Enflasyondan Kaçarken Resesyon Tutulan Ekonomilerde Stagflasyonu da Sel Alırsa Hangi Ülkeler Yanar Biter?

Dünyada artan enflasyonist baskı, merkez bankaları müdahaleleriyle resesyon ve stagflasyona evrilir mi sorusu 70'ler ve 80'lerde yaşanana benzer bir kriz oluşursa nasıl çözülecek derdini de beraberinde getiriyor.

Pandemiden çıkışa hazırlanırken, dünya ekonomisi 2021 yılı sonunda başlayan ekonomik sorunlarla boğuşuyor

ABD ve Euro bölgesi büyümede hız kaybederken, enflasyonda artış hızlanıyor, 1970'lerden sonra ilk kez stagflasyon (enflasyon + durgunluk) yeniden telaffuz edilmeye başlanıyor. Ekonomilerde resesyon (daralma), mali piyasalarda kriz ve toplumlarda siyasi istikrarsızlıklar baş gösteriyor. 

Stagflasyon kavramı, birbirine ters ekonomik önlemler gerektiren iki olgunun eş zamanlı olarak gelişmesini betimler.

BBC Türkçe'den Ergin Yıldızoğlu yazısına göre, enflasyonu dizginlemek amacıyla faizleri arttırmak, para arzı tüketici talebini frenlemek, ücret artışlarını da dizginlemek gerekiyor. Bu önlemlerin yan etkisi olarak ise resesyon ihtimali doğuruyor. Gözler, önlemlerin uygulayıcısı Merkez Bankaları üzerinde. MB yöneticilerinin açıklamaları piyasaları hareketlendirirken, 'volatilite' artıyor.

Durgunluk riskine karşı ekonomilerde büyümeyi teşvik etmek için düşük faiz, parasal genişleme, yüksek ücret, vergilerin azaltılması gibi önlemler alınırken, faaliyeti bu da enflasyonu dayanılmaz seviyelere taşıyor.

İlk seçenekte ekonomi daralırken işsizlik, yoksulluk, piyasalarda volatilite olasılığı artarken, ikinci seçenek de enflasyon ile ücretleri aşındırıyor, geçim sıkıntısını arttırıyor. Her iki durumda da toplumsal sıkıntılar baş gösterince siyasi istikrar bozuluyor.

ABD ve Avrupa tarafını, enflasyonla mücadeleden yana seçerken, faiz artışı ile para arzını daraltmaya yönelik uygulamalar hızlanıyor. 

FED ve ECB bilançolarını daraltmaya başladı. Bu ortamda, yıl başından bu yana genel bir gerileme eğilimi sergileyen borsalarda da volatilite sertleşiyor.

Faizlerin artamaya başlaması, borsalardaki dalgalanmalar, tahvil piyasalarını da etkisi altına alma ve sert yön değiştirme ve bir krizi tetikleme riskini artırıyor.

ABD'de S&P500, Dow Jones ve Nasdaq endeksleri yıl başından bu yana 13, 10, 23 oranlarında değer kaybı yaşarken, Avrupa'da ve Asya'da da endeksler geriliyor. Bu genel gerileme eğilimiyle en sert dalgalanmalar Rusya-Ukrayna savaşının başlangıcı olan Şubat ortasından geçen haftaya kadar ekonomik nedenlerle tekrarlandı. 

Merkez bankalarının enflasyonla mücadelesi teamüllere göre, nadir durumlarda hasarsız sonuçlanıyor. Merkez bankalarının, stagflasyon içinde enflasyonla mücadele ederken, ekonomiyi resesyona itme olasılığı ise çok yüksek oluyor. ABD ekonomisi 2022'nin ilk çeyreğinde %1,4 oranında geriledi. Aynı dönemde sanayide üretimin yıllık bazda %7,5 (Bloomberg'e göre, 1947'den bu yana en hızlı düşüş) gerilemesi resesyon riskine işaret ediyor.

Euro bölgesi verileri, enflasyon hızlanırken, perakende piyasalarında satışların özellikle İspanya, Almanya ve Fransa 'da hızla düşmekte olduğunu gösteriyor.

Avrupa tarafında da Euro Bölgesi amiral gemisi Almanya'da büyüme hızı ilk çeyrekte Ukrayna savaşı ve Haziranda başlayacak faiz artışları, Çin ekonomisinde yavaşlama etkilerini henüz tam yaşamasa da yüzde 0,2'de kaldı. Alman hükümeti 2022 için büyüme hızı beklentisini % 3,6'dan % 2,2'ye revize etti. Önümüzdeki aylarda, gelmesi beklenen bir faiz artışının resesyon riskini güçlendirmesi bekleniyor.

