Kamalak, AK Parti’nin Milli Görüş çizgisinden kopan kişilerce kurulmasını da eleştirerek, , 'Abdülhamid'in yolu subayları tarafından kesilmişti, Erbakan'ın yolu öğrencileri tarafından kesildi' değerlendirmesinde bulundu.
SP Genel Başkanı Kamalak’ın, Bugün gazetesinden Hüseyin Keleş’e verdiği söyleşinin tem metni şöyle:
Milli Görüş Hareketi, 1999’dan bu yana istediği ilgi ve desteği bulamadı. Bu da oy oranlarına yansıdı. Milli Görüş çöküş sürecine mi girdi?
1999’dan bu yana dediğiniz doğru. Eğer biz kuru bir particilik yapmış olsaydık yükseliş devam edecekti. Nitekim 17 Aralık 2014 tarihli Ünal Tanık’ın imzasını taşıdığı bir makale yayınlandı. Birtakım finans sahipleri, proje mimarları Erbakan Hoca’yı ziyaret ediyorlar. Bu doğrulandı. Ne diyorlar “İslamiyet yükselen bir çizgidir. Biz sizinle işbirliği yapmak isteriz” Peki ne olacak?
Üç öneride bulunuluyor. Birincisi “Biz sizi iktidara taşıyacağız, ikincisi bu alandaki gerekli finansmanı sağlayacağız, üçüncü olarak da karşı çıkanları saf dışı bırakacağız. Buna karşılık sizden şu taleplerimiz olacak. İsrail’in güvenliği sağlanacak. İki, İslamiyet’in yeni yorumunda bize yardımcı olacaksınız. Üç, Büyük Ortadoğu Projesinde bize destek vereceksiniz.” Erbakan Hoca tartışmaya bile açmadan reddediyor bu önerileri. Ben bugünün AK Parti’si dünün İttihat Terakki’si diyordum. Elimde somut veriler yoktu ama eldeki veriler ve sezgi oraya götürüyordu.
Muhsin Yazıcıoğlu’na da aynı teklifin yapıldığı iddia ediliyor?
Muhsin Bey de (Yazıcıoğlu) reddediyor. Zaman Gazetesi Yazarı Ali Bulaç, konuyla ilgili bir yazı kaleme aldı. Erbakan ve Yazıcıoğlu reddedince şu anki iktidar sahipleriyle pazarlığa oturuyorlar ve anlaşıyorlar. Kurulduğu günden bu yana ben bugünün AK Parti’si dünün İttihat Terakkisi diyordum. Elimde somut veriler yoktu ama eldeki veriler ve sezgi oraya götürüyordu.
İttihat ve Terakki’yi kurduranlar bazı isimleri ön plana çıkarıyordu: Enver Paşa, Cemal Paşa, Talat Paşa. AK Parti’ye bakıldığında da önde gelen üç bey var. Beylerin ismini de değerli okuyucularımız bilir zaten. O paşalar Osmanlı’nın yolunu açmak için yola çıkmıştı. Yolu kesen kimdi onlara göre Abdülhamid Han’dı. Abdülhamid Han’ın siyasetinin 33. yılında bu hadiseler gerçekleşiyor. Bakıyoruz Abdülhamid Han’ın emanetini üstlenen birisi var:
Erbakan Hoca. Ne diyordu Abdülhamid? Milli Birlik. Bundan maksat İslam birliğidir. Erbakan Hoca ne diyor? İslam birliği diyor. Ancak sözüm ona orada yolu kesen Abdülhamid Han’dı, burada Erbakan. Abdülhamid’in yolu subayları tarafından kesilmişti, Erbakan’ın yolu öğrencileri tarafından kesildi. Orada İsrail devletinin kurulması amaçlanıyordu, bizim gafiller bunun farkında değildi. Şu an Büyük İsrail devleti kurulmak isteniyor.
Eğer Erbakan İsrail’in isteklerini kabul etseydi, AK Parti kurulmayacak mıydı?
Kurulmayacaktı tabii. Lüzum kalmayacaktı. Nitekim toplantının yapıldığı evde (Ünal Tanık’ın anlattığı toplantı) Merkez Partisi’nin liderinin ismi zikrediliyor. AK Parti’nin önde gelenleriyle anlaşıldığı için şu an itibariyle Merkez Parti’ye ihtiyaç yok diyor. Bunu diyen şu anki merkez partinin kurucu genel başkanı Abdürrahim Karslı.
Yani İsrail’in istekleri kabul edildiği için AK Parti kuruldu?
Tabii. Büyük Ortadoğu Projesi’ne destek vereceksiniz diyorlar. Tayyip Bey de zaten kendisini Büyük Ortadoğu Projesi’nin eş başkanı ilan etmişti. Birinci istek neydi? İsrail’in güvenliğinin sağlanması. İsrail’in kendisini 1948’den yani kuruluşundan beri en güvende hissettiği dönem AK Parti dönemidir.
AK Parti döneminde Irak çökertildi. Saddam, Müslümanlar’ın bayram günü idam edildi. Bunlarda AK Parti’nin büyük rolü vardı. 1 Eylül 2004 tarihli Resmi Gazete’de, Dışişleri Bakanlığı’nın bir tebliği yayımlandı.
Bu tebliğe göre Türkiye Cumhuriyeti’nin altı havaalanı ile yedi deniz limanı, ABD’nin emrine amade kılındı. ABD’den getirilen cephaneler, mühimmatlar Türk şoförleri vasıtasıyla Amerikalı ‘coni’lere, Suriye’yi işgal eden kuvvetlere servis edildi.
Öbür taraftan dönemin Milli Savunma Bakanı Vecdi Gönül bir soru önergesine şu cevabı veriyordu: “Meclis 1 Mart’ta tezkereyi reddetti ama biz o hatayı Adana İncirlik Hava Üssü’nden 4990 Amerikan sortisine müsaade etmek suretiyle telafi ettik.”
Bu gelişmeler Türkiye’nin işine yaradı mı? Yaramadı. Kimin işine yaradı? İsrail’in. Anlaşmanın metninde ne vardı? İsrail’in güvenliğini artırmak. Kimin güvenliği sağlandı? İsrail’in. Suriye karıştırıldı, ateşin içine atıldı. Kimin işine yaradı Suriye’deki gelişmeler? Türkiye’ye bir şey sağladı mı? Yok. İsrail’in etrafı boşaltıldı. İsrail kendisini dikensiz gül bahçesinde hissediyor. 67 yıl sonra kirli postallarıyla Mescid-i Aksa’ya giriyor. Taahhüdün birinci aşaması gerçekleşti mi? Gerçekleşti. Haritalar değişecek deniyordu. Sudan ikiye bölündü. Libya fiilen 40 parçaya ayrıldı. Irak fiilen 3’e bölündü. Asıl hedefte Türkiye var. Dilimiz varmıyor ama Türkiye’nin Güneydoğu bölgesi bir bakıma elden çıktı.
Erbakan sadece Tayyip Erdoğan ve arkadaşlarının partiden ayrılmasına mı kızdı, yoksa farklı sorunlar da var mıydı bu isimlerle ilgili?
Önceden farklı sorunlar yoktu. Refah Partisi kapatılmamış olsaydı, karşımızda hiçbir güç yoktu. Erbakan Hoca’nın metodu yanlış değildi. Ben Erbakan’ı 1969 yılında Kahramanmaraş’ı ziyaretinde tanıdım. Ben o zaman imam-hatip okulunda öğrenciydim. Hoca’yı karşılayan öğrenciler arasındaydım.
O tarihten bu yana Erbakan’ı sürekli izledim. Başbakan Yardımcısı olduğunda da ben Ankara’da öğrenciydim. O zaman da irtibat sürüyordu.
Özel kalem müdürü Kahramanmaraşlı’ydı. O vasıtayla sürdü irtibatımız. Üniversiteye asistan olarak girdiğimiz zaman da izlemeye devam ettim. 1995 seçimlerinde de milletvekili olarak Meclis’e girdim. O zaman daha sıkı bir görüşmemiz vardı. En sıkıntılı günlerde beraberdik. Erbakan Hoca’nın derdi ümmetin derdiydi. Eğer Erbakan Hoca makam-mevki peşinde koşsaydı, cumhurbaşkanı olurdu, belki de siyasi hayatı boyunca Başbakan olarak kalırdı.
Nitekim zaten son haftalarda yaşanan önemli gelişmeler ışığında, Hoca’nın makam-mevki peşinde koşmadığını, kendisine gelen kirli teklifleri elinin tersiyle ittiğini görüyoruz.
Erbakan’ın sıkıntısı, acısı, ıstırabı, ümmetin içine düşürülmüş olduğu hazin tablodan kaynaklanıyordu. O ayrılıkçı arkadaşlar için de şu ifadeyi kullanmıştı: “Bunlar Kâbe’den taş sökmeye çalışıyorlar.”
AK Parti’ye yönelik en fazla eleştiri parti mensuplarının ‘aşırı zenginleşmesi’ üzerine oldu. Siz bu eleştiriler ve iddialara ne dersiniz?