Asya'da ekonomik manzara Çin'in performansına bağlı olarak ilerlerken, Çin ekonomisinin büyüme hızının şimdilik negatif alana geçme olasılığı yok gibi. Salgın tedbirleri ile sık sık ülkenin ekonomik olarak kritik bölgeleri ise karantinaya alınırken, hem üretim, hem de tedarik zincirlerinde aksama yaşanıyor. Çin ekonomisi için genelde iyimser olan Yale Üniversitesi'nden Morgan Stanley eski Asya büro şefi olan Stephen Roach dahi bu kez resmi beklenti olan %5,5 büyüme hızının yakalanabileceğine inanmıyor.

"Çin'de olan Çin'de kalmıyor"

Son verilere göre, tüketici harcamalarının zayıflığı, ekonomik hasılanın %40'ını oluşturan hizmet PMI verilerinin 42'den 39 düzeyine (50'nin altı daralma anlamına geliyor) gerilediğini gösteriyor. Örneğin, Nisan ayında yıllık bazda cep telefonu satışları %14 ve taşıt araçları ise %39 oranında geriledi.

Wall Street Journal'ın aktardığına göre, 'Çin'de olan Çin'de kalmıyor', dünyanın ikinci büyük ekonomisinde olası bir yavaşlama bölgeden yayılarak, dünya etkiliyor. Güney Kore, Tayvan ve Japonya'nın Çin'e ihracatlarında Nisan ayında belirgin düşüşler görülüyor.

Fed, 1970'lerin sonunda, stagflasyona karşı enflasyonla mücadeleye öncelik verdiğinde, gelişmekte olan ülkeler borç krizi patlamıştı

Bugün de benzer bir tehlike görülüyor. Uluslararası Finans Enstitüsü (Institute of International Finance-IIF) hesaplamalarına göre, gelişmekte olan ülkelerin bu yıl sonuna kadar ödemesi gereken borçların ABD faizlerinden doğrudan etkilenecek olan kısmı yaklaşık 1 trilyon dolar. 70'lerin sonundaki finansal krizden bu yana ikiye katlanan borçlar, bugüne kadar neredeyse 'sıfır faizden' fonlanıyordu.

Merkez Bankaları, özellikle Fed, enflasyonla mücadele bağlamında faizleri arttırarak, parasal sıkılaştırmaya geçmeye başlayınca, borçlanma maliyetleri artarak doları değerli kılmaya başladı.

Bu durumda dolar borcu olan ve kırılgan ülkelerin hem borçlanarak hem de ülke gelirlerine dayanarak borçlarını ödemesi hızla zora giriyor. Dahası merkez ülkelerin piyasalarındaki daralmalar, çevre ülkelerin ihracat gelirlerini de negatif etkilerken, borç ödemek için gereken döviz yaratma kapasiteleri de düşüyor.

Tüm bunlar uluslararası yatırımcının gelişmekte olan ülkelere olan güvenini zayıflatırken, Eliot Fon yönetimi şirketinden Jay Newman'ın deyimiyle bu ülkeler, bugün 'hangi fiyattan olursa olsun güvenilemez' konumuna düşüyor.

Bir borç krizi tehlikesi yalnızca gelişmekte olan ülkeler için değil, Avrupa'nın etrafı için de geçerli.

Euro bölgesi ekonomilerinin borç durumları, on yıl öncesiyle karşılaştırılınca, Deutsche Bank stratejisti Maximilian Uleer'e göre faizler artmaya devam ederse, ki edecek, İspanya ve İtalya'nın faiz maliyeti milli gelire oranla 2011 düzeyini bulacak. Uleer'in karşılaştırması, Yunanistan ve Portekiz'in de kritik sınırda oluğunu gösteriyor.

Borç krizi akabinde derin bir resesyon getirdiğinden, bu açıdan bakınca da küresel bir resesyon riskinden söz etmek mümkün oluyor.

1970'lerdeki stagflasyona karşı gelişmiş ülkeler, başta Fed olmak üzere faizleri hızla arttırarak mücadele ettiler

Ani faiz artışlarının resesyon oluşturma etkileri, 1980'ler boyunca dünyada yeni pazarlar oluşturarak, ülkeler yeniden şekillendirilerek, mal ve sermaye ihracatı olanaklarıyla, küreselleşmeyle, dengelendi.

Bugün ise benzer bir durumda, küresel resesyonun ve yeni bir finansal kriz riskinin hangi karşıt eğilimlerle dengelenebileceğini tahmin etmek o kadar kolay değil.

Popüler İçerikler

Fenerbahçe Teknik Direktörü Jose Mourinho ile İlgili İspanya'dan Transfer İddiası Var
İzmir'de 5 Küçük Kardeşin Öldüğü Yangın Faciası: Bakanlık, Aileyi 18 Kez Ziyaret Etmiş!
Türkiye'ye Gelir mi? Suudi Arabistan'da Forma Giyen Cristiano Ronaldo'dan Değişim Kararı