Birtakım temiz yürekli insanlar, AK Parti’nin kuruluşunda temiz bir gaye olduğunu zannediyordu. Biz iç yüzünü az çok tahmin edebiliyorduk. Bu yüzden Milli Görüş ocağı suç işlememişti, kirli işlere bulaşmamıştı, yanlış da yapmamıştı. Ortaya koyduğu program da yanlış değildi. İşçiye, memura, emekliye cumhuriyet tarihinde görülmemiş şekilde yüzde 50 zam verirken hata mı etti? Fakir fukara sürünüyordu. Öbür taraftan denk bütçe yapıldı. Burada bir yanlışlık yoktu ki. O projenin sahiplerinin alkışıyla ve büyük bir medya desteğiyle iktidara geldiler. Ne oldu? Eğer bu nimetse bir avuç insan servetine servet katıyor ama faturasını bütün millet ödüyor.
Peki bu gelişmeler dindarlara zarar verdi mi?
Onları sizler takdir edin. Biz ne söylesek muhalefet olarak kalıyoruz. Tabii ki yanlışlığın hiç kimseye faydası olmaz. Sadece bunlar değil. Daha önce birtakım holdingler kurulmuştu. Avrupa’dan toplanan fonlarla. Bu holdingler, toplanan fonlar sadece kendilerine değil İslam’a da zarar verdi dedik. Bir Müslüman’ın haksız işler yapması sadece kendisine değil inanca da zarar verir.
Bu bağlamda hükümetin Mavi Marmara ile ilgili söylem ve eylemlerini samimi buluyor musunuz?
Zaten son açıklamalar AK Parti’nin kuruluş amacını ortaya koyuyor. Gerisi teferruat. One minuteler hikâyedir. Ayinesi iştir kişinin lafa bakılmaz. Hadise budur.
Dershane meselesine bakışınız nasıl, şu anda herkes AYM’nin vereceği kararı bekliyor?
O gün de dedim, bugün de diyorum, dershanelerin kapatılması yanlıştır. Hukuka ve anayasaya aykırıdır. Anayasa’ya aykırıdır, niye?
Herkes dilediği alanda çalışma ve sözleşme hürriyetine sahiptir. Özel teşebbüsler kurmak serbesttir. Dershane özel teşebbüstür. Devletin anayasası böyle diyor.
Biz perde gerisinde ne olduğunu bilmiyorduk. ‘Daha iyi eğitim’ falan dediler. Sonra baktık ki iş bununla kalmadı, okullara sıra geldi.
Bu arkadaşlar 32 yıl Milli Görüş cephesinde mücadele ettiler. Her nedense 33’üncü yıl ‘yanılmışız, Erbakan bizi kandırmış’ dediler ve gömlek çıkardılar.
12 yıl da Cemaat’le birlikte hareket ettiler, 13’üncü yıl yine nasılsa ‘Yanılmışız’ dediler. 44 yıl eder. Demek ki 44 yıldır yanılgı içindeler. Bununla da bitmedi.
Kendilerinin iddiasına göre TÜBİTAK işgal edilmiş haberleri yok, üniversiteleri bütünüyle kuşatmışlar haberleri yok, zaten polis teşkilatı fethedilmiş haberleri yok, kışlaya sızmışlar haberleri yok.
Bazı gazeteler hatırlayacaksınız ‘Kışlada 42 paralelci’ diyordu. Genelkurmay aklı başında davrandı ve yalanladı. Yani vatana başka birinin bayrağı dikilse ‘safmışız, haberimiz yok’ diyecekler. Böyle şey mi olur. Bunları söylediğimiz zaman ‘paralelci’ oluyoruz. Önceki gün Esed’ciydik, sonra Ergenekoncu, bugün de ‘paralelci’ olduk. Biz bunların doğru suçlamalar olmadığı kanaatindeyiz. Biz masumun yanındayız. Ne pahasına olursa olsun haklının yanındayız. Çünkü hakikat karşısında susan dilsiz şeytandır. Bakara Suresi’nde Cenab-ı Allah şöyle buyurur: “Aleyhinize de olsa Allah için hakkı hakim kılın.”
AK Parti hakkında kapatma davası açıldığında o arkadaşlarımız haklı olarak korkuyorlardı. Ama ben kendilerinden çok daha fazla AK Parti’yi savundum. Hatta şu bilgiyi vereyim. Üniversitelerdeki başörtüsü serbestliği 411 milletvekilinin oylarıyla TBMM’de kabul edilmişti. Cumhurbaşkanı’nın bu anayasa değişikliğini onaylama eğiliminde olduğu ifade ediliyordu. Dönemin Adalet Bakanı Sadullah Ergin’i aradım. Dedim ki, “Sayın Bakanım, gazetelerden okuyorum, Cumhurbaşkanı anayasa değişikliğini onaylayacakmış. Bunu yapmayın, yanlış olur.
Bu hem partinizi sıkıntıya sokar hem de Türkiye’yi sıkıntıya sokar. Bunu böyle yapmayın, Başbakanla görüşün. Başbakan da Cumhurbaşkanı ile görüşsün, bu değişikliği referanduma sunun. Aksi halde CHP Anayasa Mahkemesi’ne götürürse, mahkeme büyük ihtimalle iptal eder bu değişikliği. Bunun üzerine Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı da partinize kapatma davası açar. Cumhurbaşkanı referanduma sunulmak üzere imzalasın.” Sadullah Ergin hayatta, açın sorun. Zaten halkoyuna sunulsaydı halk bunu büyük oranda destekleyecekti. ‘Halkın desteğiyle yapılan bir anayasa değişikliğini CHP AYM’ye götüremez. Götürse bile AYM milli iradeyi esas alarak iptal cihetine gitmeyebilir’ dedim.
Milli Görüş tabanının büyük bir kısmının, Tayyip Erdoğan’a ne kadar da kızgınlığı olsa sandığa gidince yine AK Parti’ye oy verdiği görüşü hâkim. Ne dersiniz?
Şimdi AK Parti’nin en önemli seçim malzemesi kavgadır. Bir tarafta dışarıya karşı kavga veriyor gözüküyor, bir taraftan da içte kavga yapıyor. Kavgada insanlar kimin haklı olup olmadığına bakmaz, taraf belirlenir. Bu durumda sağ seçmen ‘CHP mi gelsin’ diyor.
CHP maalesef millet zihninde iyi bir yere sahip değil. Mesela 1924 Anayasası yapılırken dinimizin Hıristiyanlık olarak değiştirilmesi teklif edilmiş CHP’nin ileri gelenleri tarafından. Atatürk’e kabul ettiremiyorlar. Ezanın tahrip edilmesi ve başörtüsüne serbestlik getiren yasa değişikliğinin AYM’ye götürülmesi. AK Parti tarafından ‘Ben gidersem bunlar gelir’ deniyor. Şimdi ikinci bir düşman çıkarıldı: ‘Paralelciler.’ Bu durumda ister istemez sapmalar oluyor. Kavganın olduğu yerde bu kaçınılmaz. Ama teşkilatlarımız şu anda manzarayı görüyor.
17 ve 25 Aralık soruşturmalarına takipsizlik verildi. Sonrasında ise emniyet ve yargıda birtakım tasfiyeler yapıldı. Son olarak da 14 Aralık’ta Ekrem Dumanlı ve Hidayet Karaca gözaltına alındı. Bu süreci nasıl okuyorsunuz?
17 ve 25 Aralık operasyonlarıyla ilgili şu misali vereyim: Nasreddin Hoca bir gün bir köyü ziyaret etmiş. Üzerine köpekler saldırıyor. Hoca da eline bir taş alıp kendini savunmak istemiş. Taş buz tutmuş ve alamamış. Sonra Hoca şöyle diyor: “Ne garip ülke taşları bağlamışlar, köpekleri salmışlar.” 17 Aralık bize bunu hatırlattı. Çünkü hırsızı yakalamak isteyen polisler tutuklandı. Hırsızlar serbest.
Kasaları polisler koymuş dendi. Sonra kanunlar değişti, isteğe göre savcılar atandı, mahkemeler kuruldu. Takipsizlik kararı çıktıktan sonra polisin koyduğu paralar yasal faiziyle beraber her nedense başkasına iade edildi! Biz haklıya haklı, haksıza haksız demek zorundayız. 14 Aralık operasyonunu doğru bulmuyoruz. İddialar inandırıcılıktan uzaktır. Mevcut iktidar sahipleri her şikâyete böylesine devlet gücüyle mi gidiyor.
Bu süreçte ‘makul şüphe’ kavramı hukukun içine girdi?
İnandırıcı, objektif, kesin delil yerine ‘makul şüphe’ kavramı getirildi. Bu kavrama göre şu anda burayı polis bassa hepimizi gözaltına alabilir. Belki burada ‘devletin yapısını değiştirme’ amacıyla toplanmışızdır! Bunun sınırı yok. Makul şüphe hukuki bir kavram değildir.
T24